28 Aralık 2024 Cumartesi

SENSİZ OLMUYOR

 
Amirhossein Hamedıshahraki


İster çok sıcak olsun hava
İsterse çok soğuk
İster sabahın beşi olsun
İster gecenin onu
O yoksa bir eksik hayatım
O yoksa çekiliyor damarımda kanım
Çok fazla bekleyince beni
Tadı kaçıyor
O yüzden bekletmeden koşuyorum ona
Sabah akşam demeden
Gidiyorum yanına

Ekmek ne kadar azizse
Su ne kadar değerliyse
Sen de o kadar değerlisin 
Sensiz bir hayat düşünemediğim doğru
Sensiz olmuyor ey şekersiz çay
Sensiz günü yaşanmamış sayıyorum



SENSİZ ASLA

Atakan Kıvanç Ağca

Seni özlediğim kadar
Özlemiyorum hiçbir şeyi
Sen yokken anlamı yok
Hayatın ve dünyanın
Anlamı yok derslerin
Okula koşmanın

Senden uzak kaldığımda bir süre
Hayat bana zindan oluyor
Dünya bir cehennem
Karışıyor her şey birbirine

Gün biter bitmez
Senin kollarında buluyorum kendimi
Uyku
Ey güzel uyku
Sen ne sihirli bir şeysin

YENİ BİR DOST

Agâh Taha Temizkan

Günlerdir yanımdasın
Yalnız günün belli saatlerinde değil
Gece başucumda 
Sabah yanımda
Okuldayken sıramda

Aslında beklemiyordum senden bu kadar vefa
Kimlerden kimlerden beklemişim boşu boşuna
Ne güceniyorsun bana
Ne kırılıyorsun
Pet şişem, küçük dostum
Sen beni terk etmezsen
Ben seni terk edemem
Nasıl bağlandım sana bilsen 

KAPI

FATMA BEREN KARATEPE
AGAH TAHA TEMİZKAN
AMIRHOSSEIN HAMEDISHAHRAKI
ELVİN RANA PELİT
ATAKAN KIVANÇ AĞCA



Geriye, sandalyeye döndü ve usulca yerine oturdu. Zaten uzun süredir dizleri ağrıyordu. Ayakta fazlaca bekleyemiyordu. Kapı hızlı hızlı vuruldu. Yeniden ayağa kalktı ve duvarlara tutunarak kapıya kadar gitti, kapıyı açtı:
-Çiğköfte galiba sizin. Afiyet olsun. 
Cevap vermesine fırsat bile bırakmadan yemekleri getiren kişi koşar adım merdivenlerden indi. Oysa yemek söylememişti. Çiğköfteyi zaten sevmezdi. Acaba kim söylemişti bu yemeği? Belki de karşı komşusuna gelmişti. Ya da alt kata getireceği yemeği kendisine getirmişti. Bir süre elindeki poşete baktı. Belki karşı kapı açılır, diye bekledi. Kimseden ses seda gelmeyince kapıyı kapadı. Zaten dizleri ağrımaya başlamıştı yine. Mutfağa geçti ve çiğköfteyi masaya bıraktı. Acıkmıştı aslında. Çiğköfteyi de daha önce hiç yememiş fakat görüntüsünden dolayı bir ön yargı oluşmuştu. Sevmiyorum, deyip senelerce yememişti. Eli istemsizce poşete uzandı. Ayran da vardı poşetin içinde. Sadece ayranı içse bile ona yeterdi. Ayrana uzandığı anda yeniden kapı vurulmaya başlandı. Belki de siparişin gerçek sahibiydi gelen. Telaşla poşeti topladı ve eline alarak kapıya doğru usul usul yürüdü. Kapıyı açarken poşeti uzattı fakat kapının önünde duran kişi de ona bir poşet uzatıyordu. Diğer eliyle ikinci poşeti de aldı. Poşeti bırakan kişi hiçbir şey söylemeden merdivenlerden koşarak indi. Şaşkındı. Poşetten güzel bir koku geliyordu. Göz ucuyla baktı. Kebap vardı içinde. Yine bir süre kapının önünde bekledi. Karşı kapıya baktı, aşağı katları dinledi. Mutfağa döndü. 
İki poşeti de masaya bıraktı. Açlık iyice kendini hissettirmeye başlamıştı. Çiğköfteye bakmak içinden bile gelmiyordu. Kebaba baktı. Onun da yanında ayran vardı. Yine ayrana doğru uzanmıştı ki kapının vurulduğunu duydu. Bu kez poşetleri masada bırakarak ve güçlükle kapıya doğru ilerledi. Bir günde üçüncü kez kapısı vuruluyordu ve açmaya gidiyordu. Çok yorucuydu bu iş onun için. Kapıyı açtı ama kimse yoktu ortalıkta. Birileri kendiyle dalga geçiyordu belki de. Kapının önünde bekledi, bekledi. Tam kapatıp içeri girecekti ki eşikteki poşeti gördü. Yine bir yemek firmasına aitti poşet. Artık içinde ne var diye merak etmiyordu. Hatta poşeti orada bırakıp kapıyı kapatmayı bile düşündü. Son anda uzandı ve poşeti yerden aldı. Onu da mutfağa, masanın üzerine bıraktı. 
İştahı kaçmaya başlamıştı ama açtı. Masada üç paket yemek vardı. Birinden başlamalıydı. Gelen son poşete doğru uzandı. Bu poşette ayran yoktu. Gazlı içecek vardı ucundan görebildiği kadarıyla. Aç karnına bunu içmese iyi olurdu. Tam hangi poşetten başlayacağına karar vermek üzereydi ki kapının önünde yine sesler duymaya başladı. Kapının ardından bir ses duydu:
-Murtaza Bey, siparişiniz kapıda. 
Önce canı sıkıldı fakat adının Muhittin olduğunu hatırladı. Murtaza adında kimseyi hatırlamıyordu. 
Artık kapıya bakmamaya karar verdi. Son kez kapıya bakacak ve bir daha hiç bakmayacaktı. Oturup tıka basa karnını doyuracaktı ve ardından uzanacak, eline bir kitap alacak ve okuyacaktı. Şayet çok yorgun olmazsa kahve bile yapabilirdi kendine. 
Bu düşüncelerle kapıyı açtı. Kimseler yoktu. Eşiğe baktı, paket filan yoktu. Üst kata, alt kata uzanarak baktı, kimseler yoktu. Hırsla kapıyı kapattı. Mutfağa girdi. Masaya baktığında şaşırdı. Masa boştu.
Sandalyelerden birini tuttu ve usulca yerine oturdu. Zaten uzun süredir dizleri ağrıyordu. Ayakta fazlaca bekleyemiyordu. 
 

27 Aralık 2024 Cuma

BİLMİYORUM


İdil Karaman


Ellerim, ayaklarım bağlı bu odaya
Sorsan özgürüm 
Aklım serbest mi peki?
Hayır
Yığınlara uyum sağlamak zorundayım
Zorundayız
Peki nasıl?
Bilmiyorum, bilmiyorum, bilmiyorum
Peki, bu sorunun cevabını hiç düşündüm mü?
Hayır 
Neden?
Bilmiyorum, bilmiyorum, bilmiyorum

NE İŞ?


Akın Eliş


Bunlar benim becerebileceğim işler değildi. Merdivenleri koşarak indim. Dışarıya çıktığımda gökyüzüne baktım ve derin bir nefes aldım. Bir nefes daha, bir nefes daha. Hava soğuktu ve yüzüme sert bir rüzgâr değiyordu. Şikâyetçi olabileceğim bir şey değildi havanın soğukluğu. Bu soğukluğa ihtiyacım vardı. Beni uyandırıyordu ve bana huzur veriyordu. Bunlar benim becerebileceğim işler değildi. Kaç kez söylemiştim oysa bu iş bana uygun değil diye. Kişiliğime uymuyordu bir kere. Hiç tanımadığım insanların kapısına varmak, zillerini çalmak… Ben kendi evimin bile ziline basarken çoğu zaman kuşkulanan, kendini kötü hisseden biriydim. Beni hiç tanımayan bir insan kapıyı açtığında neler düşünürdü kim bilir? Ürkütücü bir duruşum vardı. Yolda yürürken insanlar kenara çekiliyor ve bana yol veriyordu çoğu zaman. Montumun yakası hep yukarda ve ellerim hep ceplerimde. Beni gören çocukların ağlamaya başladığına çok şahit oldum markette, parkta. Şimdi bana verdikleri işe bak. Üstelik bu iş çok riskliydi. Bu kadar insanın arasında kimseyi ürkütmeden ve dikkat çekmeden dolaşacaksın. Gün bitmeden teslim etmen gereken her şeyi teslim edeceksin, üstelik sana sorulan sorulara cevap vereceksin. Evde olmayanlara tekrar uğrayacaksın. Üstelik çoğu evin giriş ve çıkışında kameralar var…
Bu işi yaparken yalnız değildim. Arkadaşlarımdan bu işi yaparken çok mutlu olanlar vardı. Bana da onlar önermişti aslında fakat bu kadar endişe verici olabileceği aklıma hiç gelmemişti. Bir kez “evet” demiştim. Uzaktan bakıldığında hiçbir zorluğu yoktu bu işin. Hatta on yaşındaki bir çocuk bile bu işi tereyağından kıl çeker gibi yapabilirdi ama benim kişiliğime tersti.
Gidip artık bu işten ayrılacağımı söylemenin vakti gelmişti. Hiçbir güç bu işi daha fazla sürdürmemi isteyemezdi benden. İş yerime geldiğimde kapıda bisikletler, motosikletler, küçük araçlar diziliydi. Bir ton iş vardı yapılacak. Derin bir nefes aldım ve patronun kapısını çaldım. Patronun önünde bilgisayar açıktı. Bir yandan bilgisayarda bir şeyler yapıyor bir yandan da telefonda yüksek sesle konuşuyordu. Beni gördüğü hâlde ben yokmuşum gibi devam ediyordu meşgul olduğu şeylerle. Bir süre bekledim. Belki de hiçbir şey söylemeden ayrılmalıydım. Tam dönüp çıkacaktım ki seslendi:
-Taha Bey, bir sorun mu var?
-Yok, dedim. Halledildi galiba sorun.
Dışarıya çıktım ve yeniden kapıdaki araçları gördüm. Herkes bu işi sorunsuz yapıyordu. Sorgulamadan yapıyordu. Kalan paketleri dağıtmak için yeniden yola çıktım. Bir kargo çalışanı olmak, belki de kötü bir şey değildi. Bu iş bana göre değildi ama değişebilirdim.  

CEVAPSIZ SORU


İdil Karaman


Herkes suskundu. Neden konuşulmuyordu, anlayamamıştım. Oysa biz onları dinlemek için gelmiştik oraya. Onlarca kişi, saatler öncesinden koltuklardaki yerini almıştı. Ben de en ön sıraya oturmuştum. Konferans saati başlamış hatta on dakika da geçmişti fakat konuşmacılardan herhangi bir ses yoktu. Kendi aralarında bile konuşmuyorlardı. Salon zaten sessizdi. Sunum yapacak olan kişiler de ne yapacaklarını bilmiyor gibiydi. Salonda sinek uçsa kanat sesleri duyulacak bir sessizlik hâkimdi. Birkaç dakika daha sessiz kalabilirdim ama sonrasında bu sessizliği ben bozabilecek kadar gerilmiştim. Kimse bir şey söylemiyordu. Boşuna mı toplanmıştı bu kadar insan, boşuna mı zaman ayırmıştım? Bu esnada bakışların bana odaklandığını hissetmeye başladım ama bu manasızdı çünkü ben de herkes kadar sessiz ve hareketsiz bekliyordum. Tüm gürültü zihnimdeydi. Sessizce geriye dönüp baktım, yan tarafımda oturanları süzdüm ve sahnedekilere yöneldi bakışlarım. Evet, herkes bana bakıyordu. Bir süre sonra üzerimde çevrili bakışlar bir tebessümle süslenmeye başladı. Bu tebessümler ürpertici, iticiydi. Giderek tebessümler yerini pis sırıtmalara bırakmaya başladı. Terlemeye başlamıştım ve salondaki sessizlik bozulmaya dönmüştü. Gülüyorlardı artık, hem de yüksek sesle. Bana bakarak gülüyorlardı. Arkamdaki koltuklarda oturanlar, yan koltukta oturanlar, sahnedeki konuşmacalar… Hepsi bana bakıp iğrenç kahkahalar atıyorlardı. 

Yerimden kalkıp salonu terk etmeyi düşündüm. İki elimi oturduğum koltuğun kenarlarına bastırarak yerimden kalkmaya çalıştım fakat kelepçelenmiş gibiydi kollarım. Pranga vurulmuş gibiydi ayaklarım. Hareket edemiyordum oturduğum yerde. Çığlık atmaya çalıştım fakat sesim içimde yankılandı. Dışarıya cılız bir ses bile çıkmadı. Ayaklarımı yere vurmak, ellerimle koltuğu yumruklamak istedim, nafileydi. Birden salon tamamen karanlığa büründü. Sesler çoğaldı, çoğaldı, çoğaldı… Sonra birden kesildi. Hiçbir şey duyamaz olmuştum. Gözlerimi ne zaman kapattığımı hatırlamıyordum. Gözlerimi aralamaya başladım. Gözlerim kamaştı önce aydınlıktan. Usul usul araladım gözlerimi. Her yer sessizdi. Tepemde bir lamba vardı etrafı fazlasıyla aydınlatan. Bir hastane odası olmalıydı burası. Yerimden doğrulmaya çalıştım. Ellerim, ayaklarım, gövdem yatağa bağlanmıştı. Yeniden gözlerimi kapatmıştım ki yanımdaki sesleri duydum ve gözlerimi açtım. Başucumdaki kişi bir doktor olmalıydı. Bana sordu:

-Bugün kendini nasıl hissediyorsun?




YARA

 
ZEYNEP AYTEN

Yaralıydı. Hem de ağır yaralı. Kimse farkında değildi yaralarının verdiği acının. Kimse farkında değildi kaybettiği kanın. Durmadan ona geliyorlardı tedavi olmak için. Hastalar, hastalar, hastalar… Aslında gelenlerin çoğu hasta değildi, sadece ona ihtiyaçları vardı. Onunla konuştuktan sonra yüzlerinde bir tebessüm oluşuyordu gelenlerin. Gelirken beton gibi bir yüzle gelen insanlar, onun yanından ayrılırken çiçek bahçesini andıran bir yüzle dönüyorlardı. 
Günler böyle geçiyordu. Kimse ona derdini sormuyordu. Kimse ona, yaralı mısın, demiyordu. Ona gelen her kişi bir yara bırakarak oraya geri dönüyordu. Bu kadar yaranın bir yararı yoktu ona. Bu kadar yarayı artık taşıyamayacağını da düşünüyordu. Neyse ki bazı yaralar kendiliğinden iyileşiyordu birkaç gün içerisinde. Bazıları ise anında iyileşiyordu. 
Kimse onun da hislerinin olabileceğini düşünmüyordu. Yara bere doluydu her yanı. Acı çeke çeke kurumaya yüz tutmuştu her yanı. Yıllardır bir yudum su getiren olmamıştı. Cansız bir iskelet gibi kalan gövdesine yıllardır bir kuş konmamıştı. Vücuduna kazınan anlamsız şekillerden, harflerden ve dallarına bağlanan renkli bez parçalarından acı damlıyordu. Hemen önüne yakılıp giden mumlar da canını yakıyordu. Böyle bir hayat düşünmemişti. Diğer arkadaşlarının fısıltılarını duyuyordu rüzgârdan, fırtınadan. Neşeli fısıltılardı bunlar. 
Yaralıydı ve gitme zamanının çoktan geldiğini biliyordu. Bir sabah onu alacaklar ve götüreceklerdi bilmediği bir yere. 
Daha önce hiç duymadığı bir acıyla selamladı son günü. Toprağın altında gömülü ayakları bile sızlıyordu. Rengârenk dalları titriyordu. Duyabileceği en büyük acıyı, sızıyı duymuştu artık ve bitmişti hepsi. Hepsi geride kalmıştı. Çok sürmedi, kendini yerde buldu. Toprağa hiç bu kadar yakın olduğunu hatırlamıyordu. Ayrılırken köklerine baktı, baktı… Bütün yaralarını orada bırakmıştı. 

AYNA

 
ZEYNEP AYTEN

O yüzü duvarda görünce bütün o sıkıntılı geçmişi tekrar tekrar yaşamış gibi oldu. Uzun bir hikâyeydi o yüzden yansıyan. İstese de başka yere bakamıyordu. Bir kez görmüştü o yüzü ve gözlerini ayıramıyordu. Elinde bir bardak çayla öylece kalakalmıştı odanın ortasında. Yıllardır görmediği birini görmüş gibi oldu. Epeydir haber alamadığı birinden haber almış gibi… Tüm cesaretini toplayıp en yakın koltuğa oturdu. O aynanın yerini değiştirmenin zamanı gelmişti. 

KAPI


ZEYNEP AKBULUT

Üzülmediğine göre bir sorun olmadığını söyledim fakat bana bir türlü inanmıyordu. Durmadan yere bakıyor, bir şey söylemiyordu. Bir ara ellerine baktım, parmaklarını çıtlatıyordu ama ses gelmiyordu parmaklarından. Haydi artık, dedim. Sen, yapabileceğin her şeyi yapmışsın. Onu da üzmemişsin, kendini de. Cevap vermiyordu ve arada gözlerime bakıyordu ve gözlerini gözlerimden kaçırıyordu. Beni görmek, ona tedirginlik veriyordu, sezmiştim. Daha fazla bekleyemezdim onun önünde. Arkamı döndüm ve kapıyı kapattım. Ayna, orada öylece kaldı.