26 Eylül 2024 Perşembe

CUMARTESİ

 Meryem Katırcı

En sevdiğim gün cumartesi
Niye diyecek olursanız
Tamamen benim günüm
Film izlerim, yürüyüş yaparım 
İstediğim yemeği yerim
Bugün tamamen benim

Bazıları pazar gününü sever
Pazar da fena bir gün değil 
Ama cumartesi özgürlüğün günü
Pazarı kötü yapan 
Kendisi değil pazartesi

Keşke bana günlerin adını yeniden sırala deseler
6 günün adını yaparım cumartesi
Bir gün de pazar olabilir
Küsse de pazartesi
Ertesi gün yeniden cumartesi

MİNDER

Zehra Yıldırım

Modern hayat bize yeni bir yaşama tarzı verirken eski alışkanlıklarımızı bizden uzaklaştırıyor. Evlerimiz, odalarımız değişiyor. Hatta yürüyüşümüz, oturuşumuz bile değişiyor. Mesela şimdilerde evlerde minderlere rastlamak mümkün değil. Belki de elli sene sonra bu kelimenin karşılığını anlamayacak çocuklar. Evin bir köşesinde sıra sıra minder görmeyecekler. Zaten şimdilerde bile görmek çok mümkün değil. Köy evlerinde bile minderler yerini çekyatlara, sandalyelere, koltuklara bırakmış görünüyor. 
Oysa minder özgürlük demek. Onu alıp, sürükleyip istediğiniz yerde oturabilir, yastık yapabilirsiniz. Sırtınıza koyabilirsiniz. Bir oyun aracına dönüştürebilirsiniz. Çocuğunuz gerektiğinde onu bir sandal olarak düşünebilir ya da at veya eşek gibi binebilir ona. Minderin hayatımızdan silinmesiyle birlikte minder savaşları da siliniyor tabi ki. Oysa ne kadar zararsız bir oyun bu ve ne kadar eğlenceli. 
Minder kelimesi Farsça “nimdar”dan geliyormuş. Ben de yeni öğrendim. “Eskimiş fakat halen işe yarar giysi” anlamından dönüşerek bizdeki anlamını kazanmış. Zaten eski minderlerin içi eski giysi parçalarıyla dolu değil miydi? Belki de minderden, minder kültüründen bizi uzaklaştıran bu oldu. Eskilerimizi artık kullanmıyor, çöpe atıyoruz. Eskilerimiz, eskimeden çöpe atıyoruz. 
Minder deyip geçmemeliyiz. Minder bir dünya, bir kültür. 
Şimdilerde ise minder yalnızca kediler için üretilen bir nesne haline geldi. 

25 Eylül 2024 Çarşamba

İLHAM

 Asya Zoroğlu


Çoğu zaman başlamak için bir şiire
İlham kaynağı arıyorum
Sonra aklıma sen geliyorsun
Bir destandan çıkarıyorum sesini 
Eski bir destandan
Yüzünü bir mesneviden
Bakışlarını bir gazelden

Sonra bir örümcek görüyorum oturduğum yerde
Yerde bir başka böcek
Her şey siliniyor
İlham da
Sen de

ACELE ŞİİR

 Zeynep Akbulut


Hayat bazen yorucu bazen de güzel
Sen hayatın en güzel yerinde gel
Sen geldiğinde zaten güzelleşiyor dünya
Başlıyor seninle bitmeyecek bir rüya

Hayat bazen sarsıyor bazen yıkıyor
İnsan bu zamanlarda yaşamaktan bıkıyor
Yine de sen gelince hayat anlamlı olur
Bu acele şiirim belki burda son bulur

SEN BANA GELDİĞİNDE

 Zeynep Ayten


Sen benim yanıma geldiğinde
Hayat birden duruyor
Bir ağırlık çöküyor gözlerime
Her şey benden uzaklaşıyor

Sen benim yanıma geldiğinde
Başka bir dünyanın kapıları açılıyor
Ayaklarımın altında
Yaşadığım dünya uzaklaşıyor

Sen bana geldiğinde
Biliyorum boş gelmiyorsun
Rengarenk bir dünyayı
Beraber getiriyorsun

Sen bana geldiğinde 
Her şey değişiyor
Günün herhangi bir saatinde
Sen bana geldiğinde ey uyku
Ben benden gidiyorum

24 Eylül 2024 Salı

DELİ DEĞİLİZ, KENDİMİZDEYİZ

 

EMİR SABRİ ÜNSAL
EMİR KAAN ŞİMŞEK
MUHAMMET MİRAÇ GÜN
SALİH TAHA BALTA
MEHMET ÇINAR KÖKSAL
HAYRETTİN EYMEN BULUT

Bir türlü bana pas vermiyordu. Paspasa basmadan yürümem gerektiğini o zaman anladım. Paslanmışsın, diyordu bana top bekleyen arkadaşım. Minecraft’ta golem kesip demir seti yapıyordum bir yandan. Ayak parmaklarımdaki kalemin ucu kırılmıştı. Şimdi büyük bir satır alıp kalemimin ucunu açmam gerekiyordu ki bu satırın dolduğunu anlayıp satır başına döndüm.
Satır başı. Başım ağrıyor bugün. Nedenini bilmiyorum. Hava çok soğuk, buna rağmen herkes birbirine hava atıyor. Atmaca beslemek istiyorum küçük bir kafeste. Miraç elindeki o kağıdı keşke dörde, beşe katlamasaydı. Zaten bir türlü bana pas vermiyordu. Sabiri son günlerde sabrımızı zorluyor. Neyse ki şimdi yerinde. Biraz yorulmuş ve pancara dönmüş yüzü. Pancar tarlaları şimdi bomboş kalmıştır. Üstelik pezik turşuları da kurulmuştur. Kurmaya çalıştığım şehir yarım kaldı çünkü yapacak ödevim çoktu. Defterimin henüz birkaç sayfası dolu yalnızca. Belki de bu yüzden çantam çok hafif. Zamanla içi doldukça çantam ağırlaşacak. Aynı benim gibi ağırlaşacak. Hayrettin yazdıklarımıza hayret ededursun biz devam edelim. Serdar Dursun. Hayrettin Dursun. Herkes, her şey yerinde dursun. Sabri çalım atadursun, Kerem gol atadursun. Dursun ve Temel yolda giderken bir lamba bulmuştu ya. Temel ve dursun yolda giderken kırmızı ışıkta dursun. 
Bir türlü kendime gelemiyorum. Zihnimi toparlayamıyorum çünkü hayatın kenarına konulmuş bir manken gibiyim, kendimi öyle hissediyorum. Öyle ya da böyle düşünüyorum, yazıyorum, konuşuyorum. Yine de satırları toparlayamıyorum. Kalemi tam açıyordum ki ayağımı kestim. Telefonumu açamam şimdi. Zaten şarjım da bitti. Nereden geldiyse bu grip. Durmadan burnum akıyor. Kimse benden mendil almıyor. 
-Ben dilenci değilim, yanlış anlama abla.
Günler böyle geçiyor şimdilerde. Güller böyle soluyor dallarda. Sonbahardayız ya. Güller gülsün. Arda da gülsün. İlk sonbahar gelsin. İlkbahar da sona geçsin. Günler geçsin, yıllar geçsin. 
Yorulduğumu hissediyorum günün bu saatlerinde. Yedi buçuk oldu ve ben hâlen sıralarda oturuyorum. Sıralarda bir sır olmalı. Anlayamadığım bir sır. Sırı dökük bir aynaya bakıyor gibiyim son günlerde. Ayna mı bana bakıyor ben mi aynaya? 
-Ayna ayna güzel ayna, bu yıl kim şampiyon söyle bana?
Aynalar konuşur mu bilmiyorum. Çınar ve Hayrettin’e göre bu sene Beşiktaş şampiyon. Oysa Hayrettin Beşiktaşlı değil. Çınar Galatasaraylı. Öyleyse kim fısıldadı Beşiktaş’ı. Emir Sabiri olsa gerek. Emir Sabiri’ye kim fısıldadı? 
-Su nerde?
- İnek içti. 
-İnek nerde? 
-Hindistan trenini bekliyor Kurban Bayramı gelmeden. Bilmiyor ki bize her gün bayram. 
Akşamın saat yedi buçuğunda 6 kişiydik, bir eksildik. Ama şimdi de 6 kişiyiz. 
-Bu matematik bizi kandırıyor hocam. 


21 Eylül 2024 Cumartesi

KAPIDAN KAPIYA


Üner Taha Aydemir

Kapıya sırtını döndü ve uzaklaşmaya başladı. Bu kaçıncı kapıydı uzaklaşmak zorunda kaldığı, düşündü, sayamadı. Önündeki bütün kapılar kapalıydı. Kimi içerden kilitliydi kapıların kimi dışardan. Biraz ilerledikten sonra döndü ve kapıya yeniden baktı. Kapı açılmıştı ama tekrar oraya gitmek istemiyordu. Kendisine açılmayan kapılar bazen böyle kendiliğinden açılıyordu. Kime açılıyordu? Bilmiyordu. 
Yukarıdaki satırları yeniden okudu ve bir hikâyenin kapısının böyle açılmaması gerektiğini düşündü. Okuyanlar böyle bir hikâyenin önünden dönebilirlerdi. Daha başka bir kapı bulmalıydı hikâyeye girmek ve ardından okuru davet etmek için. Hikâye yazmak zorunda mıydı? Değildi. Bir şeyler yazmak zorunda mıydı? Değildi. Öyleyse masadan kalkmalı ve hayatın akışına kendisini bırakmalıydı. Hayata karışmalıydı. 
Düşündü, şu saatlerde yollar, koşuşturan insanlarla dolu olmalıydı. İnsanların ellerinde, kollarında mutlaka çantalar vardı. Mağazalar büyük ihtimalle tıklım tıklım doluydu. Sanki bir savaş başlayacaktı da insanlar stok yapıyor gibiydi. Bu manzara hep böyleydi. Günlerdir, haftalardır, aylardır böyleydi. Ömür boyu belki de birkaç kez giyebileceği elbise için telaşla alışveriş yapanlar, hiç kullanmayacağı elektronik malzemeler satın alıp kısa bir süre mutlu olduktan sonra bir çekmecede unutanlar, son kullanma tarihi geçinceye kadar dolapta bekleyip sonra çöpe gönderilmek üzere poşetlerde taşınan gıdalar…
Dışarda manzaranın böyle olabileceğini tahmin etmek zor değildi. Bu hayata karışmak da en az bir hikâyeye başlamak kadar zordu onun için. Hayata karışmak zorunda mıydı? Değildi. Sokağa çıkmak zorunda mıydı? Değildi.
Soruların cevabı hep “değildi” şeklinde geliyordu ve bu cevaplar onu hareketsiz bırakmaya yetiyordu. 
Yeniden masasının başında kendini yazmaya konsantre etti ve bu kez hikâye değil de farklı bir türde yazmaya karar verdi. Bir süre düşündü, en iyisi şiir yazmaktı. Şiir, bazen kendi kendine bir çorap söküğü gibi gelebiliyordu. Hikâye de öyleydi ama bu kez yazdığı hikâyeler tıkanmıştı. Hikâyenin kapısını bir türlü aralayamıyordu. Bu kapının önünde daha fazla beklemek anlamsızdı. 
Şiir yazmalıydı. Gözlerini kapattı, ilk dizeler zihnine düşmüştü bile: 
Açılsın diye bekliyorum önünde
Yıllardır ulu bir kapının





MİSAFİR

Üner Taha Aydemir 

Önce kırlar düştü
Uçsuz bucaksız 
Bir kar örtüsü beyazlığında 
Ama göğsü kor gibi sıcaktı

Sonra soldu
Sanki sonbaharda düşen
Her bir yaprakla beraber
Tane tane soldu
Kupkuru kaldı
İçinden çürümüş yalnız ağaçlar gibi

Ama mutluydu
İşte bu yüzden
Kandım
İnandım
Yuvamızdayız sandım

Yanılmışım, misafirmişiz
O da hepimiz gibi misafirmiş
Lakin o bizi 
Beklemedi
Erkenden gitti
Sanıyorum ki
Beklemeyi pek sevmezmiş kendisi

BEYAZ ELBİSE


Üner Taha Aydemir

Bu beyaz elbise sana hiç yakışmadı
Dedi öfkeyle
Aslında kolu, düğmesi, yakası olmasa da
Beğenmişti gömleğini
Ama bilemezsin ki
Kimsenin kıymetini
Yitirmedikçe en yakınındakini

Sonra hatırlarsın
Sual olunmaz sevgini
Bir parça taşın
Bir avuç toprağın önünde

Bu beyaz elbise sana hiç yakışmadı 
Duyuyor musun söylenenleri 
Hiç beğenmediler üzerindekini

UYKU

Üner Taha Aydemir

Gecenin karanlığında
Bırakır kendini insan
Karanlığın avuçlarına
Uyur 
Kaçmak için 

Eğer uyuyamazsa
Yakalanır yalnızlığın girdabına
Yüreğinden mıhlanır
Simsiyah bir tabuta
Zincire ne gerek
Rehin olmak için yalnızlığa