1 Haziran 2024 Cumartesi
VEDA
VEDA
DERGİLER
31 Mayıs 2024 Cuma
YOL
Aydın Çınar Yıldırım
Böyle bir hayat düşünmemişti çocukluğunda. Neşeli, sağlıklı ve huzurlu günler geride kalmıştı. Ne hayaller kurmuş ne planlar yapmıştı geleceğe dair. Aslında bir kısmını da gerçekleştirmişti ama gerçekleşen hayallerin yerini yenileri alıyordu ve sürekli gerçekleştirilecek bir hayal mutlaka oluyordu ileriye dair. Şimdi, yani otuz yaşına bir gün kala sanki bütün yolların sonuna gelmişti. Sanki takvimden koparılacak bir sayfa daha kalmamıştı. Sanki dünyanın bütün saatleri durmuştu.
Her şey küçük bir rahatsızlık için hastaneye uğradığı iki sene önce başlamıştı. Birkaç kutu ilaç ve birkaç gün dinlenme ile geride kalacak bir hastalık olduğunu düşünüyordu yaşadığının ama öyle olmamıştı. Günler süren tedaviler, tahliller ve tekrar eden ameliyatlar bir sonuç vermemişti. Yorulmuştu sağlığının peşinde koşmaktan ve bir sonuç alamamaktan. Tedavi süreci artık bitmişti ancak olumlu bir netice yoktu ortada. Gitmek, uzaklaşmak istiyordu. Başka bir şehir, başka bir kasaba belki de iyi gelir diye düşünmüştü ve yola çıkmıştı. Nereye gideceğini bilmiyordu. Nerede yaşamaya devam edeceğini de bilmiyordu. Yorgundu ve uyandığında bir yolun kenarında buldu kendini. Düşünmeden yolda yürümeye başladı. Yol sihirli bir ip gibi önünde uzayıp gidiyordu. Sağa sola bakmıyordu, yolda kimselerin olup olmadığına da bakmıyordu. Sadece ilerliyordu. Bazen bir tarla kenarında bazen bir ağacın gölgesinde dinleniyor, kuşları dinliyor, rüzgârı içine çekiyor, az da olsa rahatlıyor sonra yanında beliren yola yeniden adım atıyor ve yürüyordu. Tanımadığı insanlar geliyordu bazen yanına, etrafına… Küçük çocuklar geliyordu dizleri yırtık pantolonlarıyla, ellerinde değneklerle, ayaklarında parçalanmış ayakkabılarla. Kendi çocukluğunu arıyordu baktığı çocuk yüzlerinde. Kendi de mutluydu onlar yaşındayken. Hatta onlara göre şanslıydı. Muhteşem bir çocukluk yaşamıştı. Yaşamış mıydı?.. Kim bilir? Çocuklar konuşuyor, soru soruyorlar ama cevap vermeden yürüyordu.
Kaç şehir geçmişti, kaç kasaba, kaç köy bilmiyordu fakat artık bu amaçsız yolculuk da sıradan bir hale dönüşmeye başlamıştı. Geri dönmek artık neredeyse imkânsız gibiydi. Takati yoktu zaten dönmeye ancak yaşayabileceği bir yerleşim bölgesi de bulamamıştı. Bu düşünceler geçerken zihninden yolun bittiğini fark etti. Yol yoktu. Yılan gibi kıvrılan yollar birden kaybolmuştu önünden. Döndü, geriye baktı, geride de bir yol yoktu. Yol bitmişti. Yere baktı, göğe baktı. Güneşe bakmaya çalıştı gözlerini kısarak. Yol bitmişti. Kendi etrafında usul bir daire çizdi ve uzaklara bakmaya çalıştı. Bir çeşme vardı ilerde. Çeşmeye yöneldiğinde sesler duymaya başladı. Bir kadın sesiydi bu. Zaman zaman hıçkırıyor gibiydi. Biraz endişe etti ama korkacak ne olabilirdi ki? Çeşmenin yanına geldiğinde sesler kesildi. Çeşme de kuruydu zaten. Ne bir damla su vardı etrafında ne de ağaç, yeşillik, kuş sesi. Çeşmenin yanında bir süre oturdu. Uzanmak istedi, düzgün bir taşı yastık gibi kolunun altına aldı ve uzandı. Bir kadın sesi geliyordu yine. Gözlerini açtı, sağa sola baktı. Kimsecikler yoktu. Yeniden gözlerini kapadı. Tam uyumak üzereydi ki su sesiyle yeniden gözlerini açtı. Doğruldu, çeşmeye baktı. Kuru çeşmeden su akıyordu. Yüzünü yıkayıp su içmek için çeşmeye uzandığında çeşmeden su kesildi.
Uzandı ve gözlerini kapadı. Artık ne olursa olsun gözlerini açmayacaktı. Uyudu, uyudu, uyudu. Kaç saat geçti, kaç gün farkına varamadan uyudu. Rüya görmedi. Uyandığında çeşmenin yanında bir genç kadın gördü, bir yandan bir şeyler anlatıyor bir yandan ağlıyordu. Bunun bir rüya olduğunu düşündü. Bir süre baktı uzaktan. Kuru çeşmeden genç kadın konuştukça su akıyordu. Kadına seslenmek istedi ama sesi çıkmıyordu. Yerinden kalkmak istedi ama kalkamıyordu. Çeşme akıyor, kadın ağlıyor ve çeşmeye bir şeyler anlatıyordu. Yeniden gözlerini kapadı, uyudu, uyudu, uyudu. Kaç saat geçti, kaç gün farkına varmadan uyudu. Rüya görmedi. Uyandığında kuru bir çeşmenin başındaydı. Çeşmenin yanına oturdu ve onunla konuşmaya başladı:
- Böyle bir hayat düşünmemiştim çocukluğumda. Buraya nasıl geldim bilmiyorum. Neden geldiğimi de bilmiyorum. Hayallerim vardı geleceğe dair, planlarım vardı ama şimdi hiç biri yok.
Bu cümlelerden sonra dakikalarca konuştu, konuştu, konuştu. Bazen tebessüm ediyordu konuşurken bazen ağlıyordu. Son iki yılda başından geçen her şeyi anlattı. Anlattıkça rahatlıyordu. Anlattıkça kuş sesleri duymaya başlamıştı. Anlattıkça etrafındaki toprağın yeşerdiğini görüyordu. Bir süre suskun kaldı ve devam etti:
- Şimdi, otuz yaşımdayım. Sanki takvimden koparılacak bir sayfa daha yok. Sanki dünyanın bütün saatleri durdu.
Çeşme akmaya başladı. Çeşmenin sesine bir kadın sesi karışıyordu. Çeşmenin hemen yanında bir yol belirdi. Kıvrım kıvrım değildi. Ucu bucağı görünmüyordu. Hava kararmaya, sis çökmeye başlamıştı. Yoldaydı. Bilmediği bir yolda.
28 Mayıs 2024 Salı
SEVDİĞİM DERSLER
CUMHURİYET
100 yaşında artık cumhuriyet
Allah’ım
Daha yüzlerce
BULUT
ONUN ARABASI VAR
ÇUVAL
Okuldan evlerine dönen bir grup öğrenci, yolda şakalaşırken karşılarına düşen bu genci görür görmez içlerinde anlamsız bir korku oluştu. Tişörtünün üzerindeki lekeler kırmızıydı ve şüpheli bir tavrı vardı. Öğrencilerden biri diğerlerine:
-Sizce bu çuvalın içinde ne olabilir, diye sordu fısıltıyla.
Diğerleri, akıllarına gelen şeyi söylemeye ürktüler. Sadece biri:
-Çuvalda ne var bilmiyorum ama tişörtünde kan lekeleri var bu adamın, dedi yine fısıltıyla.
O anda öğrenciler oldukları yerde kaldılar ve birilerine haber verme ihtiyacı hissettiler. Hemen ilerde, otobüs durağında bekleyen birini gözlerine kestirerek yanına gittiler:
-Beyefendi, şu sırtında çuvalla gezen genç… Çok korkunç değil mi? O çuvalda ne taşıyor olabilir? Üstelik elbisesi de kan içinde, dedi.
Adam da fısıltıyla:
-Sabah beri ben de onu takip ediyorum, bir şeyler yapmalıyız, gerçekten çok kötü şeyler geliyor aklıma, dedi.
Gençler ve durakta bekleyen adamın konuşmalarını duyan yaşlı bir teyze hemen söze dahil oldu:
-Bence bu bir katil. Derhal polise haber vermeliyiz. Şunun suratına bakınsana Allah aşkına. Hiç meymenet yok.
Duraktaki küçük kalabalığı ve konuşmaları gören herkes birer ikişer oraya yanaştı. Bu sırada sırtında çuval taşıyan genç de çuvalı yere bırakmış, kalabalığa doğru sert sert bakıyordu.
Kalabalıktan biri:
-Kaçabilir, bir şeyler yapmamız gerek, diye devam etti. Herkesin gözü genç adamda ve yanında duran çuvaldaydı.
Herkesin düşüncesi aynı yöndeydi. Kimse aklına gelen şeyi tam olarak söylemiyor ancak bu genci azılı bir suçlu, hatta katil olarak düşünüyordu. Küçük tartışmalardan sonra nihayet kalabalığın en yaşlılarından biri:
-Siz de beni takip edin. Ben bu genci yakalayacağım, bana yardım edin yeter, dedi.
Kalabalık bir anda cesaretlenmişti. Öğrenciler, çantalarını durağa bırakarak yaşlı adamın peşine düştü. Yaşlı adam bastonunu bir kılıç gibi ileri doğru tutuyordu. Kalabalığın kendi üzerine doğru geldiğini gören genç önce telaşlandı. Çuvalı yeniden eline almıştı ki omzuna inen baston darbesi ile şaşkına döndü. Birdenbire yüzündeki o sert ifade yerini tebessüme bıraktı:
-Dede, iyi misin? Ne yapıyorsun, dedi.
Yaşlı adam:
-Nerden senin deden oluyorum hadsiz, diyerek bastonla bir kez daha vurdu.
Ondan cesaret alan teyzelerden biri gencin kafasına çantasını indirmeye başladı. Bağrışmalar, çağrışmalar, olay yerine güvenlik ekiplerinin gelmesi ile sona erdi. Memurlar, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Kalabalık ısrarla çuvalı işaret ediyor, gencin azılı bir katil olduğu yönünde imada bulunuyorlardı. Kendisine ilk kez söz hakkı verilen genç:
-Bir çuval pizzayı mahvettiniz. Beni işimden ettiniz. Üstelik bir de dayak attınız. Ben size ne yaptım ki, diyerek duygusallaştı.
Kalabalıktan biri:
-Yalan söylemeden önce tişörtündeki kan lekelerini açıkla, dedi.
Genç şaşkın şaşkın tişörtüne bakarak:
-Üzerimi değiştirmeye vakit bulamadım, siparişler acildi. Bunlar da ketçap lekesi, dedi.
Kalabalık sessizleşmişti. Öğrenciler durağa doğru yöneldi. Çantalarını alarak yola devam ettiler. Güvenlik görevlileri genci teselli etmeye çalışıyordu. Bastonlu ihtiyar ortadan kaybolmuştu. Şehir, yeniden eski haline dönmüştü. Üzerinde yıpranmış bir kot pantolon ve kırmızı lekelerle kaplı bir mavi bir tişörtle hüzünlü bir genç kocaman bir çuvalın yanında üzgün üzgün oturuyor, boşluğa bakıyordu.