Emir Baran İpek, Zehra Yıldırım, Meryem Katırcı
Yorucu bir cumartesi gününün akşamıydı. Üç arkadaş oturmuş bir hikâyenin başında bekliyordu sessizce. Hikâye bir türlü kendisini açmıyordu. Kelimeler tam yazacakken kaçıp pencereden uçarak gidiyordu. O esnada akşam nasibini toplamak isteyen bir karga pencereden kaçan kelimeleri tutuyor ve yiyordu. Belki o da bir hikâyenin peşindeydi ya da istemeden içine girmişti. Meyrem bu hikâyenin saçma bir biçimde ilerlediğini yüksek sesle söylemekten çekinmedi ancak pencerenin kenarındaki karga hikâyeden ümitliydi. Rime usul usul hikâyeye ısınıyordu. Zaten ortama geç gelen Arhez ise keyif almaya başlamıştı. Ekipten biri yoktu. Penyez zaten turist gibi arada bir uğrardı buraya. Oysa yazarken keyif aldığını söylüyordu. Şimdi ardından konuşmak gibi olmasın belki de cidden önemli bir mazereti vardır. Belki “Kahraman Geri Döndü 2”yi yazıyordur. Belki uçan kapıların peşindedir. Bu konuyu geçelim.
Yorucu bir cumartesi gününün akşamıydı. Zaten hangi gün yorucu değildi ki? Pazar günleri bile onun için eziyetti. Haftanın beş günü derslerle, ödevlerle boğuşmak yetmiyor gibi hafta sonları da dersler tarafından işgal edilmişti. Ne zaman yaşayacaktı çocukluğunu? Aklında hiçbir soru olmadan, saate bakmadan, bir sonraki günü düşünmeden doyasıya koşup, eğleneceği bir gün yaşayacak mıydı dünyada? Günde 25 saat ders çalışıyor, haftada 8 gün test çözüyordu. Yetiyor muydu? Yetmiyordu. Onun özlemini çektiği hayatı yaşayan arkadaşları vardı aslında. Eğitimi çok önemsemeyen, okula yalnızca devlet memuru gibi gidip gelen, ödevlerini yapmadığı zaman hiç azap duymayan kişilerdi bunlar. Onlar için hafta dokuz günlük oyun ve eğlenceden ibaretti. Bu dokuz gün meselesi de can sıkıcıydı. Galiba onların hayatı esas alınarak ara tatiller dokuz güne denk geliyordu.
Bu düşüncelerden sıyrılıp yine ders çalışmaya başlaması gerekliydi. Kafasında bu konuları düşünürken bir yandan yemek yemişti. Odasına geçti. Masanın kenarında, duvarların dibinde, pencerenin önünde yığılı test kitapları vardı ve bunların hepsi, her satırı okunmuş, çözülmüştü. Önünde yeni bir kitap vardı. Gece boyunca bu kitapla uğraşmak zorundaydı. Pazartesi yapılacak sınavdan en iyi notu alması için bu kitabı bitirmesi şarttı. Masasına geçti, kronometreyi açmadan önce kalemlerini açtı ve birer mermi gibi yan yana dizdi. Hemen kenarına silgilerini dizdi. Karşısında bir şişe su vardı. Şişenin kapağını da gevşetti. Bununla uğraşamazdı. Kronometreyi açıp derin bir nefes aldı ve kitabın kapağını araladı. Bir yarış atı nasıl nefes nefese koşarsa soruları adeta öyle çözüyordu. Sorular onun için imha edilmesi gereken düşman, aşılması gereken engel gibiydi. Kalemlerinin ucu köreldikçe kitaptan başını kaldırmadan eliyle uzanıp diğerini alıyordu. Aralıksız altı saat masanın başında kalmıştı. Uykusu gelmişti. İlk kez su isteği oluştu. Kitaptan başını kaldırdı ve suyunu içti. Tekrar kitaba baktığında sayfaları bomboş gördü. Gözlerini ovuşturdu, kitabın ilk sayfalarına döndü, son sayfasına baktı. Kitap sanki bir deftere dönüşmüştü. Kapağında bile yazılar silinmişti. Çok morali bozulmuştu bu durum karşısında. Hemen yandaki kitaplara uzandı. Onları daha önceki günlerde çözmüştü. Bu kitapların da sayfalarının boş olduğunu gördü. Çıldırmamak elde değildi. Ne oluyordu durup dururken? Masasından kalktı. Duvar dibinde, pencere önünde yığılı kitaplara baktı. Hepsinin sayfaları tertemizdi. Hepsi deftere dönüşmüştü. Gözlerini sildi, pencereden dışarıya baktı. Geceydi. Ağlamamak, bağırmamak için kendisini zor tutuyordu. Tekrar masaya oturdu. Kitabını eline aldı. Kitabı boş bir defterdi ve kaldırıp fırlattı, ardından çığlık attı. Ağlamaya başladı. Masadaki tüm kitapları hırsla savurdu. Ellerinin ve kollarının ıslaklığını hissetti. Gözyaşlarından ıslandığını düşündü her yerin. Gözlerini sildi. Baktı, kitap eski haline dönmüş, masa hayli dağılmış, şişe devrilmişti. Kronometreye baktı çalışmaya başlayalı yedi saat geride kalmıştı. Kitabın da son sayfasındaydı. Bütün gördüklerinin kabus olduğunu düşündü. Son sayfayı çözmeyecekti. Masadan kalktı. Daha önce bitirdiği kitapların tümünü odasından dışarı çıkardı. Son sayfası kalan kitabı da ıslak haliyle onların üzerine koydu. Uyumak için yatağına uzandı.
Yorucu bir cumartesi gününün akşamıydı. Üç arkadaş oturmuş bir hikâyenin başında bekliyordu sessizce. Hikâye birden kapılarını açmıştı. Üç arkadaş geride kalan kelimelere baktılar. Bunlar kargaların yakalayamadığı, pencereden kaçamayan kelimelerle oluşan cümlelerdi. Pencereyi açtılar, yazdıkları hikâyeyi pencereden uçurdular.