30 Kasım 2024 Cumartesi

KARMAŞIK DÜŞÜNCELER

Nehir Güver

Günlerden cumartesi olunca
Bir telaş sarıyor beni usulca
Ne yazayım, ne düşüneyim
Ama gelmiyor aklıma hiçbir şey
Neden böyleyim

Kelimeler kaçışıyor birer birer
Şunu yazayım desem, bunu yazayım desem
Neyi yazayım desem olmuyor

Belki de oyunlar daha cazip benim için
Belki de sadece oynamak için varım

Bu kelimelerin benimle sorunu ne bilmiyorum
Herkes oturup yazarken tıkır tıkır bir şeyler
Ben kelimelerin peşinde yoruluyorum
Ben düşüncelerin peşinde tükeniyorum

ARKADAŞLARIM

BESTE KAYA

Sayamayacağım kadar çok arkadaşım var
Ama kimileri yakın, kimileri uzak
Onlar olmadan hayat biraz anlamsız
Ve sanki baharlar bile kurak

Okul arkadaşlarımın yeri başka
Mahalledekiler başka
Bir de akraba çocuklarından arkadaşlarım var
Hepsi ile iyi geçinerek çalışıyorum yaşamaya

Arkadaşlarım olmasaydı eğer
Günlerim sıkıcı olurdu biliyorum
Konuşacak birileri olduğunda etrafımda
Fark ediyorum, daha hızlı büyüyorum

Kaç arkadaşım var bilemem
Hangileri yakın derseniz, sayamam
Arkadaşlarım arasında ayrım yapamam
Ben onlara kıyamam, kıyamam, kıyamam

ÜÇ ARKADAŞ

  
Şeyma Ateş

Ben Gökçe. Üç arkadaşım Mine, Ayaz ve Emre ile gece geç saatte dışarıya çıkmıştık. Ailelerimiz, yakın arkadaştı ve evlerimiz birbirine yakındı. Epey yürümüştük, bir parkın bankında oturduk. Bu saatlerde etrafta sarhoş insanlar vardı. Çok oyalanmadan evlerimize dönmeye karar verdik. Biraz yürüdükten sonra garip bir sokağa denk geldik. Sanki bu sokak bize tanıdık gelmiyordu. Etraf karanlık olduğu için böyle olduğunu düşündük. Çöp konteynırlarının yanından geçerken Emre orada bir silüet gördüğünü söyledi. Adımlarımızı hızlandırdık. Evlerimize ulaşmıştık. O gece pek uykumu alamamıştım. Emre’nin böyle şeylere inanmadığını biliyordum. Böyle bir şey söylemesi beni ürpertmişti. Sabah uyandığımda annem Mine’nin bizi, evimizin yakınındaki ormana yürüyüş için çağırdığını söyledi. Hazırlanıp ormana doğru yola çıktım. Ormanın girişinde Enes, Emre ve Mine beni bekliyordu. Hem yürüyor hem de sohbet ediyorduk ama Mine garipti. Sanki Mine gibi görünen başka biriydi. Bu ormanda büyülü olduğu söylenen terk edilmiş bir ev vardı. Mine, oraya gitmemiz ve bu evi yakından görmemiz, sırrını anlamamız gerektiğini söyledi. Emre ve Ayaz, tamam dediği için ben de tamam dedim. Eve varmıştık. Bahçeye adım attığımız andan itibaren kötü kokular gelmeye başlamıştı. Evin içine girmiştik ama Mine ortalıkta görünmüyordu. Burada ne yapacaktık ki? Dışarıya çıkmak istediğimde kapının kilitli olduğunu gördüm. Kötü koku, çaresizlik, terk edilmiş bir eve hapsolmak… Hepsi üst üste gelince sinirden ağlamaya başlamıştım. Emre ve Ayaz beni sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Biraz da olsa sakinleşmiştim. En azından tek başıma değildim. Ayaz, kapıyı açmaya çalışırken çürük bir tahtaya bastı ve ayağı oraya sıkıştı. Yanına giderek ona yardımcı olmaya, ayağını çıkarmaya çalıştık. Ayaz’ın ayağında büyük bir kesik oluşmuştu. Tişörtünü yırttı ve ayak bileğine bağladı. Yaklaşık bir saattir bu evdeydik. Hiç beklemediğim bir anda bütün kapılar açıldı ve evdeki karanlık dağıldı. Her yer aydınlanmıştı. Kapıdan annem, babam ve Mine içeriye girdi. Ellerinde bir pasta vardı. Bugün doğum günüm olduğunu unutmuştum. Hiç unutamayacağım bir doğum günü kutlaması içinmiş bu yaşadıklarım. Emre, Ayaz ve Mine ile yaptığımız akşam yürüyüşü, Emre’nin söylediği şeyler meğer beni bir gün önceden bu atmosfere hazırlamak içinmiş. Bu yaşıma geldim ama halen o kutlamayı unutamadım. 

YİNE CAN SIKINTISI

FATMA BEREN KARATEPE
AGAH TAHA TEMİZKAN
ELA EYŞAN POLAT
AMIRHOSSEIN HAMEDISHAHRAKI
ELVİN RANA PELİT
ATAKAN KIVANÇ AĞCA
ZÜMRA ŞAHİN


Yıllardır kar yağıyor ama ardından hemen eriyordu. Büyükler sürekli diz boyu yağan kardan bahsediyordu ancak ben hiç böyle bir kar yağışı görmemiştim. Anlattıkları bana masal gibi geliyordu. Güya diz boyunu hatta zaman zaman evlerin çatısını bile aşan kar yağarmış eskiden ve günlerce insanlar evlerinde mahsur kalırmış. Anlattıkları sanki başka bir dünya ya da başka bir ülke gibi geliyordu. Yine bir kış mevsimi yaklaşıyordu ve ben bilmem kaç defa dinlediğim eski kış maceralarını biraz da inanmadan dinleyecektim. 
Henüz kasım ayıydı ve meteoroloji yoğun kar yağışından bahsediyordu. Daha önce de bu tarz haberler vermişler ama kar kalınlığı üç beş santimetreyi geçmemişti. Nihayet kar yağmaya başladı. Nasıl olsa sabaha bir şey kalmaz diye düşündüm fakat kar durmuyor ve yerlerde yükseliyordu. Akşam oldu, kar halen yağıyordu. Ertesi sabah uyandım, kar yine yağıyordu. Her yer bembeyaz olmuştu. Pazartesi gününe kadar devam etti kar yağışı ve yine yağmaya devam ediyordu. Kaç zamandır hasret olduğum kar tatili haberini aldığımda önce çok sevindim. Okullar, bir haftalığına tatil olmuştu çünkü kar yağışının durmaya niyeti yoktu. Tatili fırsat bilerek dışarıya çıktım. Adım atmaya kalkıştığımda biraz zorlandığımı fark ettim. Evet, kar yüksekliği dizlerimi aşıyordu. Demek ki yaşlılar haklıymış, diz boyu kar yağabiliyormuş diye düşündüm. Artık ilerleyen yıllarda benim de çocuklara anlatacağım bir hikayem vardı. Kar, diz boyu yağardı o zamanlar, diye başlayacaktım hikayeye. Nerde o eski kışlar, diye devam edecektim. Yürünecek gibi değildi dışarısı. Biraz çaba sarf ettim. Hatta nasıl olsa kimse görmüyor diye karların üzerinde biraz yuvarlandım ve eve döndüm. Dışarısı soğuktu. Ayaklarım, ellerim, burnum, kulaklarım donmuş gibiydi. İçerde oturmak bir yere kadar keyifliydi, sonrasında insan sıkılıyordu. 
Kar, durmadan yağıyordu. Sanki gökyüzünde bir yerler delinmiş gibiydi. Gün geçtikçe iyice sıkıcı olmaya başlamıştı kar tatili. Bir hafta sonra yollar açılır ve yeniden okula devam ederiz diye düşünüyordum fakat bu umudum boşa çıktı çünkü okullar bir hafta daha tatil olmuştu. Çok sevindirici bir haberdi bu fakat yapacak bir şeyler bulmam gerekiyordu. Belki de yaşadıklarımı yazmam gerekir diyerek boş bir defter buldum kendime ve günü gününe yaşadıklarımı yazmaya başladım.
25 Kasım
Gün boyu kar yağdı ve pencereden izledim.
26 Kasım
Yine kar yağdı yine izledim.
27 Kasım
Dışarıya çıktım fakat yürüyemedim, eve döndüm. Yine kar yağdı.
28 Kasım
Bu kar yağışının biteceğini düşünmüyorum. Galiba kıyamete doğru gidiyoruz. 
Günlüklerim de sıkıcı bir hal almıştı. Belki de hikâye yazmalıydım. 
Tam, iyice sıkıldığımı düşünmeye başlamıştım ki pencereden dışarıya baktığımda beyazlıkların içinde kımıldayan bir şeyler olduğunu fark ettim. Belki de beyaz bir kedi veya kedicikler vardı kar içerisinde. Dikkatle bakmaya çalıştım fakat net olarak bir şey görünmüyordu. En azından kendime bir uğraş bulmuş gibiydim. Gelip gidip pencereden kar birikintisine bakıyordum ve her seferinde bir hareketlilik görüyordum. Belki de kar altında birileri kalmıştı, donmak üzereydi. Bu düşüncemi anneme söylediğimde kahkaha ile güldü. Uzun süre kara baktığımdan böyle şeyler gördüğümü söylüyordu fakat ona inanmıyordum. 
Gün boyu boş boş oturduğum için gece uykum gelmemişti. Perdeyi aralayarak yeniden baktım hareketliliğin olduğu yere. Evet, şimdi daha iyi görebiliyordum ve bu kar yığını hareket ediyordu. Üstelik gündüz gördüğümden daha da yüksekti burası. Dışarıya çıkmak istiyordum lakin gecenin bu saati bu fikir iyi değildi. Oyalanacak bir şeyler bulmalıydım. Kar canavarı olabilir miydi bu birikintinin altında hareket eden? Araştırmaya başlamıştım bile. Böyle bir şeyin olmadığını fark ettim araştırmalarım sonunda. Son kez birikintiye bakıp uyumaya karar verdim. 
Ertesi sabah uyandığımda yerlerdeki karın daha da yükseldiğini gördüm. Normalde ikinci kattaki evimiz sanki birinci kata inmiş gibiydi. Uzaklara baktım, müstakil evlerin yalnızca çatısı görünüyordu. Kar, artık kabusa dönüşmüştü. Şimdi erimeye başlasa aylar sürerdi bu karın bitmesi. Galiba dünyanın değilse de yaşadığım yerin sonu yakındı. Böyle şeyler sadece filmlerde, hikayelerde olur zannediyordum. Telaşlanan yalnızca bendim. Büyüklerim, durumdan memnundu. Eski zamanlar, demeyi bırakmışlardı. Sanki gençliklerine dönmüş gibilerdi. Böyle devam ederse ekmek, su, yiyecek ihtiyaçları baş gösterebilirdi. Okulumu özlediğimi hissediyordum. En azından kafamda değişik korkular olmuyordu. Bu esnada günlerdir sınıf arkadaşlarımla hiç görüşmediğimi hatırladım. Birkaç arkadaşımı aradım fakat ulaşamadım. Git gide kocaman dünya, kocaman şehir, kocaman hayat sadece evden ibaret olmuştu. Hayatımın sonuna kadar evden çıkamamaktan korkmaya başlamıştım. Artık gücümün kalmadığını hissediyordum. Benim dışımda herkes yaşananların normal olduğunu düşünüyordu. 
Ertesi gün yataktan hiç çıkmadım. Çıkmaya da niyetim yoktu. Artık pencereden dışarıyı izlemeyi de bırakmıştım. Kuş sesleri kaybolalı çok olmuştu. Belki de serçeler donmuştu yuvalarında. Bütün olumsuzluklar üst üste yığılmış ve bir çıkış noktası kalmamıştı. 
Bu hikâyeyi ben de böyle bitirmek istemezdim fakat hikâyem burada bitmişti. Zaten kar durmuş, yollar açılmıştı. Yarın okula gidecektim ve hâlen yapmadığım ödevlerim vardı. 

29 Kasım 2024 Cuma

TAHLİYE

Betül Seyhan

Bu karanlık zindanda
Hayalinin ışığına sığındım
Gerçekten uzaklaştığımın
Farkına bile varmadım

Beklentilerin esiri olmaktan
Gerçeğin ipini koparmıştım
Hayalinle yaşamaktan
Asıl seni anlayamamıştım

Parmaklıkların ardına geçtim
Gerçeklerle çarpıştım
İşte o an özgürleştim
Hiç olmadığını anladım

USANÇ

Akın Eliş

O güne kadar bir şeyler yazılmıştı üzerime
Çoğu eksik ya da hatalıydı
Zaten yazılanlar da kalmıyordu ertesi güne
Su üstüne yazılmış gibi satırlardı

Bana yazılanları taşımak çoğu zaman
Ağır geliyor beyazlığıma
Neyse ki sürekli değişiyor harfler, cümleler, hikâyeler
Bakmayın siz sürekli ayakta durduğuma

Bir dost yetiyor yenilemek için her şeyi
Bir dostun dokunması sessizce bana
Yüklenmeyin, yüklenmeyin artık
Her derste farklı şeyler öğrenmiş
Bu yaşlı sınıf tahtasına

AYIRT ETME

Ezgi Budak


Doğru ve yanlış gerçekten var mı? İkisi de illüzyondan ibaret olamaz mı? 
Doğru ve yanlışı ayırt edebilmek yalnızca yetişkinlere mi özgü? Çok gördükleri için mi? Çok görmek mi yoksa farklı görmek mi bizi olgun yapar? Yaş, yalnızca bir geri sayım mıdır? Olgunluk her yaşta kazanılabilir. Peki ya olgunluk bize ayırt etme yetisi verir mi? Belki verir ama ayırt etme yetisi ihtiyaç değildir. Beşeri erdemler ihtiyaç mıdır ki? Olmayan şeyleri ayırt edemeyiz. Doğru, yanlış ya da onların arasında bir kavram vardır. Bu yüzden ayırt etmeye ihtiyacımız yoktur. Olgunluk, yaş, doğru ve yanlış alakasızdır. Bunları birbirine bağlamak için kullanılmış ipler, bir doğru ya da yanlış oluşturmaz. 
Doğrunun ve yanlışın var olabilmesi için bakış açıları gerekir. Salt doğru, toplum tarafından kabul edilmiş olandır -bilim-. Salt yanlış ise bunun tam zıddıdır. Bu ikisi arasında kalan kısım, bizlerin bakış açısına bırakılmıştır. 
Salt doğru ve salt yanlış vardır. Doğru ve yanlış yoktur. Bu durumda bile salt doğru ve yanlış sorgulanabilir. O zaman neden insanlar kanıtlanabilirliği olmayan bu konu üzerine bu kadar tartışıyor? Kimin doğru, kimin yanlış olduğunu asla bulamayacaklar. 
Bir başka insanın üzerinde kendi doğruların zorla taht kurarsa bu onu doğru olmaktan çıkarmaz mı? Doğru ve yanlış üzerine verilen bu savaş asla bir son bulmayacaktır ve diğer tüm savaşlar gibi bu da ölüm getirecektir. Doğru veya yanlış fark etmeksizin. 


KARANLIKTAKİ PEMBE

İdil Karaman

Elimde balonum var
Yürüyorum sokakta
Sabah akşam demeden 
Gece gündüz demeden

Balonumun rengi pembe
Issız sokağın tek rengi
Geniş yolda tek başımayım
Hep olduğu gibi

Balonum süzülüyor yukarda
Rüzgâr vuruyor yüzüme
Soluyorum ferah havayı
Yine giderken evinin önüne 

NORMALLEŞME

İdil Karaman

Oturuyorum pencere kenarında yine
Her zaman olduğu gibi
Soran yok hâlimi, hatırımı
Her zaman olduğu gibi

Dışarda dökülüyor kar taneleri
Ürkütücü bir beyaza boyuyor manzarayı
Gözyaşlarım da böyle özgürce süzülse
Rahatlayacak gibiyim

Ama atıyorum içime işte
Her zaman olduğu gibi
Garip gelmez kimseye bu durgunluğum
Her zaman olduğu için

SEBEB-İ TELİF

Ezgi Budak

Kimse gelip de bana “Neden yazıyorsun?” diye sormasın. Yazmak benim ihtiyacım olduğundan bir sebebi yok. Aslında bu soruya kendiniz de cevap bulabilirsiniz. Kendinize “Neden nefes alıyorum?” diye sorun. Bulduğunuz cevap, hepimizin cevabı olacaktır.