beste kaya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
beste kaya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ocak 2025 Cumartesi

BEN

 Beste KAYA

1. Bölüm: Kreş
Nihayet dört yaşıma girmiştim. Kreşe başlayacaktım ve o gün gelmişti. Kreşin ilk günüydü. Annemle kreşe gittik ama o içeri girmedi. Beni bırakıp gitti. O da üzülmüştü beni kapıda bıraktığına ama olması gereken buydu. Öğretmen kadındı. Beni diğer çocukların yanına götürmek amacıyla kucakladığında ona kızgınlıktan vurdum. Canının acıdığını düşünerek üzülmüştüm ama o beni annemden ayıran kişiydi. Bu hareketi kreşe devam ettiğim sürece tekrar ettim hep ama öğretmenim bu duruma alışıktı. Zaten benim gibi küçük bir çocuğun vurması ne kadar acıtabilirdi ki? İçeriye girdiğimizde diğer çocuklar kahvaltı yapıyordu. O gün okulda hiçbir şey yememiştim. Kahvaltı bittiğinde sınıfa gitmiştik. Resim yapıyorduk. Ben kendimi çizmiştim. Saçları uzun ve süslü elbiseli bir kız… Herkes çok kötü resimler çizmişti ama benim resmim çok güzel olmuştu. Uyku zamanı gelmişti. Tüm sınıf uyuyordu ama ben uyumuyordum. Yabancı bir yerde kim uyuyabilir ki? Bütün yıl böyle geçmişti ve okulun son günü gelmişti. Kreşe geldiğim her sabah öğretmenime vurmak bende alışkanlık olmuştu ama o sabah bu hareketi yapmamıştım çünkü çok uslu bir çocuk olmuştum. Annem gün sonunda beni almaya gelmişti. Anaokuluna gitmeye başlayacaktım.  
 

4 Ocak 2025 Cumartesi

HAYAT BÖYLE GÜZEL

Beste Kaya

Yeşil bir çevrede
Açan çiçeklerle
Öten kelebeklerle
Hayat güzel böylece

Güzel kokan ağaçlar
Yeşil mi yeşil yapraklar
Bal yapan arılar
Hayat güzel böylece

Güzel insanlarla 
Gittiğimiz okullarla
Öğrendiğimiz bilgilerle
Hayat güzel böylece



21 Aralık 2024 Cumartesi

SARIMSAK


BESTE KAYAŞEYMA ATEŞ

Bu sarımsaklar
Çok kötü kokarlar
Neden diye sorsalar
Öyle yaratıldılar

Yoğurda koyarlar
Yiyeni kokuturlar
Sarımsaklı yoğurt yiyen insanlar
Kimseyle konuşamazlar

14 Aralık 2024 Cumartesi

SİZ

 

Beste KAYA
Siz her şeyi eleştirirsiniz
Siz her şeyi olumsuz düşünensiniz
Biz ne zaman düşüşe geçsek
Hemen dalga geçensiniz

Zayıflarsak hastalandığımızı
Kilo alsak şişmanladığımızı
Hep ne olursa olsun
Her şeye olumsuz bakansınız

Ciddi isek sıkıcı
Komik isek lüzumsuz olduğumuzu
Düşünürsünüz
Siz böylesiniz
Hep bir şeyler bulmakta bize dair
Birincisiniz

Bir kez bile olumlu düşünemezsiniz
Çünkü sizin gözleriniz
Alışmış kötülüğe
Alışmış olumsuzluğa
Unutmuş insanlığı, dostluğu
Ve unutmuş mutluluğu 

30 Kasım 2024 Cumartesi

ARKADAŞLARIM

BESTE KAYA

Sayamayacağım kadar çok arkadaşım var
Ama kimileri yakın, kimileri uzak
Onlar olmadan hayat biraz anlamsız
Ve sanki baharlar bile kurak

Okul arkadaşlarımın yeri başka
Mahalledekiler başka
Bir de akraba çocuklarından arkadaşlarım var
Hepsi ile iyi geçinerek çalışıyorum yaşamaya

Arkadaşlarım olmasaydı eğer
Günlerim sıkıcı olurdu biliyorum
Konuşacak birileri olduğunda etrafımda
Fark ediyorum, daha hızlı büyüyorum

Kaç arkadaşım var bilemem
Hangileri yakın derseniz, sayamam
Arkadaşlarım arasında ayrım yapamam
Ben onlara kıyamam, kıyamam, kıyamam

23 Kasım 2024 Cumartesi

PİŞMANLIK

Beste KAYA


Dokuzuncu sınıfa gidiyordum. Henüz herkesle tanışmamıştım ama üç kişilik bir arkadaş grubu bulmuştum kendime. Onlar, sürekli internet kafede takılıyorlardı. Benim onlardan neyim eksikti? Bir süre sonra onlardan ayrı kalmamak için ben de onlarla takıldım. Günlerin, haftaların nasıl geçtiğini anlayamadan sınav haftası gelmişti. Son gün çalışacağım, diyerek onlarla yine internet kafeye gittim. Sınava bir gün kalmıştı. Sorular kolaydır, diye düşünüp erkenden yattım. Sabah olduğunda içimde bir stres vardı ama önemsemedim, okula gittim. Okula gidince arkadaşlarımdan biri yanıma gelerek:
-Sınava çalıştın mı, dedi. 
Hayır, anlamında başımı sallayınca, ben çalıştım, dedi ve sırasına gitti. O an anladım kullanıldığımı. Sınava beş dakika gibi bir süre kalmıştı. Hemen kitabın sonundaki soruları açtım ve okumaya başladım. Hiçbir soruyu anlayamıyordum. Sonunda sınav saati gelmişti. Ağlamaya başladım. Kağıtlar dağıtılıyordu. Hiçbir soruya cevap yazamamanın verdiği kadar kötü bir üzüntü yoktu. Hayatımda hiç bu kadar kötü olmamıştım. 
Bir haftalık sınavlar boyunca her gün aynı üzüntüyü ve kötülüğü yaşadım. Durumu aileme de diyemiyordum. Çalıştığımı ama başaramadığımı söylüyordum sadece.
Bir hafta kadar geçmişti aradan. Sınav sonuçları okunmaya başlandı. Sıra bana gelmişti. Öğretmen:
-Sıfır, deyince işte o an yıkıldım. Aslında beklediğim bir sonuçtu ama öğretmen belki bana kıyamaz, diye düşünüyordum çünkü daha önceden iyi bir öğrenciydim. 
Yalnız bu sınav değil, diğerlerinde de benzer notlar aldım. O yıl sınıfta kalmıştım. Hayatımdan koca bir seneyi bir hiç uğruna heba etmiştim. Ailemi hayal kırıklığına uğrattığım için çok üzgündüm. Tabi arkadaş grubumdakiler sınıfı geçmişlerdi hem de yüksek puanlarla. Beni kullandıkları için onlarla arkadaşlığı kestim ve yeni arkadaşlar edindim. İçlerinde yeni sıra arkadaşım Sümeyye de vardı. O yıl Sümeyye ile derslere ağırlık verdim ve geride kalan bir yılı telafi etmeye çalıştım. 
Şu an Sümeyye ile tıp fakültesindeyiz. Şimdi dokuzuncu sınıfta okuyan gençlere sesleniyorum: Sakın derslerinizi ihmal etmeyin çünkü yaydan çıkan ok, geri dönmez. 

12 Ekim 2024 Cumartesi

ZAMAN AĞACI


Beste KAYA
Bir yaz günüydü. Güneş yerini aya bırakmıştı. Mary ve ailesi yürüyüşe çıkmışlardı. Mary’nin dikkatini büfenin önündeki pamuk şekerler çekmişti. Mary hemen pamuk şekerlerin yanına gitti ve dikkatle incelemeye başladı. Beş dakika filan inceledikten sonra babasından istemek için arkasını dönünce hayrete düştü. Ailesi etrafta yoktu. Ailesi Mary’yi fark etmeden yürüyüşe devam etmişti. Mary hemen ailesini aramaya başladı. On beş dakika olmuştu. Mary hala ailesini arıyordu. Ailesini ararken bir ormana girdi Mary. Saat on bir olmuştu. Ormandaki baykuş sesleri ürkütmüştü onu. Birazcık uykusu gelmiş, bir ağacın altına geçip uyumuştu. Sabah olduğunda kendini başka bir yerde buldu. Etrafı incelemeye başladı. Burası da bir ormandı ama farklı bir ülkenin farklı bir ormanı. Mary ormanın çıkış yolunu bulup ormandan çıktı. İnsanlar çok farklı konuşuyordu Mary’e göre ama onların dili buydu. Mary, etrafındaki bayraklardan buranın Gürcistan olduğunu anladı. Cebinde sadece Çanakkale yazan bir anahtarlık vardı Etrafa bakmaya başlayınca rahatlamıştı. Karşıda Museum yazan bir yer vardı. Museum, müze demekti. Mary hemen müzeye girdi ve oradaki çalışana Çanakkale yazan anahtarlığını gösterdi. Müze görevlisi onun Türkiye’den geldiğini anladı. Gerekli kişilerle görüştükten sonra onu havaalanına götürdü. Uçağının kalkmasına yarım saat vardı ve ailesi telaşla orada birileriyle görüşüyordu. Birdenbire karşılarında Mary’i görünce sevinçten havalara uçtular. Annesi sevinç gözyaşlarıyla Mary’ye sarıldı. Uçağın kalkmasına çok az bir süre kalmıştı. 
Mary, uçakta başından geçen küçük olayı anlattı. Ailesi de aslında kendilerinin kabahatli olduğunu söylüyordu. Böyle bir yerde insan çocuğuna sahip çıkmalıydı. Mary, Çanakkale’den aldıkları anahtarlığa baktı ve şöyle dedi:
-Bu Çanakkale hatırasını ölünceye kadar saklayacağım. O beni size kavuşturdu. 

21 Eylül 2024 Cumartesi

TEK VALİZ

 

Doğa Uzunpınar
Ekin Akçay
Elif Serra Yıldırım
Nehir Güver
Elif Naz Özden
Elif Dağdeviren
Şeyma Ateş
Beste Kaya

Şimdilerde doğduğum topraklarda sonbahar ne güzeldir, diye düşündü. Oysa bu ülkede ve bu şehirde sonbahara dair yaşanabilecek güzellikler ne kadar azdı. Mesela ayaklarının altında hışırdayan yapraklar yoktu. Mesela göç eden leylekler yoktu. Turşu yapan, elma kurutan, salça yapan kimseler de yoktu. Okul alışverişleri ile dolup taşan caddeler, sokaklar yoktu. Ama burada olan şeyler de doğduğu şehirde yoktu. Burada kargaşa ve gürültüden başka bir şey yoktu aslında fakat kargaşanın ve gürültünün her türü vardı. Binalar gökyüzüne kadar uzanıyor bazıları bulutları sıyırıyordu. Yollarda iğne atsanız yere düşmezdi. İnsanlar yürümekten çok koşuyor gibiydi ve taşıtlar gün boyu, gece boyu vızır vızır ilerliyordu. Yalnızca yerde değil gökyüzünde de benzer bir trafik vardı. Alışılacak gibi görünmüyordu bu hayata. Bu ülkeye, bu şehre geleli henüz birkaç gün olmuştu ve buradaki yaşam tarzını henüz kavrayamamıştı. Kaç gündür doyasıya yemek yememişti. Makarna ve salata dışında hiçbir şeye yaklaşamıyordu. Çünkü kendi ülkesindeki mutfak kültürünün en küçük kırıntısı bile yoktu buralarda. Zaten insanlar tıpkı sokakta yürüdükleri gibi yemek yiyordu. Olabildiğince hızlı yiyorlardı. 
Zihninden hep düşünceler geçiyordu ve bir an bile düşünmeyi bırakamıyordu. Zihni hep meşgul olduğundan birkaç kez yanlış sokağa girmiş ve kaybolmaktan son anda kurtulmuştu. Zaten sokaklar hep birbirine benziyordu. İnsanlar da hep birbirine benziyordu. Bu kadar benzerlik içinde tek aykırı görünen kendisiymiş gibi hissediyordu. Çirkin Ördek Yavrusu masalını yaşıyor gibiydi bu ülkede. Sadece gündüzler değil geceleri de hayli yorucuydu onun için çünkü gece boyu da gürültüler bitmiyordu. Güç bela uykuya dalıyor sonra karmaşık rüyalardan kan ter içinde uyanıyordu. Bu düşünceler zihninde dolaşırken kaldığı yurdun kapısının önüne geldiğini fark etti. Yurda karşı bir aidiyet hissi yoktu. Ülkesindeki en ucuz otel bile onun için buradan daha cazipti. Buraya ait olmadığını her adımda hissediyordu. Fakat yapacak bir şey yoktu, buraya eğitim için gelmişti. Onca sınavdan geçmiş, onca başarı elde etmiş ve bu üniversiteye davet edilmişti. Pek çok arkadaşının hayaliydi bu. Kendisinin de hayali buydu fakat gerçekler hayallerindeki gibi değildi. Yurt dışını deneyimleyen bütün arkadaşları onu teşvik etmişti fakat kimse bu zorluklardan bahsetmemişti. Birdenbire acıktığını hissetti. Keşke üzerine tereyağı dökülmüş bir mercimek çorbası olsa ve yanında küçük bir salata bulunsaydı. 
Annesi ne güzel yemek yapardı. Memleketinin ekmeklerini, ekmek kokusunu bile özlemişti. Fırınların önünden geçerken burnuna gelen ekmek kokularını hatırladı. Daha ilk günlerde bu kadar memleket özlemi fazlaydı. Fazla duygusallaşmıştı. Oysa neşeyle binmişti uçağa ülkesinden ayrılırken. Kendisini toparlamalı ve bu hayata ayak uydurmalı, hayallerini gerçekleştirmek için çalışmaya başlamalıydı. Kaldığı yurdun merdivenlerinden bu düşünce ile odasına doğru ilerledi. Odasında kendisinden başka biri daha kalacaktı fakat şimdilik yalnızdı. Odasının kapısını açtığında odada yeni birini gördü. Kendisiyle aynı yaşta görünen bu genç kızı görür görmez düşünceleri dağıldı. Bir oda arkadaşına sahip olacağı için sevindi ve heyecanla:
-Merhaba, dedi. 
Bu kelimeyi duyan genç kız gülümsedi ve ayağa kalktı:
-Türk müsün? 
İkisi de heyecanlanmıştı. 
-Elbette Türk’üm. Adım, Gülce. Ankaralıyım. 
-Benim adım da Rengin. Bugün geldim buraya ve kendimi çok yalnız hissediyordum az önceye kadar. Şimdi öyle mutlu oldum ki. Sanki Aksaray’da gibi hissettim kendimi. Aksaray’dan ilk kez çıktım şehir dışına ve buraya geldim. 
Gülce:
-Tanıştığımıza sevindim, dedi. Şu birkaç gün ne kadar zor geçmişti benim için bir bilsen. Artık sen varsın ve yalnız değilim.  
Sonraki günler Gülce ve Rengin için çok fazla sıkıcı değildi. Arkadaşlarıyla da usul usul tanışıyorlar, dil öğreniyorlar ve anlaşmaya çalışıyorlardı. Hatta zaman zaman kendi aralarında bile Türkçe konuşmadıkları oluyordu. Artık Gülce ve Rengin bu şehrin yemeklerine, sokaklarına, hayatına alışmaya başlamışlardı. Günler hızla geçiyordu. Rengin, Gülce’yi ülkelerine döndüklerinde Aksaray’da misafir edecekti. Gülce de Rengin’i Ankara’ya davet etmişti. Heyecanla ülkelerine dönecekleri günü bekliyorlardı. Bir yandan da dersler sona ereceği için üzülüyorlardı. 
Nihayet okulun son günü gelmişti. Hazırlıklar yapılmıştı memlekete dönmek için. Gülce de Rengin de başarılı geçen bir seneden dolayı mutluydu. Artık bu şehrin, ülkenin yabancısı saymıyorlardı kendilerini ve çok iyi İngilizce konuşabiliyorlardı. Rengin, valizini tam olarak toplamadığı için sınıftan erken ayrılmıştı. Son ders bitmiş, herkes vedalaşmaya başlamıştı. Bu esnada dersin öğretmeni, Gülce’ye yaklaştı:
-Tebrik ederim Gülce.  Bir sene boyunca odanda tek yaşadın. Çok uzaklardan farklı bir coğrafyaya gelmene rağmen bu başarıyı elde ettin. 
Bu sözler Gülce’yi korkutmuştu. Hemen sınıftan ayrıldı. Koşarak odasına çıktı. Odasında sadece bir dolap, bir yatak ve kendisinin hazırladığı valiz vardı.