İdil Karaman
Herkes suskundu. Neden konuşulmuyordu, anlayamamıştım. Oysa biz onları dinlemek için gelmiştik oraya. Onlarca kişi, saatler öncesinden koltuklardaki yerini almıştı. Ben de en ön sıraya oturmuştum. Konferans saati başlamış hatta on dakika da geçmişti fakat konuşmacılardan herhangi bir ses yoktu. Kendi aralarında bile konuşmuyorlardı. Salon zaten sessizdi. Sunum yapacak olan kişiler de ne yapacaklarını bilmiyor gibiydi. Salonda sinek uçsa kanat sesleri duyulacak bir sessizlik hâkimdi. Birkaç dakika daha sessiz kalabilirdim ama sonrasında bu sessizliği ben bozabilecek kadar gerilmiştim. Kimse bir şey söylemiyordu. Boşuna mı toplanmıştı bu kadar insan, boşuna mı zaman ayırmıştım? Bu esnada bakışların bana odaklandığını hissetmeye başladım ama bu manasızdı çünkü ben de herkes kadar sessiz ve hareketsiz bekliyordum. Tüm gürültü zihnimdeydi. Sessizce geriye dönüp baktım, yan tarafımda oturanları süzdüm ve sahnedekilere yöneldi bakışlarım. Evet, herkes bana bakıyordu. Bir süre sonra üzerimde çevrili bakışlar bir tebessümle süslenmeye başladı. Bu tebessümler ürpertici, iticiydi. Giderek tebessümler yerini pis sırıtmalara bırakmaya başladı. Terlemeye başlamıştım ve salondaki sessizlik bozulmaya dönmüştü. Gülüyorlardı artık, hem de yüksek sesle. Bana bakarak gülüyorlardı. Arkamdaki koltuklarda oturanlar, yan koltukta oturanlar, sahnedeki konuşmacalar… Hepsi bana bakıp iğrenç kahkahalar atıyorlardı.
Yerimden kalkıp salonu terk etmeyi düşündüm. İki elimi oturduğum koltuğun kenarlarına bastırarak yerimden kalkmaya çalıştım fakat kelepçelenmiş gibiydi kollarım. Pranga vurulmuş gibiydi ayaklarım. Hareket edemiyordum oturduğum yerde. Çığlık atmaya çalıştım fakat sesim içimde yankılandı. Dışarıya cılız bir ses bile çıkmadı. Ayaklarımı yere vurmak, ellerimle koltuğu yumruklamak istedim, nafileydi. Birden salon tamamen karanlığa büründü. Sesler çoğaldı, çoğaldı, çoğaldı… Sonra birden kesildi. Hiçbir şey duyamaz olmuştum. Gözlerimi ne zaman kapattığımı hatırlamıyordum. Gözlerimi aralamaya başladım. Gözlerim kamaştı önce aydınlıktan. Usul usul araladım gözlerimi. Her yer sessizdi. Tepemde bir lamba vardı etrafı fazlasıyla aydınlatan. Bir hastane odası olmalıydı burası. Yerimden doğrulmaya çalıştım. Ellerim, ayaklarım, gövdem yatağa bağlanmıştı. Yeniden gözlerimi kapatmıştım ki yanımdaki sesleri duydum ve gözlerimi açtım. Başucumdaki kişi bir doktor olmalıydı. Bana sordu:
-Bugün kendini nasıl hissediyorsun?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder