Atıf Kaan Salar, Metehan Ersoy
Bize ilginç masallar bırakarak giden Mevlana İdris için.
Kış bütün
şiddetiyle kendisini hissettiriyordu. Çatılardan sarkan buzlar haftalardır
çözülmemişti. Yolların kenarları kocaman kar yığınları ile kaplıydı. Yaz boyu
aşınan yollar artık özellikle akşamları hayli tenha idi. Müstakil, eski
gecekonduların bacalarından süzüle süzüle dumanlar çıkıyordu. Yalnız bacalardan
değil dışarda yürümek zorunda olan insanların da ağızlarından duman gibi buhar
çıkıyordu.
Dışardan
haberi yoktu. Sıcak peteğin önüne bir minder koymuş, sırtını ona yaslamış,
eline kitabını almış, okuyordu. Kitabın kapağında kabartma harflerle şöyle
yazıyordu: Kafamın İçinden Masallar. Dakikalardır başını kaldırmamıştı kitaptan
ve gözleri aynı sayfaya saplanmış kalmıştı. İrkildi, kapı zili çalıyordu. Zil
sesi her zaman çalan melodiden farklıydı ama kendi kapılarının ziliydi bu
çalan. Acaba evde olmadığı bir vakit zil sesini değiştiren mi olmuştu? Bunları
düşünecek zamanı yoktu, kitabı yere bırakarak kapıya koştu. Kapı dürbününden
bakmak istedi ama boyu yetişmiyordu. Usulca sordu:
-Kim o?
Kimsiniz? Cevap alamadı. Zaten zil sesi de farklıydı, belki de başka bir
kapının zilini duymuştu ama yeniden zil çaldı ve daha yüksek sesle. Yine sordu:
-Kimsiniz?
Korkmaya
başlamıştı, cevap veren yoktu. Kapıyı açmaya karar verdi. Bu kış gününde kim
olabilirdi ki… İlla tanıdık biridir, diye düşündü. Kapıyı açtığında tepeden
tırnağa siyah giyinmiş, kaşkolü bile siyah, orta boylu ve orta yaşlarda bir
adam gördü. Tanımıyordu. Adam hiçbir şey sormadan içeriye girdi ve kendi evi
gibi yabancılık çekmeden salona yürüdü. Çocuğun kitap okuduğu mindere oturdu.
Bir süre sonra kalktı kendisine kahve yaptı. Çocuk bir şeyler sormaya
çalışıyordu ama konuşmayı unutmuş gibiydi. Zaten yabancı da onu görmüyor
gibiydi. Adam kahvesini yudumlarken yerdeki kitabı aldı, ismine baktı: Kafamın
İçinden Masallar. Bu nasıl kafaymış ki içi masal doluymuş, diye söylendi. Sonra
ceplerini boşaltmaya başladı. Tüm ceplerinden tomar topar para çıkıyordu.
Ceketini çıkarmıştı ama siyah kaşkolü halen boynundaydı. Çıkardığı paralar
bitmek bilmiyordu. Bir sihirbaz gibi ha bire para çıkarıyordu ve yığıyordu
odanın yüzüne. Çocuk uzaktan olanları izliyordu. Anlam vermeye çalışıyordu,
ağzı açık kalmıştı. Kimdi bu adam ve bu kadar parayı nerden bulmuştu? Kime
verecekti? Bir süre sonra ev, ev değil yolgeçen hanına dönmeye başladı.
Birileri geliyordu ve tomarla para alarak gidiyordu. Adam arada pencereden
bakıyor, birilerine işaret veriyor, eve çağırıyor, onlarla konuşuyordu. Sessizce
başka bir pencereden dışarıya baktı, evin önünde kuyruk oluşmuştu. Annesi ve
babası da bir türlü gelmek bilmiyorlardı bugün. Onlar ne diyeceklerdi bu
olanlara? Kafası allak bullak olmuştu. Hiçbir şeye anlam veremiyordu. Üstelik
üşümeye de başlamıştı. Acıkmıştı da. Bir şeyler yapmak istiyordu ama gücü
yetmiyordu. Kendisini çaresizliğin dibinde hissederken annesinin sesini duydu:
-Kuzum,
uyudun mu sen burada? Haydi bir şeyler atıştıralım, çay içelim. Sen de bana
okurken uyuduğun kitabı anlatırsın.
Olanlara inanamıyordu
çocuk. Gözlerini sildi, siyah giysili adamı aradı bakışlarıyla. Kimse yoktu
evde. Dışarıya baktı, tenha idi her yer. Elindeki kitapta kaldığı sayfaya
baktı: Para Dağıtan Adam adlı hikâyede kalmıştı. Ayracını bu sayfaya koydu ve
mutfağa geçti.