11 Ocak 2025 Cumartesi

KOCA AĞAÇ

Üner Taha Aydemir

Yine buradayım karşındayım
Koca ağaç acımasız ve heybetli 
Geriye sadece ben mi kaldım
Neden çağırdın beni

Mahkûmun kaçmasını engellemenin
En iyi yolu
Öğrenmemesidir demiştin
Zindanda olduğunu
Peki ben neredeyim koca ağaç?

Çok soğuk üşüyorum
Hava değil soğuk olan
İnsanlar ve hayat
Geriye sen kaldın soğuk olmayan 

Onlar da istiyor aslında
Beni bitirmeyi
Sinsice ama
Değiller senin gibi

Karşındayken kifayetsiz kalıyor kelimeler 
Sadece gürültüden ibaretler
İnsanın sevdiğinin yanında
Gerek kalmaz konuşmasına
Ama ben seni seviyor muyum acaba

Duygularımı anlatacak kadar efsunlu değildi
Belki de kelimelerim
Fakat ruhunu sallayacak kadar
Derindi hissettiklerim

Karşındayım koca ağaç
İşte burada
Cevap vermek için kaçınılmaz olana
Sormuştun bana
Ne için varsın bu dünyada
Ama hakiki bir soru kalkmaz ortadan
Bulunmuş bir cevapla

Sakın kızma bana
Artık haiz değilim duygulara
Senden bana umut değil
Elem inecek
Galiba beni sen değil
Hissettiklerim bitirecek

SORULAR

 

Ayşegül Yıldız

Aklımdaki sorular hiç bitmiyor
Birine cevap bulsam
Diğerine bulamıyorum
Günün herhangi bir saatinde
Kendimi soruların içinde buluyorum

Bir gün bitecek mi sorularım
Bu da bir soru
Cevabını bilmiyorum

OYUN

 


Eymen Çam

Her şeyin bir anlamı olduğunu söylüyorlar
Bazı şeylerin anlamını bulamıyorum
Mesela arkadaşlarımla oynadıktan sonra
Oynadığımız şeyleri düşünüyorum
Gülüyorum
Anlam veremiyorum
Oyunların anlamı ne
Bir türlü çözemiyorum
Yine de kendimi oynamaktan beri tutamıyorum
Anlamak için kafa yoruyorum
Kafamın boşa çalıştığını görüyorum
Oyunların anlamını 
Sadece oynarken buluyorum

ARKADAŞ

 

Yusuf Kerem Acar

Arkadaştan yana bahtım çok açık
Her yerde var bir arkadaşım
Ama hepsi aynı değil 
Kimileriyle uzak kimileriyle yakın

Mahallede olan arkadaşlarım haftada bir
Okulda olanlarla her gün görüşüyorum
Onlar benimle görüşmekten mutlu mu bilmem
Ben onları gördüğümde seviniyorum

Bir de ağabeyim var evde
Arkadaşım değil ama arkadaştan farksız
Onunla da güzel vakit geçiriyorum
Düşünüyorum o olmadan
Hayat ne kadar olurdu tatsız 

Arkadaşsız hayat düşünemiyorum
Yalnız bir çocukluk yaşayanlara 
Sabırlar diliyorum

YAZAMIYORUM

İsmet Çınar Altuntaş

Bazı zamanlarda yazmak için 
Bir şeyler bulamıyorum
Düşünüyorum, taşınıyorum
Arkadaşlarımın yüzüne bakıyorum
Hiçbir şey gelmiyor aklıma
Şaşıyorum

Oysa yazmak istemediğim zamanlar
Ne çok şey geliyor aklıma
Diyorum ki bundan bir hikaye çıkar
Ya da bundan bir şiir yazılır

O esnada derslerimi hatırlıyorum
Oturup ödevlerimi yapıyorum
Yazmak istediğim zamanlar ise
Yazamıyorum, yazamıyorum, yazamıyorum

SAÇSIZ OĞLANIN ANASININ MASALI


                                                               

NURGÜL ASYA KILCI
ZEYNEP YURTTAŞ
KAAN ERDOĞAN 
MEHMET ZAHİD ÖKTEN 
TAHA METİN YILDIRIM 
SELİM KURT 
TUNAHAN CEYLAN 

                                                         "Lipogram yazı tekniği ile oluşturulmuş deneysel hikâye"

Masal kahramanı olup çıkmıştı hayırsız dazlak oğlu. Gittiği diyarlarda onun masalları anlatılıyordu durmadan. Bir varmış bir yokmuş, Allah’ın kulu çokmuş… İnsanlar bu anlamsız söz yığınlarını abartarak dinliyordu. Oğlunun hayırsız biri olduğunu anlatamıyordu. Saçları yoktu oğlunun doğduğu zamanlarda. Sonraları da hiç çıkmamıştı. Saçsızdı oğlu. Saçlarının olmaması ona bu ünü sağlamıştı biraz da. 
Masal kahramanıymış, anasına hayrı olmayan kahraman olur mu? Akrabaları dahi bu yalana inanmışlardı. Çok şanslı bir ana olduğuna ikna olmuyordu bir türlü. 
Bu saçsız oğlanın anası hasta mı sağ mı, soran yoktu. Aş yapanı var mı, yok mu soran olmazdı. Sağda solda onun saçmalıklarını anlatıp kahkaha atıyorlardı yalnızca. Saçsız oğlunun sırma saçlı bir kızla olan masalı da uydurulmuştu son zamanlarda. Bu masalları anlatanlar onun için iyilik yapmıyordu. Bir saçsız oğlanın hayırsızlığı arttıkça artıyordu bu anlatılan olaylarla. Masal kahramanı olmak, bu kadar basit bir işti galiba. 
Onun masal kahramanı olması kâfi olmadı, Karakaçan da olaylara karışmaya başlamıştı. İşin ucu bir gün garip anasına kadar ulaşacaktı. Korkusu buydu, bir masal kahramanı olmak. O masalda olumsuz bir kişi olarak bulunmak. Çılgın, saçsız oğlunun saçmalıklarına göz yuman bahtsız bir ana olarak bakmazdı anlatılanlara insanlar. Saçsız oğluyla imtihan oluyordu galiba. Onun saçsız olması azmış gibi anasının da saçları dökülmüştü sonunda. Dazlak oğlanın masalları anlatılacak ama saçsız anasını hatırlamayacaktı çağlar boyunca insanlar. Dazlak oğlanın anasının aklını zorlayan bin kadar soru vardı fakat umursamıyordu masal anlatıcılarının yazdıklarını. 

F KLAVYE

NURGÜL ASYA KILCI
ZEYNEP YURTTAŞ
KAAN ERDOĞAN 
MEHMET ZAHİD ÖKTEN 
TAHA METİN YILDIRIM 
SELİM KURT 
TUNAHAN CEYLAN 


Fatih’i düşünüyordu son zamanlarda durmadan. Fırından gelirken yine aklına gelmişti birdenbire. Farkında değildi bu durumun. Fayansların onarılması gerektiğini de unutamıyordu. Furkan, bu işten anladığını söylüyordu ama ona inanmamıştı. Far temizliği yapıyorum diye arabanın farını kırmıştı en son. Fakat fayans başka bir konu diyordu. Füze gibi ilerleyerek evine ulaşmıştı. Fakir biri değildi aslında ama yine de evi hayli eskiydi. Fasulye yemeğinin yanında yaptırdığı pideler iyi gidecekti. Fransa-Türkiye maçına saatler kalmıştı ve heyecanlanıyordu. Frankfurt’ta yapılacak maça keşke gidebilseydi belki oralarda Fatih’in izlerine de rastlardı. Faydasız biriydi belki de, öyle söylüyorlardı ona ancak o olmasa şimdi fırından kim ekmeği getirecekti. Fazla düşünmemeliydi, hayatı belki de bundan dolayı bu hâle gelmişti. Fatura almayı unutmuştu fırından ama zaten fırınlar fatura vermiyordu ki… Fesleğenli balık olsaydı şimdi fasulyenin yanında ne kadar da hoş olurdu ama aklına daha önce gelmemişti. Fırsatı olmamıştı başka bir yemek yapmak için. Fokur fokur kaynayan tencereye son kez baktı ve yemeğin piştiğini düşündü. Fincanla biraz su ilave etmenin iyi geleceğini düşünerek pişmeye devam eden yemeğe bir fincan soğuk su ilave etti. Fıkra dinlemeyeli çok vakit geçmişti. Fay hattı geçiyor muydu evlerinin altından? Ferdi Tayfur öldü, diyorlardı son günlerde. Fethetmek nasıl bir duygu olmalıydı İstanbul’u. Festivali yapılmalıydı İstanbul’un fethinin. Fıstık gibi küçük bir şehirdi İstanbul haritada bakınca. Filleri var mıydı Fatih’in Timur’un ordusunda olduğu gibi. Fiiller konusunu unuttuğunu hatırladı, zaten son zamanlarda fiil yerine eylem diyordu öğretmenleri. Fermanlarını düşündü Fatih’in, kaç kez ferman yayımlamıştı acaba? Fetret Devri’nden Osmanlı ne zaman kurtulmuştu?  Felaket şeyler geliyordu düşündükçe aklına. Feci şeyler geliyordu. Fermuarını açmadan montunu çıkardı, çıkardığı yalnızca montu değildi aklının da fermuarının açıldığını hissediyordu. Fevkalade bir yemek yapmıştı kendisine. Fıldır fıldır gözleri döndü yemeğe bakınca. Fiyatı iyice artmıştı dışarda yemeklerin, ev yemeği yemesi gerekiyordu. Film izlemeliydi yemekten sonra. Fikir, akıl kalmamıştı başında. Fotoğraflar üst üste geçiyordu beyninden. Format atması gerekiyordu beynine. Fatih’i düşünüyordu son zamanlarda durmadan. Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın, diyerek yemek masasına oturdu. 

BEN

 Beste KAYA

1. Bölüm: Kreş
Nihayet dört yaşıma girmiştim. Kreşe başlayacaktım ve o gün gelmişti. Kreşin ilk günüydü. Annemle kreşe gittik ama o içeri girmedi. Beni bırakıp gitti. O da üzülmüştü beni kapıda bıraktığına ama olması gereken buydu. Öğretmen kadındı. Beni diğer çocukların yanına götürmek amacıyla kucakladığında ona kızgınlıktan vurdum. Canının acıdığını düşünerek üzülmüştüm ama o beni annemden ayıran kişiydi. Bu hareketi kreşe devam ettiğim sürece tekrar ettim hep ama öğretmenim bu duruma alışıktı. Zaten benim gibi küçük bir çocuğun vurması ne kadar acıtabilirdi ki? İçeriye girdiğimizde diğer çocuklar kahvaltı yapıyordu. O gün okulda hiçbir şey yememiştim. Kahvaltı bittiğinde sınıfa gitmiştik. Resim yapıyorduk. Ben kendimi çizmiştim. Saçları uzun ve süslü elbiseli bir kız… Herkes çok kötü resimler çizmişti ama benim resmim çok güzel olmuştu. Uyku zamanı gelmişti. Tüm sınıf uyuyordu ama ben uyumuyordum. Yabancı bir yerde kim uyuyabilir ki? Bütün yıl böyle geçmişti ve okulun son günü gelmişti. Kreşe geldiğim her sabah öğretmenime vurmak bende alışkanlık olmuştu ama o sabah bu hareketi yapmamıştım çünkü çok uslu bir çocuk olmuştum. Annem gün sonunda beni almaya gelmişti. Anaokuluna gitmeye başlayacaktım.  
 

SICAK BİR DOSTLUK

Doğa Uzunpınar

Soğuk bir sonbahar günüydü. Yapraklar sararmış, ağaçlar kurumaya başlamıştı. Elida, evindeki şöminenin önünde televizyon izliyordu. İzliyordu izlemesine ama çok uzun süredir ekranın başından kalkmıyordu. Annesi Elida’nın çok uzun zamandır televizyon izlediğinin farkındaydı:
-Elida, sence de çok uzun zamandır televizyon izlemiyor musun, diyerek kızını uyardı. 
Elida, kapıdan onu izlemekte olan annesine baktı:
-İyi ama televizyon izlemek dışında başka ne yapabilirim ki?
-Mesela dışarı çıkabilirsin.
Elida, şöminenin çaprazındaki cama, sonra da annesine baktı. Annesi ona gülümsüyordu. Oflayıp puflaya da olsa Elida sonunda kalktı ve odasına gitti. Üstünü değişti, montunu giyindi ve dışarı çıktı. Ona göre yürüyüş yapmak, hem yorucu hem de sıkıcıydı. Aklından bunları geçirirken yürüyüş yapacağı parka ulaştığını fark etti. Parka girdi ve yürümeye başladı. Ayağının altındaki yaprakların çıkardığı hışırtılar Elida’nın yüzünde gülücükler oluşturuyordu. Rüzgarın uğultusu sanki onunla konuşuyordu. Aslında yürüyüş yapmak zevkli gelmeye başlamıştı. Tam o sırada ani bir fırtına çıktı. O kadar çok üşümüştü ki parkın içindeki kafeye doğru koşmaya başladı. Elida donmadan kafeye varmıştı. Artık üşümüyordu. Etrafa bakındı, camın önünde oturmuş bir kız gördü. Kız cama dokunuyor ama bir yandan da üzgün görünüyordu. Elida o kızın yanına gitti. Kız siyah bir gözlük takıyordu. Merhaba, dedi Elida o kıza. Kız da aynı şekilde karşılık verdi. 
-Ben Sıla, senin adın ne, diye bir soru sordu. 
-Ben Elida, tanıştığıma memnun oldum. 
Kızın yüzü biraz da olsa gülmüştü. 
-Neden üzgünsün, dedi Elida.
-Keşke senin gibi görebilsem, diyerek Elida’nın sorusunu cevapladı Sıla. 
Elida anlamıştı. Sıla görme engelliydi ama ne yapacaktı? Ne yapması gerekiyordu? 
-Hımm…  bu kötü bir şey olmalı. Umarım bundan sonrasında her şeyi görebilirsin. 
-Umarım, dedi Sıla. 
Yine üzgündü. Elida Sıla’ya:
-Konuşarak oynanan çok güzel bir oyun biliyorum, oynamak ister misin, dedi. 
-Olur, diye karşılık verdi Sıla. 
İşte o gün Elida ile Sıla en yakın arkadaş oldular. Dışarda fırtına devam ediyordu ama sıcacık bir dostluk başlamıştı. Engelsiz bir dostluk. 

İLKBAHAR


Elif Serra Yıldırım

Yemyeşil ağaçlar
Toprak kokan sokaklar
Islak asfaltlar
Bunun adı ilkbahar

Çiçek açan bitkiler
Taptaze meyveler
Çiçekler ve böcekler
Bunun adı ilkbahar