10 Ocak 2024 Çarşamba

İSTASYON

    Semih Karataş

    Senelerdir çalıştığı ilden nihayet kurtuluyordu. Her yıl tayin istiyordu ama bir türlü tayini başka şehre çıkmıyordu. Yazları sıcak ve kışları soğuk geçen, insanların sürekli sinirli olduğu, yollarda başıboş köpeklerin rahatça gezebildiği bu şehirden kurtuluyordu. Bir daha gelir miydi, döner miydi bu şehre? Çok zor… O kadar usanmıştı ki…
    Nihayet resmî yazışmalar yapıldı ve yeni görev yeri olan şehre gitmek için hazırlıklara başladı. Zaten evi ve eşyaları kendisinin değildi. Bir türlü benimseyemediği bu şehirden ne ev almıştı ne de o ev için eşya. Hep eşyalı evlerde kiracı olmuştu. Diğer bütün eşyaları iki valizi ancak doldurdu. Taşıyamayacağı eşyalarını da evde bırakmaya karar verdi. Ertesi sabah ilk trenle yeni şehrine gidecekti ve gece boyu meraktan, heyecandan uyuyamadı. 
    Sabah trenin gelmesine bir saat kala istasyondaydı. İstasyon her zamanki gibi kalabalık ve telaşlı insanlarla doluydu. Yolcuların kocaman valizleri, çuvalları vardı. Nihayet tren büyük bir gürültüyle gara girdi ve kendi vagonunda, kendi koltuğunu bulduktan sonra yerine oturdu. Aslında otobüsle hatta uçakla da gidebilirdi bu şehre ancak yolculuk uzun sürsün istiyordu. Etrafı seyretmek, düşüncelere dalmak, geçmişi ve geleceği düşünmek istiyordu. 
    Neyse ki bindiği vagon tenhaydı ve yan koltuk da boştu. Trenin ahenkli tıkırtıları gece boyu uyumadığı için bir ninni gibi geliyordu ona. Bazen dalacak gibi oluyor, sonra bir sarsıntıyla yeniden etrafı seyretmeye başlıyordu. Dışarıyı seyrederken daldı… Bu kez sarsıntılar, molalar bile onu uyandıramıyordu. Dünyanın en güzel uykusunu uyuyan bir bebek yüzü gibiydi yüzü. Bazen tebessüm ediyordu uykuda bazen kaşlarını çatıyordu. Diliyle dişinin arasında konuştuğu da oluyordu. Ne kadar uyudu, hangi istasyonları geçti bilmiyordu. Saatler sonra bir sarsıntıyla uyandığında vakit akşama yanaşmıştı. 
    Şaşırdı. Bu kadar çok uyuyabileceğini hiç düşünmemişti. Aralıksız, saatlerce süren bir uyku… Üstelik bir tren koltuğunda… Ama kendisini iyi hissediyordu. Yeni şehir, daha ulaşmadan onun moralini, enerjisini yükseltmişti. Ayaklarının uyuştuğunu hissetti oturmaktan. Ayağa kalkarak şöyle bir sağa sola bakmak istedi. Uzun uzun esneyerek ve ağzını şapırdatarak sağa sola, öne arkaya baktı. Vagonda yalnızca kendisi kalmıştı. Bu iyi, diye düşündü. Kocaman vagon kendisine ait bir oda gibiydi. Ulaşacağı yere de yaklaşmış olmalıydı. Bir süre oyalandı, çantasından kitap ve bisküvi çıkardı. Biraz kitap okudu. Birkaç saat sonra tren önce yavaşladı, sonra da durdu. Trenin durmasına yakın tabelayı okuyabilmişti. Evet, burası tayininin çıktığı yeni hayat kuracağı şehirdi. 
    Hoşuma giderse burada ev bile alırım, diye düşündü. İçi kımıl kımıldı. Heyecanla valizlerini aldı ve trenden indi. Etrafta kimseler yoktu. Garda görevli bile yoktu. Sessizliği treninin düdüğü bozdu ve ardından tren uzaklaştı. Akşam olduğu için böyledir, diye düşündü. Kimsenin olmaması, sakin bir şehir olduğunun göstergesiydi belki de. İstasyondan ayrılarak şehrin içine doğru yürümeye başladı. Bu akşamı geçirecek bir yer bulmalıydı. Dakikalarca yürüdü ancak yolda ne bir araç gördü ne de canlı. Yavaş yavaş bu sessizlik kendisini huzursuz etmeye başlamıştı. Kuşlar yoktu, köpekler yoktu, kediler yoktu… 
    Evlerin pencerelerine baktı. Hiçbirinde hayat belirtisi yoktu. 
    Terk edilmiş bir şehir gibiydi burası. Kendisinin adımlarından ve kalp atış sesinden başka ses yoktu. Nefes alıp verişini duyuyordu kendisinin, damarlarında akan kanın sesini duyuyordu. 

UYDURMA

 Ezgi Budak

Uydurma, derler ya… 
Sanki kendileri uydurmuyormuş gibi. 
Sonuçta dilleri ve harfleri de bulan bir uydurukçu değil mi? 
Uydurma bir şeyi hayatımıza ilke edinmişiz aslında. 

ART/IK DÜŞÜNCELER

    Ezgi Budak

     “Artmak” ve “artık” eş sesli sanıyorum ki. Artık, bir şeyden geriye kalan -bir ekmekten örneğin- anlamına geliyor veya hayatta aldığınız kararları temsil ediyor. Bundan sonra yapacağınız ya da yapmayacağız şeyler…
    “Artık ekmek yemeyeceğim.” Bu bir karar cümlesi mi yoksa anlamdan hareketle yaptığımız bir türetmece mi? burada bahsedilmek istenen şey “bundan sonra artık ekmek yenmeyeceği” mi, yoksa “artakalan ekmek yenmeyeceği” mi? Aaah, evet başka bir ironi daha. Artık kelimesinin kökü “art”mak a dayanıyor. Artakalan ekmek az kaldığı için “artık” denir fakat aynı zamanda bir ekmekten fazla geriye kalan manasına da gelir? Yani bir ekmeği bu günden yarına artırırsak artık ama aynı durumda ekmek az kalmış olur. 





KAÇIŞ


Zeynep Karaman

İnsan korkar korkmaktan
İnsan korkar ölümden
İnsan küçüklüğünü korkularla geçirir
Fakat büyüdüğünde de bir şey değişmez


İnsan kaçar herkesten
Şiirler ve kitaplara sığınır
Bazen şiirler ve kitaplar
İnsanın tek kaçış yoludur

TÖREN


Zeynep Karaman

Herkes yaşıyor
Her yer yürüyen cesetlerle dolu
Hayat nefes almaktan ibaret değil
Hayat sadece görmek ve duymak değil
Herkesin bir kalbi var
Aslında yok
İnsanları kalpleri yok sayıyor
Ya da var ama kendileri yok etti
Ben yaşıyorum
Aslında ölüyüm
Nefes alıyorum, yürüyorum
Ama duygularım ölü
Kimse beni anlamıyor
O zaten ölmüştü dediğimde
Kimse beni anlamıyor
Cenaze törenlerinin gereksiz olduğunu söylediğimde



UÇAK KAZASI

 
    Emir Kaan Şimşek, Muhammed Uğur Bulut
    Dünyadaki inek ve koyun sayısı her geçen gün azalıyordu. Nereye gidiyordu bu canlılar, neden azalıyordu bilen yoktu. Çiftçiler her sabah uyandıklarında ahırlarında ya da ağıllarında üçer beşer hayvanın azaldığını fark ediyordu ama kimin ya da kimlerin bu hayvanları aldığı bulunamıyordu. Sonunda bu sorun tüm dünyanın başına bela olmaya başladı. Önce kırmızı et fiyatları sonra da süt ve süt ürünleri satın alınması güç bir fiyata ulaştı. Artık sadece hali vakti yerinde insanlar yoğurt, peynir, süt ürünlerini tüketebiliyordu ama onlar bile sınırlı miktarda temin edebiliyorlardı bu ürünleri. 
Birkaç yıl daha geçti artık marketlerde dondurma, süt, peynir gibi ürünler satılamaz oldu. İnsanlar artık ayranı, cacığı, sütlacı sadece rüyalarında ya da eskiden çekilmiş filmlerde, fotoğraflarda görebiliyorlardı. Dünyada büyükbaş ve küçükbaş olarak hiçbir canlı kalmamıştı artık. 
    Çocukların, bebeklerin daha sağlıksız beslenmeleri anlamına geliyordu bu. 
Dünyanın büyük devletleri bu soruna çözüm bulmak için yapay süt, yoğurt ve et üretme çabasına giriştiler ancak çok başarılı olamadılar.
    Önce birer ikişer sonra da hepten kaybolan bu hayvanlar dünyanın neresinde toplanıyordu, en son bunu bulmak için bütün ülkeler çalışmalara başladı. Bazı ülkeler ise bu çalışmaların içinde gibi görünüyor ancak çok da çözüm üretmiyordu. 
    Dünya haritası üzerinde yaşam alanı olan her bölge ülkeler tarafından paylaşıldı ve didik didik aranması kararı alındı. Bir ay gibi kısa bir süre içinde dünya karış karış aranmış ancak sonuç elde edilememişti. En azından dünyanın her noktasının arandığı düşünülüyordu. Bu sorun artık insanlığın sorunu haline gelmişti. Buharlaşıp uçmamıştı ya bütün bu hayvanlar? Herkes kendi çapında bir çözüm arıyor ya da hayvanları bulabilecekleri yerlere dair yorum yapıyorlardı. 
    Uluslararası uçuş yapan bir pilot bir kıtadan diğerine uçarken zaman zaman alçaktan uçuşlar yapıyor, yaşam alanı olmayan arazileri yukardan gözüyle taramayı ihmal etmiyordu. Bu uçuşlardan birinde okyanusun ortasında haritalarda kayıtlı olmayan bir ada gördü. Uçuş esnasında adaya iyice yaklaşarak gözlemlemeyi düşündü. Çok fazla alçaktan uçuyordu ve dağların, ağaçların arasında bir hareketlilik görüyordu. Yolcuların canları ağzına gelmişti. Uçak birden kontrolden çıktı. Yolcuların çığlıkları, duaları, bağırmaları arasında her şey birkaç dakikada oldu. Uçak, bir dağın tepesine çakılarak düşmüştü. Yolculardan ölen ya da yaralı olan yoktu ama öfkelilerdi. Uçağın pilotu böyle bir hatayı nasıl yaptığına anlam verememişti. Aslında haritada yer almaması asıl sebebiydi bu kazanın. 
    Yolcular uçaktan tahliye edilmeye başlandı. Pilot bu esnada iletişim cihazlarının çalışıp çalışmadığına baktı. Cihazlar çalışıyordu. Koordinatlarını bildirerek yardım istedi ve tüm yolcular yardım uçağını beklemeye başladı. 
    Haber hızla tüm ülkelerin haber kanallarına ulaşmıştı. 
    Pilot ve yolcular kurtarma ekibi gelinceye kadar etrafı biraz araştırmak için yürüyüşe çıktı. Daha birkaç adım atmışlardı ki sığır sürülerini gördüler. Çok heyecanlanmış ve sevinmişlerdi. Sağlıklı ve iri sığırlardı bunlar. Bir süre daha ilerledikten sonra dağın yüzünde otlayan koyun, keçi sürüleriyle karşılaştılar. Bu istenmeyen kaza büyük bir güzellikle sonuçlanmıştı.
    Pilot yeniden uçağa dönerek kendilerini kurtarmaya gelecek uçak sayısının artırılmasını istedi. 

6 Ocak 2024 Cumartesi

FARKLI BİR DİL

 
    Semih Yılmaz, Ahmet Emir Koç

    Aslında Ahmet ve Semih çok iyi iki arkadaştı ama konu laf yarışına gelince gözlerini karartırlar akıllara gelmeyecek şeyler söylerlerdi. Bir okul akşamı ikisi de iyice yorulmuştu ve koşacak güçleri kalmamıştı. Ahmet, kantinden gelen Semih’e baktı. Bir şeyler almıştı ama kendisine uzatmıyordu. Bunun üzerine Semih’e:
    -Bir çöp poşetinin çikolata yediğini ilk kez görüyorum, dedi. Semih’in bu söz gücüne gitmedi çünkü onda da hazır cevaplar vardı:
    -Bu mevsimde sivrisinek, hem de epey gürültücü, dedi. Semih, çikolatasından Ahmet’e uzattı ve sınıfa doğru ilerlediler.
    Kaba konuşmadan, birbirlerini üzmeden sitemlerini ve mesajlarını birbirlerine iletmenin yolunu bulmuşlardı. Yeni bir dil konuşmak gibiydi bu onlar için. Başkaları anlamıyordu. Sınıfa girdiklerinde     Semih Ahmet’e:
    -Yerine otur sevgili kardeşim domates salçası, dedi. Ahmet şöyle bir baktı ve:
    -Peki acılı ketçap dostum, dedi.
    Bu hep böyleydi.
    Yorgun oldukları zamanın belirtisiydi.
    Bu onların diliydi.

40

Semih Yılmaz

Bugünlerde kafamda 40 tilki dolanıyor
Kırka dair hepsi de
Düşünüyorum neden Ali Baba’nın 40 haramisi vardı
Annemler diyor ki konuşma arasında
Bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı var
Masallar geliyor aklıma
40 gün kırk gece süren düğünleriyle
40 dereden su getiriyorum
Aklımdan atmak için bu sayıyı

YEDİ



Ahmet Emir Koç

Bazen aklıma gelip takılıyor
Neden bir hafta 7 gün
Pamuk Prenses’in etrafında
Neden 7 Cüce var

Neden Ronaldo’nun forması 7
Neden ülkemiz 7 bölgeden oluşuyor
Ve 7 kıta var dünyada
Biraz uzaklaşmak istiyorum 
Şarkı söylüyorum
Notaları sayıyorum
Do re mi fa sol la si

Kitap okuyarak unutmak istiyorum
Kütüphaneden Harry Potter’ı alıyorum 
Bakıyorum kaç seri
Gelip buluyor beni 7
7
Ömrümü yedi

YALNIZLIK


Yusuf Kerem Köse
Burada ortam çok sessiz
Umutsuz
İnsansız
Dünyanın pencereleri kapalı
Havasız 
Dünya ve ben
Yalnızız

Karanlık bir dünyada
Yaşam için savaşan
Yarı cansız yarı yaşayan
Varla yok arası canlılarız
Hepimiz
Yalnızız