14 Ekim 2023 Cumartesi

FLAMİNGOLAR

Belinay Coşkun

Pembe pembe ayakları
Eşsiz uzunlukta burunları
Upuzun bacakları
Gezerler göllerde sulak yerlerde
 
Onlar gibi uçabilseydim ben de
Gezerdim ülke ülke
Bir evim olmazdı
Okulum olmazdı ama
Dünya benim yuvam olurdu
 
En sevdiğim canlılar
Bizim şehrimize hiç uğramayan
Flamingolar

KUŞLAR

Alp Mete Akbaş
Gökyüzünün sahibi onlar
Çünkü kanatları var
Ve hiç yorulmadan
Diyar diyar uçuyorlar
 
Özgürlüğün sembolü olsalar da
İnsan bu kimileri çok acımasız
Yakalayıp tutuyorlar
Kafeslere koyuyorlar
 
Kuşların ülkesi gökyüzü
Kafes onlar hapishane
Kuşları hapsetmeyelim
Özgürlüğü onlardan dinleyelim

İNSANLAR

 Aziz Toptaş
İnsanlar türlü türlü
Kimi üzgün kimi neşeli
Yollarda, pazarlarda, çarşılarda
Her yer insan seli
 
İyisi de var kötüsü de
Zengini de var fakiri de
İnsanlar türlü türlü
İnsanlar da renk renk
 
Çoğu zaman
Güç olsa bile anlaması
Sevmeli insanları

ULU TÜRKÇEM

 Tayfun Tabuk
Türkiye’min dili
Ülkemin hürriyeti
Dünyada var eder beni
Asırlar geçse bile
Unutma Türkçeyi
 
Mustafa Kemal’in yolundan gitmeli
Türkçeyi sevmeli
Sevdirmeli
Nesillere öğretmeli ve
Asırlar geçse bile
Unutma Türkçeyi

ORMANLAR

Erin Kılıç
Çeşit çeşit hayvan
Çeşit çeşit bitkisi var
Şelaleler otlar
Hepsinden var
 
Keçiler, ceylanlar ve yılanlar
Her yer hayvan dolu
Dereler su dolu
Ormanlarda hepsinden var

ÇİÇEKLER

Ecrin Kılıç
Mis gibi kokarlar
Etrafa neşe saçarlar
Renkli renkli türleri var
Gül papatya bunlardan bazıları
 
Bir değil yüzlerce
Bin değil binlerce
Çeşidi var
Ne güzel kokarlar

BOYALAR

Ecrin Kılıç
Boyalar rengarenk
Boya boya bitmezler
Çizer çizer bitmezler
 
Sarı kırmızı mor pembe
Her renkten boyarlar
Her renkten çizerler
Bir araya gelince
Renk renk olurlar
Gökkuşağı gibi dururlar
 
Mor pembe sarı kırmızı
Dağ, ağaç, çiçek çizerler boyarlar
Mor pembe sarı kırmızı
Her renkten boyarlar

KURNAZ TİLKİ

 
Zehra Fırat

Bir varmış bir yokmuş. Yemyeşil ağaçları, masmavi göğü olan bir orman varmış. Bu ormanda her yarışta hile yapan bir tilki varmış. Tilki, her zaman hile yapar ve bütün ödülleri kaparmış. Orman Kralı Arslan durumu fark etmiş. Ona bir ders vermek istemiş. Kral’ın yaveri ona demiş ki:
-Kralım, bence tilkiye ders vermek için şöyle yapalım… Kralın yaveri anlatacağı her şeyi anlatmış ona. Arslan, yaverinin fikrini çok beğenmiş. Hemen orman gazetesine ormanın komutanının seçilmesi için bir koşu yapılacağını haber yaptırmış. Tilki gazeteyi görür görmez:
-Ben bu yarışı da kazanırım çünkü özel yeteneklerim var, diye ortaya atılmış. Gel zaman git zaman yarış zamanı gelmiş. Sunucu, Arslan’ın yaveri imiş. Yaver demiş ki:
-Yarışmamıza katılacak herkes burada mı?
Yarışmaya bir tavşan, bir goril, bir ayı, maymun ve bizim kurmaz tilki katılıyormuş. Yaver:
-Üç, iki, bir… dediğinde yarışma başlamış. Tilki yavaş yavaş koşup herkes onu geçince kestirme bir yola sapmış. Bir anda en önde koşan gorilin önüne geçmiş. Goril ne olduğunu, tilkinin kendisini nasıl geçtiğini anlamamış. Tilki yine kazanmış. Tilki:
-Yine ben kazandım! Demiş. Goril şaşkınmış:
-Tilki bir anda çalılardan çıktı, demiş. Tilki hile yapmadığını iddia etmiş. Tüm hayvanlar bir anda tilki mi haklı, goril mi haklı tartışmasına başlamış. Yaver onları sakinleştirmiş. Yaver:
-İlk tilki bitirdiği için… Tilki yaverin sözünü kesmiş:
-Yaşasın, ben kazandım! Diyerek kutlamaya başlamış. Herkes yuvasına kızgın bir şekilde dönmüş ama bir tek tilki mutluymuş. Tilki artık komutan olduğundan her gün yemiş, içmiş, uyumuş. Günler böyle geçmiş. Arslan’ın vereceği ders asıl şimdi başlıyormuş. Kral’ın arkadaşları kaplan, çita ve jaguar ormana saldırıyormuş gibi yapmışlar. Herkes kaçmış ama tilki yavaş koştuğu için kaçamamış. Onu yakalamışlar. Bütün orman sakinleri geri gelmiş ve kral öne çıkıp:
-Hile yapabilirsin ama gerçekleri kapatamazsın, demiş. Tilki artık utancından ormandan kaçmış ve bir daha onu kimse bu ormanda görememiş.
 

CİMRİ KEDİ SİMSİR

Sude Gökçe Çelen
Bir varmış bir yokmuş, Simsir adında bir kedi varmış. Bu kedi çok cimriymiş. Simsir hiçbir arkadaşına yemeğinden, mamasından vermez, yanına geleni kovarmış. Bu yüzden diğer kediler ondan uzak dururmuş. Simsir’in sahibi ona çok öğüt vermiş:
-Bak, cimrilik yapma sonra çok yalnız kalırsın, dermiş. Simsir ise sahibini dinlemez, sahibinin söyledikleri bir kulağından girip diğerinden çıkarmış. Hep kendi dediğini yaparmış. Burnun dikine gidermiş. Bir gün gerçekten etrafının boş olduğunu görmüş. Çok ama çok yalnızmış. Başka kediler birbirleriyle oynarken o yalnız dolaşıyormuş. Bu duruma çok üzülmüş.
Bir süre sonra hatasını anlayan Simsir, arkadaşlarından özür dilemiş ve artık paylaşmayı öğrenmiş, böyle bir hata yapmamaya karar vermiş.

UÇMAK İSTEYEN KEDİ

Muhammet Aziz Toptaş, Sude Gökçe Çelen, Ecrin Kılıç, Zehra Fırat
Sessizce başının üzerinden geçen bulutları izliyordu. Bulutların üzerine çıkmak istiyordu, orasını merak ediyordu. Orda yaşamak istiyordu çünkü orada yaşamanın eğlenceli olduğunu düşünüyordu ayrıca orda yaşarsa her şeyi görebilecekti. Sessizlik ona huzur verecekti. Fakat kanatları yoktu, dört tane ayağı vardı üstelik bıyıkları da vardı. Gözleri de hayalleri gibi parlak iki yeşil boncuk gibiydi. Onun adını yaşadığı evdeki çocuklar Pamuk koymuşlardı. Pamuk henüz bir yaşına girmiş küçük bir kediydi.
Gözü hep kuşlardaydı, gökyüzündeydi. İnsanlar onun kuşları yemek istediğini zannediyordu ama o sadece onlardan biriyle konuşmak, onlarla oynamak ve onlar gibi uçmak istiyordu. Hiçbiriyle oturup da konuşamadığı için kuşlar Pamuk’tan korkuyor, Pamuk onlara yaklaşır yaklaşmaz kuşlar telaşla uçup kaçıyorlardı. Mutsuzdu Pamuk. Ne olurdu kuşlardan birkaç tanesi kendisiyle dost olsa, oynasa.
Günler, haftalar geçiyordu.
Bir gün Pamuk’un aklına ağaca çıkıp uçmaya çalışmak geldi. Minik tırnaklarıyla ağacın gövdesine tutunurken bir yandan da ağaca:
-Canın yanıyor mu? Diye soruyordu. Sonunda birkaç hamle ile ağacın dallarına çıktı. Ağaçta bir tanecik bile kuş kalmamıştı. Pamuk, yine üzülmüştü ama uçmak fikrinden vaz geçmedi. Dallar incecikti ve rüzgar esiyordu. İnmek istedi ama ağaca çıkmak kadar kolay değildi ağaçtan inmek. Çaresizce miyavlamaya başladı. Miyavlama sesini duyan Aziz yalınayak koşarak ağacın altına geldi ve kollarını açarak Pamuk’un ağaçtan kendisine zıplamasını bekledi ama Pamuk durmadan miyavlıyordu. Aziz bahçede bulduğu sandalyeyi sürükleyerek ağacın altına getirdi ve üzerine çıkarak Pamuk’a uzanmaya çalıştı. Bu kez Pamuk Aziz’in şefkat dolu kollarına kendisini bıraktı. Korkmuştu…
O gün Pamuk evden hiç çıkmadı ve uçamayacağına inanmaya başladı. Uçamayacaksa şayet niçin yaşıyordu ki? Bu sorular kafasında dönüp duruyordu.
Ertesi gün Pamuk; kafası yerde, kuyruğu düşük vaziyette yaylana yaylana yürürken önünde kendisinden kaçmayan küçük bir kuşa rastladı. Kuş; telaşlandı ama uçamıyordu. Pamuk, kuştan korktu, kuş da Pamuk’tan. Pamuk ön ayaklarını yere uzattı ve sessizce kuşu izlemeye başladı. Evet, bu kuş gerçekten de uçamıyordu. Dakikalar böylece geçti. Kuşun annesi olanca şamatayla kuşun yanına kondu ancak bir yandan da Pamuk’a öfkeyle bakıyordu. Bir süre sonra Pamuk’un kötü niyetli olmadığını anne kuş ve yavru kuş anladılar ve neşeyle Pamuk’a baktılar. Pamuk yerinden kalktı ve yanlarına gitti. Orada bir sohbet başladı miyavlar ve cik cikler arasında. Aziz, olanları pencereden izliyordu. Bir süre sonra Pamuk ve kuşlar dost oldu.