11 Ocak 2025 Cumartesi

F KLAVYE

NURGÜL ASYA KILCI
ZEYNEP YURTTAŞ
KAAN ERDOĞAN 
MEHMET ZAHİD ÖKTEN 
TAHA METİN YILDIRIM 
SELİM KURT 
TUNAHAN CEYLAN 


Fatih’i düşünüyordu son zamanlarda durmadan. Fırından gelirken yine aklına gelmişti birdenbire. Farkında değildi bu durumun. Fayansların onarılması gerektiğini de unutamıyordu. Furkan, bu işten anladığını söylüyordu ama ona inanmamıştı. Far temizliği yapıyorum diye arabanın farını kırmıştı en son. Fakat fayans başka bir konu diyordu. Füze gibi ilerleyerek evine ulaşmıştı. Fakir biri değildi aslında ama yine de evi hayli eskiydi. Fasulye yemeğinin yanında yaptırdığı pideler iyi gidecekti. Fransa-Türkiye maçına saatler kalmıştı ve heyecanlanıyordu. Frankfurt’ta yapılacak maça keşke gidebilseydi belki oralarda Fatih’in izlerine de rastlardı. Faydasız biriydi belki de, öyle söylüyorlardı ona ancak o olmasa şimdi fırından kim ekmeği getirecekti. Fazla düşünmemeliydi, hayatı belki de bundan dolayı bu hâle gelmişti. Fatura almayı unutmuştu fırından ama zaten fırınlar fatura vermiyordu ki… Fesleğenli balık olsaydı şimdi fasulyenin yanında ne kadar da hoş olurdu ama aklına daha önce gelmemişti. Fırsatı olmamıştı başka bir yemek yapmak için. Fokur fokur kaynayan tencereye son kez baktı ve yemeğin piştiğini düşündü. Fincanla biraz su ilave etmenin iyi geleceğini düşünerek pişmeye devam eden yemeğe bir fincan soğuk su ilave etti. Fıkra dinlemeyeli çok vakit geçmişti. Fay hattı geçiyor muydu evlerinin altından? Ferdi Tayfur öldü, diyorlardı son günlerde. Fethetmek nasıl bir duygu olmalıydı İstanbul’u. Festivali yapılmalıydı İstanbul’un fethinin. Fıstık gibi küçük bir şehirdi İstanbul haritada bakınca. Filleri var mıydı Fatih’in Timur’un ordusunda olduğu gibi. Fiiller konusunu unuttuğunu hatırladı, zaten son zamanlarda fiil yerine eylem diyordu öğretmenleri. Fermanlarını düşündü Fatih’in, kaç kez ferman yayımlamıştı acaba? Fetret Devri’nden Osmanlı ne zaman kurtulmuştu?  Felaket şeyler geliyordu düşündükçe aklına. Feci şeyler geliyordu. Fermuarını açmadan montunu çıkardı, çıkardığı yalnızca montu değildi aklının da fermuarının açıldığını hissediyordu. Fevkalade bir yemek yapmıştı kendisine. Fıldır fıldır gözleri döndü yemeğe bakınca. Fiyatı iyice artmıştı dışarda yemeklerin, ev yemeği yemesi gerekiyordu. Film izlemeliydi yemekten sonra. Fikir, akıl kalmamıştı başında. Fotoğraflar üst üste geçiyordu beyninden. Format atması gerekiyordu beynine. Fatih’i düşünüyordu son zamanlarda durmadan. Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın, diyerek yemek masasına oturdu. 

BEN

 Beste KAYA

1. Bölüm: Kreş
Nihayet dört yaşıma girmiştim. Kreşe başlayacaktım ve o gün gelmişti. Kreşin ilk günüydü. Annemle kreşe gittik ama o içeri girmedi. Beni bırakıp gitti. O da üzülmüştü beni kapıda bıraktığına ama olması gereken buydu. Öğretmen kadındı. Beni diğer çocukların yanına götürmek amacıyla kucakladığında ona kızgınlıktan vurdum. Canının acıdığını düşünerek üzülmüştüm ama o beni annemden ayıran kişiydi. Bu hareketi kreşe devam ettiğim sürece tekrar ettim hep ama öğretmenim bu duruma alışıktı. Zaten benim gibi küçük bir çocuğun vurması ne kadar acıtabilirdi ki? İçeriye girdiğimizde diğer çocuklar kahvaltı yapıyordu. O gün okulda hiçbir şey yememiştim. Kahvaltı bittiğinde sınıfa gitmiştik. Resim yapıyorduk. Ben kendimi çizmiştim. Saçları uzun ve süslü elbiseli bir kız… Herkes çok kötü resimler çizmişti ama benim resmim çok güzel olmuştu. Uyku zamanı gelmişti. Tüm sınıf uyuyordu ama ben uyumuyordum. Yabancı bir yerde kim uyuyabilir ki? Bütün yıl böyle geçmişti ve okulun son günü gelmişti. Kreşe geldiğim her sabah öğretmenime vurmak bende alışkanlık olmuştu ama o sabah bu hareketi yapmamıştım çünkü çok uslu bir çocuk olmuştum. Annem gün sonunda beni almaya gelmişti. Anaokuluna gitmeye başlayacaktım.  
 

SICAK BİR DOSTLUK

Doğa Uzunpınar

Soğuk bir sonbahar günüydü. Yapraklar sararmış, ağaçlar kurumaya başlamıştı. Elida, evindeki şöminenin önünde televizyon izliyordu. İzliyordu izlemesine ama çok uzun süredir ekranın başından kalkmıyordu. Annesi Elida’nın çok uzun zamandır televizyon izlediğinin farkındaydı:
-Elida, sence de çok uzun zamandır televizyon izlemiyor musun, diyerek kızını uyardı. 
Elida, kapıdan onu izlemekte olan annesine baktı:
-İyi ama televizyon izlemek dışında başka ne yapabilirim ki?
-Mesela dışarı çıkabilirsin.
Elida, şöminenin çaprazındaki cama, sonra da annesine baktı. Annesi ona gülümsüyordu. Oflayıp puflaya da olsa Elida sonunda kalktı ve odasına gitti. Üstünü değişti, montunu giyindi ve dışarı çıktı. Ona göre yürüyüş yapmak, hem yorucu hem de sıkıcıydı. Aklından bunları geçirirken yürüyüş yapacağı parka ulaştığını fark etti. Parka girdi ve yürümeye başladı. Ayağının altındaki yaprakların çıkardığı hışırtılar Elida’nın yüzünde gülücükler oluşturuyordu. Rüzgarın uğultusu sanki onunla konuşuyordu. Aslında yürüyüş yapmak zevkli gelmeye başlamıştı. Tam o sırada ani bir fırtına çıktı. O kadar çok üşümüştü ki parkın içindeki kafeye doğru koşmaya başladı. Elida donmadan kafeye varmıştı. Artık üşümüyordu. Etrafa bakındı, camın önünde oturmuş bir kız gördü. Kız cama dokunuyor ama bir yandan da üzgün görünüyordu. Elida o kızın yanına gitti. Kız siyah bir gözlük takıyordu. Merhaba, dedi Elida o kıza. Kız da aynı şekilde karşılık verdi. 
-Ben Sıla, senin adın ne, diye bir soru sordu. 
-Ben Elida, tanıştığıma memnun oldum. 
Kızın yüzü biraz da olsa gülmüştü. 
-Neden üzgünsün, dedi Elida.
-Keşke senin gibi görebilsem, diyerek Elida’nın sorusunu cevapladı Sıla. 
Elida anlamıştı. Sıla görme engelliydi ama ne yapacaktı? Ne yapması gerekiyordu? 
-Hımm…  bu kötü bir şey olmalı. Umarım bundan sonrasında her şeyi görebilirsin. 
-Umarım, dedi Sıla. 
Yine üzgündü. Elida Sıla’ya:
-Konuşarak oynanan çok güzel bir oyun biliyorum, oynamak ister misin, dedi. 
-Olur, diye karşılık verdi Sıla. 
İşte o gün Elida ile Sıla en yakın arkadaş oldular. Dışarda fırtına devam ediyordu ama sıcacık bir dostluk başlamıştı. Engelsiz bir dostluk. 

İLKBAHAR


Elif Serra Yıldırım

Yemyeşil ağaçlar
Toprak kokan sokaklar
Islak asfaltlar
Bunun adı ilkbahar

Çiçek açan bitkiler
Taptaze meyveler
Çiçekler ve böcekler
Bunun adı ilkbahar

YAZ

 Doğa Uzunpınar

Yaz eğlence demektir
Mutluluğun ikinci ismidir
Okulun sona ermesiyle
İki ay bitmeyen bir süredir

Dondurma mevsimidir
Çocukların eğlencesidir
Anlatması çok zor olan
Zevkli geçen bir süredir

OKULUN İLK GÜNÜ

Elif Naz Özden

Birinci sınıfa yeni başlamıştım. Lavaboya gitmek için öğretmenden izin aldım. Lavabodan çıkarken iki arkadaşıma rastladım. Bu arkadaşlarımı anasınıfından tanıyordum. Bana
-Elif Naz, gel sana gizli yerimizi gösterelim, dediler. 
Ben de derste olduğumuzu unutup onların peşine takıldım. Okuldan birlikte çıktık ve okulun arkasına doğru yürüdük. Küçük bir merdiven vardı ulaştığımız yerde. Merdivenden inince küçücük bir odayla karşılaştık. Burada bir kablo vardı. O kabloya asıldık, çekiştirdik. Hemen yan tarafta duran kapıyı açmaya çalıştık ve tekmeledik. Bir anda isimlerimizle bize seslenildiğini duyduk. Oradan çıktıktan sonra aklıma derste olduğumuz geldi ve arkadaşlarımın sınıf öğretmeniyle benim öğretmenimin bizleri aradığını fark ettik. Okulun önüne ulaştığımızda öğretmenim beni kolumdan tutarak sınıfa götürdü. Sınıfa girince bana biraz kızdı. Haklıydı aslında. Bana orasının kazan dairesi olduğunu söyledi. Yaptığım şeyin düşüncesizce olduğunu o anda anladım. Bilmediğim bir yere üstelik ders saatinde lavaboya gitmek için izin alarak gitmiştim. Arkadaşlarımın aklına uymuştum. 
Arkadaşlarım, orasının gizli yerleri olduğunu düşünüyordu, demek ki sürekli gidiyorlardı oraya. Onların öğretmeni nasıl bir tavır sergiledi bilmiyorum ancak okulun daha ilk gününde yaşadığım bu anıyı hiç unutmuyorum. 

ÜŞENGEÇ BANU


Ahu Lina Deniz 
(Misafir Yazar)

Bir zamanlar çok uzaklarda bir ülkede Banu adında bir kız yaşarmış. Banu üşengeç biriymiş ve her şeyi yapmaya erinirmiş. Tüm işlerini Banu yerine annesi ve babası yaparmış ve bundan şikayet etmediği gibi rahatsız da olmazmış. 
Aradan yıllar geçmiş. Banu’nun çocukluğundaki bu haller hiç değişmemiş ve nihayet bir genç kız olmuş. Sonunda evlenme çağı gelmiş ve evlenmiş. Banu evlendikten sonra da aynı üşengeçliğe devam etmiş. Hiçbir işini yapmıyormuş. 
Banu’nun eşi bir gün ormana avlanmaya gitmiş ve elinde bir ördekle dönmüş fakat eve geldikten sonra çantasını ormanda unuttuğunu fark etmiş ve ördeği eve bırakarak koşa koşa ormana gitmiş. Bu esnada kapı çalınmış. Banu, üşengeç olduğu için yerinden bağırmış:
-Kimsin, kim o?
Ses gelemeyince söylenerek yataktan kalkmış ve kapıyı açmış. Kapıda bir kadın görmüş. Kadın Banu’ya:
-Biraz ekmek alabilir miyim, demiş. 
Banu:
-Mutfakta biraz olacak, demiş. 
Kadın şaşırmış bu sözlere çünkü Banu yeniden yerine geçmiş, yatmış. Kadın içeri girince kazanda ördeği görmüş. Hemen şöyle bir türkü söylemeye başlamış:
Açtım kapıyı ekmek almaya
Gittim mutfağa
Ördek vak vak
Banu, bu sözlerden bir şey anlamamış. Kadın daha sonra sessizce evden ayrılmış.
Bir süre sonra  Banu’nun kocası eve gelince ördeği görememiş. Eşine:
-Buraya, bir kazanın içine bıraktığım ördek şimdi nerede?
Banu olanları anlatmış ve kadının söylediği türküyü kocasına anlatmış. Kocası durumu anlamış. Ördeği kadının götürdüğünü düşünmüş. 
Banu ile saatlerce konuşmuş. Onun üşengeçliği yüzünden aç kalacaklarını söylemiş. 
Banu, o günden sonra sorumluluklarını yerine getirmeye çalışmış. Önceleri biraz yoruluyormuş ama zaman geçtikçe bu işten zevk almaya da başlamış. 
Birgün eşiyle birlikte anne babasını ziyarete gitmiş. Anne babası yine her işi kendileri yapacakken Banu:
-Hayır, demiş. Eski Banu artık yok. Bütün işleri ben yapabilirim. Hatta sizin işlerinizi bile. 

GÜNEŞ, AY ve İNSANLAR

Gamze Sena Kuyucu

Bilir herkes güneşin tanımını
Samanyolumuzun tek yıldızı
Biliyor herkes ayın tanımını
Dünyamızın tek uydusu

Ama bana göre öyle değil
Yazın yakınırız
Hava sıcak niye çok güneş var diye
Kışın yakınırız
Hava çok soğuk, niye güneş yok diye
Olsa da olmasa da
Yaranamaz güneş bize

Güneşin batmasını bile zevkle izler insanlar
Kilometrelerce yol kat ederler
Oysaki güneşin doğuşunu
İzlemek için tatlı uykularından
Vazgeçemezler 

Ben kimseyi gündüz
Güneşi izlerken görmedim
Güneşi düşünerek izlerken görmedim
Oysaki ay öyle mi?
Gece huzur bulur insanlar
Saatlerce gökyüzüne
Aya bakarlar

Ay azıcık bulutların arkasına geçse
Üzülür herkes
İşte böyledir insanlar
Bazılar güneş, bazıları aydır
Güneşler ne yaparlarsa yapsınlar
İnsanlara yaranamazlar
Herkes onun batmasını ister
Çok değerli olsa bile
Ayları ise herkes sever
Severek izler
Bir şey yapmasalar bile


TATİL ÖDEVİ


FATMA BEREN KARATEPE
AGAH TAHA TEMİZKAN
ELA EYŞAN POLAT
AMIRHOSSEIN HAMEDISHAHRAKI
ELVİN RANA PELİT
ATAKAN KIVANÇ AĞCA
GAMZE SENA KUYUCU
ZÜMRA ŞAHİN 


Nihayet okulun ilk dönemi sona ermişti. Melih, Melisa ve Merih aynı sınıfta okuyan üçüz kardeşlerdi. 
Melih, Melisa ve Merih’ten iki dakika daha büyüktü. Bu yüzden kardeşlerinden kendisine ağabey demelerini istiyordu oysa onun boyu diğerlerinden daha kısaydı. 
Melisa iki erkek kardeşinin arasında büyüdüğü için onlara benzemişti. Onlarla aynı oyunları oynuyor hatta aynı kıyafetleri giyiniyordu. Sadece saçları uzundu kardeşlerinden. 
Merih, üç kardeşin en afacan olanıydı. Yerinde durmak bilmiyor, mutlaka başına bir bela açıyordu her seferinde. Diğer kardeşleri sayesinde başına açtığı belaları savuştursa da bu, her zaman kolay olmuyordu. 
Okulun ilk dönemi sona ermişti. Üç kardeşin de not ortalaması aynıydı sorun yoktu fakat tatil için verilen ödevler şimdiden yığılmıştı. Bu ödevler yaz tatilinde bile yetişmeyecek türdendi. Türkçe öğretmeni 10 kitap vermişti okunması için. Matematik öğretmeni her gün 100 soru çözmelerini istemişti. Fen bilgisi öğretmeni 10 deney vermişti evde yapılmak üzere. Beden eğitimi öğretmeni bile ödev vermişti: Günlük 30 dakikalık koşu. Resim öğretmeni, suluboya, pastel ve yağlıboya tabloları istemişti beşer tane. Bu kadar ödev üç öğrenci tarafından üstelik aynı evde yapılacaktı. Bu, çok da mümkün görünmüyordu. Üç kardeş, öğretmenlere bu ödevleri üçe bölüp bölemeyeceklerini sordular fakat olumlu bir cevap alamadılar. Çaresiz bu işlerin hepsi yapılacaktı hem de iki hafta içinde. 
Tatil, başlamadan zehre dönüşmüştü. Oysa tatilde sınırsız oyun oynayacaklardı. Kar yağarsa dışardan içeriye girmeyecek, kayak tesislerine gideceklerdi. Akraba ziyaretlerine gideceklerdi. Aylardır tatilde izlemek için film listesi yapmışlardı, akşamları bu filmleri izleyeceklerdi. Aylardır yemedikleri cipsleri ve kuruyemişleri tatil boyunca tüketeceklerdi. Şimdi ise önlerine okul döneminden daha yoğun bir tatil ödevi programı konulmuştu. 
Karneler dağıtılmış ve tüm derslerin ödevleri hatırlatılmıştı yeniden. Hatta matematik öğretmeni şöyle demişti:
-Ödevini bitirmeyen pazartesi okula gelmesin ya da başka bir okula naklini aldırsın. 
Karneleriyle eve gelen üç kardeş önce ödevlere başlamayı düşündü fakat erkendi. Birkaç gün sonra başlamak iyi fikirdi. Zaten aileleri de bir süre dinlenmelerini önermişti. En azından cumartesi ve Pazar günü dinlenmeliydiler. Okula ait her şeyi odalarından çıkardılar ve keyiflerince bir tatile başladılar. Tatilin ilk günü, ikinci günü, üçüncü günü, dördüncü günü… derken ödevler unutulmuştu bile. Ta ki son Pazar akşamına kadar. Tatilin son günü Pazar gecesi tam uykuya dalacakları anda Merih büyük bir çığlık attı:
-Ödevleri yapmadıııııııık!
Melih ve Melisa’nın bu çığlıkla uykuları kaçtı ve yerlerinden kalktılar. Bir süre ne yapacaklarını düşündüler ancak artık vakit çok geçti. Matematik öğretmeninin söylediklerini hatırladılar. Acaba yarın okula gitmesek mi, diye düşündüler. Bir diğer çözüm de okul değişmekti. 
Çok fazla düşünmenin anlamı yoktu. Üç kardeş, kendi aralarında bir iş bölümü yaptılar. Matematik ve fen bilgisi ödevlerini Melih yapacaktı. Kitapları okuma işini Melisa yapacaktı. Merih, resim ödevlerini halledecekti. Beden eğitiminin ödevi kendiliğinden yapılmıştı çünkü günlerdir hareket halindeydiler; koşmuşlar, zıplamışlar, oynamışlardı. 
Bütün gece ödevleri halletmekle geçmişti. Sabah güneş doğmak üzere iken üç kardeş de uykuya dalmıştı. Gözlerini açtıklarında öğlen vakti yaklaşmıştı. Anneleri kahvaltının hazır olduğunu söylüyordu. 
Melih, Merih ve Melisa okul malzemelerini topladılar. Kahvaltı için vakit yok, diye düşünüyorlardı ki anneleri odalarına girdi:
-Tatil bitmeden ödevleri bitirmeyi düşündünüz demek, aferin. 
Merih:
-Tatil bu sabah bitmedi mi anne, okulda olmamız gerekmiyor mu şu saatte, diye sordu. 
Anneleri:
-Tatilin henüz bir haftası bitti ve ikinci haftasına yeni başlıyoruz, dediğinde Melisa takvime baktı. Anneleri haklıydı.
Bu yersiz telaşla ödevlerin neredeyse tamamı bitmişti hem de bir gecede. 
İlerde bir hafta süreleri vardı. Bir hafta koca bir tatil. 
Sayılı gün çabuk geçti. Bu bir haftalık tatil de su gibi aktı ve okullar açıldı. En azından ödevleri tamamlamışlardı. Acaba arkadaşları ne yapmıştı? Herkes onlar gibi üç kardeş değildi. 
Okulun ilk günü büyük bir sessizlik vardı sınıfta. Önce matematik, sonra Türkçe, ardından fen bilgisi dersleri vardı. İlk ders matematik öğretmeni ödevlerin konusunu hiç açmadı. Öğrencilerden de kimse ödevlere dair bir şey söylemiyordu. Tam ders bitmek üzereydi ki Merih çılgın gibi parmak kaldırmaya başladı. Öğretmen söz hakkı verdi:
-Öğretmenim, çözmemiz gereken sorular vardı. Günde yüz soru çözecektik ve siz ödevlerini yapmayan pazartesi okula gelmesin demiştiniz. Ödevlere bakmayacak mısınız?
Bütün sınıf Merih’e kinle baktı. Sadece bütün sınıf değil Melih ve Melisa da…

10 Ocak 2025 Cuma

İYİYİM

İdil Karaman

Baskı ne diye sorabilen insan yaratır baskıyı
Cevabını bilmeyen insan bunu iliklerine kadar yaşamışken
En kötü ihtimalle bunu yaşadığını bilmiyordur
Daha kötü ihtimalle cevap vermesini engelleyen şey yine baskıdır
Bir iğnenin balona batması gibidir baskı
Ya o balonu paramparça eder 
Ya da yavaşça havasını indirir öldürür
İyi bir ihtimal var mıdır? Sanmıyorum
Baskıyı hisseden insan içine kapanır
Pimi çekili bomba gibi ne zaman patlayacağı bilinmez
Ya dışarı patlar 
Ya kendi içini parçalar
İçinde bıraktığı hasarı kaldırabilecek tek kişi o iken