FATMA BEREN KARATEPE
AGAH TAHA TEMİZKAN
AMIRHOSSEIN HAMEDISHAHRAKI
ELVİN RANA PELİT
ATAKAN KIVANÇ AĞCA
Geriye, sandalyeye döndü ve usulca yerine oturdu. Zaten uzun süredir dizleri ağrıyordu. Ayakta fazlaca bekleyemiyordu. Kapı hızlı hızlı vuruldu. Yeniden ayağa kalktı ve duvarlara tutunarak kapıya kadar gitti, kapıyı açtı:
-Çiğköfte galiba sizin. Afiyet olsun.
Cevap vermesine fırsat bile bırakmadan yemekleri getiren kişi koşar adım merdivenlerden indi. Oysa yemek söylememişti. Çiğköfteyi zaten sevmezdi. Acaba kim söylemişti bu yemeği? Belki de karşı komşusuna gelmişti. Ya da alt kata getireceği yemeği kendisine getirmişti. Bir süre elindeki poşete baktı. Belki karşı kapı açılır, diye bekledi. Kimseden ses seda gelmeyince kapıyı kapadı. Zaten dizleri ağrımaya başlamıştı yine. Mutfağa geçti ve çiğköfteyi masaya bıraktı. Acıkmıştı aslında. Çiğköfteyi de daha önce hiç yememiş fakat görüntüsünden dolayı bir ön yargı oluşmuştu. Sevmiyorum, deyip senelerce yememişti. Eli istemsizce poşete uzandı. Ayran da vardı poşetin içinde. Sadece ayranı içse bile ona yeterdi. Ayrana uzandığı anda yeniden kapı vurulmaya başlandı. Belki de siparişin gerçek sahibiydi gelen. Telaşla poşeti topladı ve eline alarak kapıya doğru usul usul yürüdü. Kapıyı açarken poşeti uzattı fakat kapının önünde duran kişi de ona bir poşet uzatıyordu. Diğer eliyle ikinci poşeti de aldı. Poşeti bırakan kişi hiçbir şey söylemeden merdivenlerden koşarak indi. Şaşkındı. Poşetten güzel bir koku geliyordu. Göz ucuyla baktı. Kebap vardı içinde. Yine bir süre kapının önünde bekledi. Karşı kapıya baktı, aşağı katları dinledi. Mutfağa döndü.
İki poşeti de masaya bıraktı. Açlık iyice kendini hissettirmeye başlamıştı. Çiğköfteye bakmak içinden bile gelmiyordu. Kebaba baktı. Onun da yanında ayran vardı. Yine ayrana doğru uzanmıştı ki kapının vurulduğunu duydu. Bu kez poşetleri masada bırakarak ve güçlükle kapıya doğru ilerledi. Bir günde üçüncü kez kapısı vuruluyordu ve açmaya gidiyordu. Çok yorucuydu bu iş onun için. Kapıyı açtı ama kimse yoktu ortalıkta. Birileri kendiyle dalga geçiyordu belki de. Kapının önünde bekledi, bekledi. Tam kapatıp içeri girecekti ki eşikteki poşeti gördü. Yine bir yemek firmasına aitti poşet. Artık içinde ne var diye merak etmiyordu. Hatta poşeti orada bırakıp kapıyı kapatmayı bile düşündü. Son anda uzandı ve poşeti yerden aldı. Onu da mutfağa, masanın üzerine bıraktı.
İştahı kaçmaya başlamıştı ama açtı. Masada üç paket yemek vardı. Birinden başlamalıydı. Gelen son poşete doğru uzandı. Bu poşette ayran yoktu. Gazlı içecek vardı ucundan görebildiği kadarıyla. Aç karnına bunu içmese iyi olurdu. Tam hangi poşetten başlayacağına karar vermek üzereydi ki kapının önünde yine sesler duymaya başladı. Kapının ardından bir ses duydu:
-Murtaza Bey, siparişiniz kapıda.
Önce canı sıkıldı fakat adının Muhittin olduğunu hatırladı. Murtaza adında kimseyi hatırlamıyordu.
Artık kapıya bakmamaya karar verdi. Son kez kapıya bakacak ve bir daha hiç bakmayacaktı. Oturup tıka basa karnını doyuracaktı ve ardından uzanacak, eline bir kitap alacak ve okuyacaktı. Şayet çok yorgun olmazsa kahve bile yapabilirdi kendine.
Bu düşüncelerle kapıyı açtı. Kimseler yoktu. Eşiğe baktı, paket filan yoktu. Üst kata, alt kata uzanarak baktı, kimseler yoktu. Hırsla kapıyı kapattı. Mutfağa girdi. Masaya baktığında şaşırdı. Masa boştu.
Sandalyelerden birini tuttu ve usulca yerine oturdu. Zaten uzun süredir dizleri ağrıyordu. Ayakta fazlaca bekleyemiyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder