16 Aralık 2023 Cumartesi

İYİLİK YAP İZİ KALSIN

 Yiğit İbrahim Karain


İyilik yap ve izi kalsın iyiliğin
İyiliktir hepimizi iyi eden
İyi insan olmak güzeldir
Dinimiz de iyiliği emreder
Herkes iyi olmalı, iyilik yapmalı
Doktorlar, öğretmenler, hemşireler
Çocuklar da iyilik yapmalı
Gördüğü yaralı bir kediye
Küçücük bir serçeye
İyilik en çok çocuklara yakışır
İyilikler insanlar ve dünya barışır

İYİLİK

Elif Erva Öztürk

    Küçük bir köyde Leyla adında bir kız yaşarmış. Bu kız sürekli yalan söyler ve etrafına kötülük yaparmış. Anne babası onu bu konuda sürekli uyarsalar da onlara da bağırır ve yalanlar söylermiş. Bir gün köylerine Lale adında bir kız taşınmış. Lale kendisine kötülük yapanlara bile iyi davranan iyi kalpli bir çocukmuş. Bir gün Leyla ormana gittiğinde bir peri görmüş. Peri ona Lale’yi örnek alıp iyi bir çocuk olması gerektiğini söylemiş. Leyla o günden sonra değişmiş, iyilik yapmaya başlamış. Herkes artık onu seviyormuş. O da herkes tarafından sevilmekten mutluymuş. Sonra ormanda yine periye rastlamış bir gün. Peri ona güler yüzlü ve iyiliksever biri olmanın herkesi mutlu edeceğini söylemiş. Leyla da zaten artık iyi biri olduğunu ve en iyi arkadaşının da Lale olduğunu söylemiş. 
    Leyla artık ailesinin sevdiği, yalan söylemeyen, bağırıp çağırmayan iyi bir çocuk olmuş. İnsanları sevmeyi ve insanlar tarafından sevilmeyi öğrenmiş. Mutluymuş. 

CİCİ KUŞUM

Dinçer Kara

Benim benim tatlı kuşum
Adı Pastel olan kuşum
Her sabah seslendiğimde
Cik cik der bana
Yanına giderim
Oynarım onunla
 
Onu severim sevmeye doyamam
Onu öperim öpmeye doyamam
Tatlı kuşum canım kuşum
Ben sensiz hiçbir şey yapamam
 
Sensin beni mutlu eden
Evimize neşe veren
Sen olmasan ne yaparım
En komik kuş sensin benim gözümde

KALEMİM

Mustafa Aktaş

Sen olmasan
Ne sınıf birincisi olurum
Ne Bilsem’in bir incisi
Sınavları yapamam sen olmasan

Öğretmen olamam gelecekte
Sen olmasan şiir de yazamam
Sen olmasan kalemim
Düşünürüm ben neyim

AĞAÇLAR

Zeynep Gökçe Yılmaz

Keşke baktığım her yerde
Ağaçlar olsa
Yollar, bahçeler, sokaklar
Ağaçlarla dolsa
Yalnız kalmasın ağaçlar
Dallarında kuşlar
Yanlarında kediler olsa

DEDEM

 Ömer Kerem Aydemir

Hastalığın yüzünden
Erken gittin dünyadan
Oynardım seninle ben
Gitmeseydin çok erken

Dede sevgili dedem
Seni ben çok özledim
Keşke özlemim gitse
Mutlu ol uzaklarda

15 Aralık 2023 Cuma

ÖRÜMCEK AĞINDAN BİR YOL

Üner Taha Aydemir

    Şehrin en tenha ve uzak hastanesinin tek kişilik odasında tavanı seyrederek yaşıyordu. Oysa milyonlarca insanın yaşadığı bir şehirdi burası. Trafik, gürültü, koşuşan insanlar, akşamları yanan sokak lambaları, kaldırımlarda şarkı söyleyen sokak sanatçıları, seyyar satıcıları ile kocaman bir şehirdi. Karanlık sokakları da vardı, aydınlık caddeleri de. O ise hepsinin kenarındaydı şimdi. Buraya ne zaman geldiğini hatırlamıyordu. Burada niçin tutulduğuna dair bir fikri de yoktu. Zaman zaman ihtiyaçları için birileri yanına geliyor ama kendisiyle konuşmuyordu. Tamamen sessiz bir yer de değildi burası çünkü bazen garip sesler, çığlıklar, kahkahalar da duyduğu oluyordu özellikle gece vaktinde. Bu kadar yorgun ve uykulu biri değildi fakat yerinden kalkmak istemiyordu. Kendisine verilen ilaçlar belki de onu bu hale getiriyordu. Gözü pencerenin yanındaki örümceğe takıldı. Örümcek bazen çok yavaş bazen çok hızlı hareket ediyor, kendisine bir ağ örüyordu. Örümceği takip etmeye başladı. Ağların arasında gözlerini gezdirdi. Baktıkça ağlar yakınlaşıyor, kalınlaşıyordu. Nihayet incecik örümcek ağı kocaman yollar kadar olmuştu. Bir yol haritası gibiydi bu ağ. İçinde kendisini küçücük hissediyordu. Bu ağı takip ederek buradan kurtulabilirim, diye düşündü. Örümcek ağının içinde yürümeye başladı. O kadar uzun bir yoldu ki bu ayakları kendisini taşımıyordu. Son virajı dönerken yatağına baktı, küçücük bir böcek büyüklüğünde kalmıştı yatağı geride. Ağ ile yatağı yer değiştirmiş gibiydi. Viraja girdiğinde önce bir karanlıkla karşılaştı, ardından güneşli, yeşil bir vadi ile. Nihayet kurtulmuştu buradan. Önünde yemyeşil çimenler, ağaçlar ve her yerden gelen kuş sesleri ile yeni bir dünyaya düşmüş gibiydi. Önce sevindi fakat bu uzun sürmedi. Ne yapacaktı bu yeni mekanda. Kocaman bir boşluğa dönüştü gözlerinin önündeki manzara. Kuş sesleri kesildi. Yürümeliydi, yürümekten başka zihninde hiçbir şey yoktu. Ayaklarına ağırlık asılmış gibiydi, kendisini taşımakta zorluk çekiyordu ama yürüyordu. Biraz yürüdükten sonra burada tek başına olmadığını fark etti. Hemen birkaç adım gerisinden kendisiyle aynı adımları atan ve mesafeyi hep koruyarak yürüyen birinin daha olduğunu fark etti. Geriye döndüğünde göz göze geldiler. İkisi de konuşmuyordu. Birbirini yadırgamıyorlardı. Sanki baştan beri aynı yolu yürüyorlarmış gibiydi. Arkadaşı olduğunu düşündü önce ama hiç arkadaşı olmamıştı ki onun. Belki hastaneden çıkarken peşinden gelen bir görevliydi bu ama görevliler genelde asık suratlı ve sert bakışları olan kişilerdi. Konuşma ihtiyacı hissetmeden yürümeye devam etti. Arada geriye dönüyor, hemen ardından gelen kişinin öne geçmesini bekliyordu ama kendisi durunca o da duruyordu. Bir korna sesiyle ve kendisini sıyırıp geçen bir araçtan gelen gürültüyle sendeledi. Ne kadar zamandan beri yürüyordu, şehre ne zaman inmişti bilmiyordu. İşte yine şehirdeydi. Kalabalığın tam ortasındaydı. Tanımadığı yüzler geçiyordu etrafından. Binalar, araçlar geçiyordu yanından. Gemiler, trenler geçiyordu. Durdu… O durdukça her şey daha hızlı geçmeye başladı. Geriye döndü, arkasında yine aynı kişi vardı ve o da duruyordu. Neden kaçmıştı bir örümcek ağına tutunarak ve onun gösterdiği yolu takip ederek? Bu şehir için kaçmamıştı. Gökyüzü bile çok uzaktı şu anda kendisine oysa odasından yattığı yerde bile görebiliyordu gökyüzünü. Her şey koyu renkteydi, her şeyin sesi vardı beynini tırmalayan. Ufuk nereye kaybolmuştu? Yıldızlar, ay, güneş, bulutlar nereye kaybolmuştu? Siren sesleri yaklaşıyordu. Her şey renksizliğe doğru gidiyordu. Dijital sesler geliyordu kulağına hiç kesilmeden.                    Saat alarmı gibi ama değil… 
Elektronik bir müzik aleti gibi ama değil… 
Arıza vermiş bir makine gibi ama değil… 
Açık kalmış bir buzdolabı gibi ama değil. Sesler ha bire artıyordu. Yükseliyordu. Kalp atışlarını duyuyordu bu hengâmede. Üzerine bastığı yol, şehir ayaklarının altından kayıp gidiyordu. Yol arkadaşını hatırladı, döndü geriye baktı göremedi. Kendi etrafında bir daire çizerek baktı her yere kimse yoktu. 
Şehir yoktu, yol yoktu, gökyüzü yoktu… 
Bir boşluğa uzanır gibi uzandı olmayan yere.
Bedeni belli aralıklarla sarsılıyordu. Nefes almadığını hissetti. Kalbinin sesi de kesilmişti. Damarlarında uğultulu bir ırmak gibi akan kan yavaşlamıştı. Birkaç büyük sarsıntıdan sonra gözlerini aralamayı başardı. Kalabalıktı etrafı. Çok kalabalıktı. Cihazlarla dolmuştu yatağının kenarı. Elleri, ayakları ve gövdesi yatağa bağlanmıştı. Cihazlardan sesler geliyordu hep. Elinin üzerinde bir iğne takılıydı. Gözleri yanında duran bir çantanın üzerindeki yazıya kaydı: Akıl ve Ruh Hastalıkları Hastanesi.

14 Aralık 2023 Perşembe

CANATAN'IN SERÜVENLERİ 2

    


    
    İnsanlar Aleminde İkinci Kutu
    Atıf Kaan Salar, Umut Bulut, Akın Eliş

    Canatan, kutuyla beraber kapıdan girmeye çalıştıkça kapı onu geriye atmaya başlamış. Birkaç kez bunu tekrar edince kutuyu kapının önüne bırakarak içeriye girmeye çalışmış ve içeri adım atar atmaz kapı üzerine kapanmış. Kapının ardında insanların yaşadığı masalsı bir köy varmış. Rengarenk evler, evlerin arasından süzülerek akan bir ırmak, neşeyle otlayan inekler ve koyunlar… Kulağına gelen müzik sesinin kaynağını merak eden Canatan, sesin geldiği yere doğru can atarak ilerlemeye başlamış. Koyunların olduğu yerden geliyormuş ses. İyice yaklaşınca koyunlar ürkerek kaçmaya başlamışlar ve müzik kesilmiş. Sesler, koyunları otlatan çobanın kavalından geliyormuş. Çoban, koyunların kaçıştığını görünce bunun kendilerine yaklaşan Canatan’dan kaynaklandığını fark etmiş. Canatan’dan çoban korkmamış çünkü yıllar önce kaybettiği bir yakınına fena halde benziyormuş Canatan. Sadece biraz iriymiş. Yine de kendisini garantiye almak için gözlüklerini heybesinden çıkarmış ve kendisine doğru gelen minik devi görmüş. Sevinmiş ve ayağa kalkarak ona sarılmak için kollarını açmış. Kendisine doğru kollarını açan çobanı elinde değnekle görünce Canatan ürkmüş bu kez. Adımlarını yavaşlatmış ama koşmaya devam etmiş. Nihayet karşı karşıya gelince çoban var gücüyle sarılmış Canatan’a.
    -Yıllardır görmüyordum seni, nerelerdeydin, amma da büyümüşsün, diyerek hasret gidermeye başlamış. Canatan şaşkınlıktan susmuş. Çoban:
    -Haydi seni bize götüreyim. Yıllardır seni özlüyor merak ediyoruz, nerelerdeydin, demiş. Canatan:
    Tanıdın nasıl beni
    Ben bilemedim seni
    Evinize gidince
    Konuşalım her şeyi
, demiş.  Çoban şiirli cevap karşısında şaşırmış.
    -Böyle konuşmayı sen nereden öğrendin, demiş. Canatan:
    -Ben hep böyleydim, yoksa sen biriyle mi karıştırıyorsun beni, diye cevap vermiş. Konuşa konuşa eve gelmişler ancak evin kapısı Canatan için biraz darmış. Güç bela içeriye girmiş. Ev halkı Canatan’ı görünce korkmuş ve çobana:
    -Bu dev yavrusunu nereden buldun, bize niye getirdin. Devler, insanları sevmezler. Başımıza bela açarlar, demişler. Çobanın ağabeyi:
    -Senin gözlük derecen iyice ilerlemiş. Akraba diye getirdiğin yaratığa gözlüklerinle baksana, diye çıkışmış.
    Canatan, konuşulan her şeyi duymuş ve üzülmeye başlamış. Çoban gözyaşlarını silmesi için ona büyük bir bez uzatmış, mendil niyetine. Durumu anlayan çoban da üzülmeye başlamış ve başından geçenleri anlatmasının istemiş Canatan’dan. Hikayeyi duyan çoban ve ailesi daha da çok üzülmüş. Çobanın ağabeyi kalkarak başka bir odadan yine kilitli bir kutu getirmiş ve Canatan’a sormuş:
    -Senin bulduğun kutu buna benziyor mu?
    Canatan kutuyu almış bakmış kendi kutusunun aynısı imiş. Çoban:
    -Yıllardır bu kutu bizim evde. Biz de açamadık içinde ne var, dedikten sonra bu kutuyu da Canatan’a vermişler. Canatan kutunun altında bir not görmüş:
    Kutu kutu yan yana
    Onu al getir bana
    Mucizeye şahit ol
    Gelince bir araya

    Bu notu okuduktan sonra Canatan iki kutuyu birleştirmesi gerektiğini düşünmüş. Canatan geri dönüşün nasıl olacağını merak ederken yaslandığı duvarda bir kapı belirmiş. Kapı, kocaman bir kapıymış. Köylülerin hayatlarında gördüğü en büyük kapıymış bu. Canatan kutuyla beraber kapıyı açmış ve eski kutusunun yanında bulmuş kendisini. Artık elinde iki kutu varmış. Kutuları yan yana koymuş, izlemiş…
    Rüyada mıyım, neler oluyor bana diye kendisine bir çimdik atmış. Acı duyunca bunun rüya olmadığını düşünmüş. Yine de emin olmak için etraftan bir diken bulmuş ve ayağına batırmaya çalışmış ama diken kırılmış. Bu kutularla ne yapacağını düşünürken üst üste koymayı denemiş. Ne olmuşsa o anda olmuş. Kutu ışıklar saçarak birleşmiş ve büyük bir sandığa dönüşmüş. 
                                     

                                                        2. Bölümün Sonu 

 


13 Aralık 2023 Çarşamba

OKULDA SIRADAN BİR GÜN

    Meva Vural

    Yazdan kalma bir sonbahar günüydü. Hava yaz günlerindeki gibi sıcak ancak yapraklar sarıydı. Vakit öğleyi bulmuştu ve sıcaklık daha da artmıştı. Yollar öğlen yemeği yemek için telaşla bir yerlere giden memurlar ve öğrencilerle doluydu. Öğlen yemeği alışkanlığını kaybedeli seneler olmuştu. Günde üç kez yemek onun için anlamsız geliyordu. Üstelik yemek yedikten sonra bir uyku bastırıyor, öğleden sonraki derslerden verim de alamıyordu. 
    Arkadaşları sınıfta bir şeyler atıştırırken ya da siparişleri beklerken okulun bahçesine çıktı. Güzel havalarda hep bunu yapıyordu. Bahçe büyük olduğu için kimileri top oynuyor, kimileri ip atlıyor, koşuyor, kimileri de kol kola bir şeyler atıştırarak iştahlı iştahlı konuşuyorlardı. Ne konuşuyorlardı? Ya derste yaşadıkları sıra dışı bir olay ya sınavlar, yazılılar ya da başka arkadaşlarıyla yaşadıkları sorunlar… Bir öğrencinin başka ne gibi gündemi, derdi olabilirdi ki? 
İzlemeyi seviyordu, insanları doğal halleriyle gözlemlemeyi, onlara dair çıkarımlar yapmayı. Yalnızca öğrencileri değil bahçedeki öğretmenlerini de izliyordu. Nöbetçi oldukları gün öğretmenler bir başka oluyordu. “Koşma! Yavaş! Dikkat et! O tarafa gitmeyin!” gibi ünlemler sık sık duyuluyordu uzun teneffüslerde ve öğlen arasında. 
    Bu düşüncelerle dalmışken kendisinden alt sınıflardaki çocukların her zamankinden çılgın olduğu gözüne çarptı. Bir dakika yerinde duramayan birkaç öğrenci göz açıp kapayıncaya kadar bahçenin bir ucundan diğerine geçiyordu. Üstelik dikkatsiz de koşuyorlardı ve kendilerini kaptırmışlardı kovalamacaya. Etraflarındaki kimseyi duymuyor, görmüyor, öğretmenlerin uyarıları yetersiz kalıyordu. “İnşallah başlarına bir şey gelmez.”  Dedi içinden. Tam bu cümle zihninden geçtiği anda arkasında bir çığlık duydu. Dönüp baktığında az önce önünden geçen çocuklardan birinin yere kapanmış vaziyette olduğunu gördü. Etrafına arkadaşları toplanmıştı. Nöbetçi öğretmenler telaşla bahçenin bir ucundan koşuyordu. Oturduğu yerden kalkarak olayın olduğu yere ulaştı. Öğrencilerden yerde yatan ayağını tutuyor, bir yandan da acı acı sesler çıkarıyordu. Öğretmenler de aynı anda geldiler ve kalabalığı dağıtarak ambulans çağırılması gerektiğini söylediler. Öğretmenlerden biri de çocuğun ailesine haber vermek gerektiğini söylüyordu. Çocuktan ailesinden birinin telefon numarası istendi. Çocuk numarayı vermemek için ailesinin çalıştığını ve onları rahatsız etmek istemediğini söylüyordu. Arkadaşlarının yardımıyla yerden kalkmaya çalıştı. Bir arkadaşı su uzattı. Diğer arkadaşı kolunun altına girdi. Nöbetçi öğretmenlerden biri ambulansı aramıştı bile. Beş altı dakika sonra çığlık çığlığa bir ambulans okula doğru yaklaşıyordu. Ambulansın sesini duyan öğrenciler daha da tedirgin olmuştu. Sağlık görevlileri olay yerine gelerek çocuğun dizlerini incelediler. Küçük sıyrıklar vardı ve üzerinde yürüyebiliyordu. Birkaç müdahaleden sonra: “Şayet canın çok yanıyorsa gidelim hastaneye.” dediler. Çocuk bir anda arkadaşlarının desteğinden sıyrılarak iyi olduğunu söyledi. Çok az ağrısının olduğunu belirtti. Sağlık ekipleri toplandı ve dönüş yoluna geçti.
    Öğlen arası bitmek üzereydi, birazdan zil çalacak ve herkes derslerine gidecekti. Kalabalık dağılmıştı. Zil çaldığında baktı, sanki az önceki olay hiç yaşanmamış gibi öğrenciler yine koşarak, birbirlerini iterek merdivenlere doğru ilerliyordu. Hava sıcaktı, acıkmamıştı zaten ama susadığını hissetti. Kantinden bir su alarak sınıfına geçme vakti gelmişti. Acele etmeden kantine doğru ilerledi. Aldığı suyun yarısını sınıfa varıncaya kadar içmişti. Koridorlar uğultulu, bahçe biraz daha sakin ve sınıf yemek kokularıyla doluydu. 

ACI

 Emir Baran İpek

Küçük renkli kâğıt
Ve onun için ölenler
Uzaklara gidip geri gelmeyenler
Herkes onun için yaşıyor
Ona sahip olan taçsız bir krala dönüşüyor
Sonuçta o da bir kâğıt
Biraz abartılıyor bence 

Onun için hayatı zindan edenler
Çocuklara tebessüm edemeyenler
Daima çok
Hep daha çok isteyenler
Buna gerek var mı sizce

Parayı veren düdüğü çalarmış
Masallar fıkralar bile onunla boyanmış
O her kapıyı açarmış
Tek şey ömrü paranın insandan alacağı 
Paranın insana vereceği tek şey 
Hırslarla bezenmiş acı