11 Kasım 2023 Cumartesi

KALBİMİN BAŞKENTİ

Zehra Fırat

Başka şehirler de gördüm
Denizi, dağları, ormanları olan
Başka şehirler de gördüm
İçinde kocaman binalar olan
 
Ama senden başkasını sevemedim nedense
Denizin yok ama bir ırmağın var
Ormanın yok ama dağların var
Kışın çok soğuksun
Yazın çok sıcak
Ama benim için hep sıcak bir şehirsin
 
Belki burada doğduğumdan
Belki burada doyduğumdan
Başkasın sen Sivas
Başka bir şehirsin
Kalbimin başkentisin

DİK DURUŞ

Elif Sude Göçer

                        Filistinli çocuklar için…

Her gün çocuklar ölüyor
Kimse bunları görmüyor
Bizim gibi yavrular
Hiç kimsesiz kalıyor
 
Yaşam hakları telef oluyor
İnsanlar buna dur demiyor
Böyle de olunca işte
Dünyanın hiç anlamı kalmıyor
 
Anlayın durumlarını
Zor geçen zamanlarını
Hiç değilse ibret alın
Onların dimdik durmalarını

ATATÜRK'ÜM

Elif Sude Göçer

Türk’üm türküm Atatürk’üm
Gözleri mavi Türk’üm
Saçları güneş
Kendisi de güneş Türk’üm

Vatan elden gidiyordu
Askerlerimiz yetmiyordu
Hemen koştu yardıma
Düşmanı kovdu Türk’üm

Nurlar içinde yatsın
Mekanı cennet olsun
Vatanı cennet yaptı
Yeri de cennet olsun

10 Kasım 2023 Cuma

SIRÇA HAYALLER

Üner Taha Aydemir

Bir pencere yetmez çoğu zaman
Görmek için dünyayı
Bir pencereye nasıl sığdırabiliriz
Hiç bitmeyen bir rüyayı
 
Yağmur mesela sığar mı
Ardına pencerelerin
Ya da sonbahar yaşanır mı
Ardında siyah perdelerin
 
Rüzgar nasıl hissedilir
Gerisinde iki camlı pencerenin
Ya da toprak kokusunu
Nasıl çekeriz içimize derin derin
 
Pencere ardına hayalleri
Mümkün müdür sığdırmak
Esir kalmış bir mahkûm gibi
Umutların ardından bakakalmak

TEBESSÜM


Üner Taha Aydemir

     Kışın ayak seslerini duyurmaya başladığı bir sonbahar akşamıydı. Ağaçlar yapraklarının tamamıyla değilse de dökmüşler, kışa hazırlardı. Günler iyiden iyiye kısalmış, karanlık artık erken çökmeye başlamıştı. Telaşlı karıncalar gibi insanlar evlerine koşuyorlardı. Öğrencilerin okul yorgunlukları, çalışanların iş bezginlikleri yüzlerinden okunuyordu. Herkesin yüzünde aynı mutsuzluk, umutsuzluk vardı. Evlerine gidince dinlenecekler miydi? Bütün yorgunlukları bitecek miydi? Yüzlerine mutluluk maskesi takacaklar mıydı? Bunları düşünüyor, bir yandan da aynı kalabalığın içinde sürükleniyor, evine ulaşmaya çalışıyordu. Evi uzaktı ama ulaşım araçları güzergâhında olmadığı için her akşam bu insan selinin içine karışmak zorundaydı. Artık ezberlemişti yolları, gözlerini kapatsa bile ayakları kendiliğinden gidiyordu. Mesela iki yüz metre sonra kaldırım ortasında koca bir çukur vardı aylardır onarılmayı bekleyen, onun hemen sağından geçmeliydi. Tam buradan geçerken yanından üç tane lise öğrencisi sırtlarında çantalarıyla yürüyor olacaktı. Konuşurlarken zaman zaman birbirlerinin isimlerini de söylüyorlardı, o kadar aşina olmuştu bunlara. Onları geçtikten sonra sarı ışıklarıyla günün son ekmeklerini satmak telaşındaki fırın olacaktı sırada. Özellikle çok acıktığı zamanlarda bu fırının önünden geçmek başka bir şeydi. Neyse ki bugün çok aç değildi. 

     Düşünmeye devam etti, her gün yaptığı şey buydu. Neden mutsuz insanlar, neden kendisine selam veren birileri yok etrafta? Neden her gün bir film setinde gibi aynı yolları arşınlamak gerek? Bozuk kaldırımı geride bıraktı. Fırına doğru ilerlerken ilk kez farklı bir şey gördü. Az ilerde, fırının hemen önünde mutlu bir genç vardı. Ay beyazı dişleri, tebessüm eden yüzünde parlıyordu. Mutlu görünüyordu. Elinde yarım bir pide vardı ve koparıp koparıp yemeye devam ediyordu. Kimdi? Nereden gelmişti? Neden bu kadar mutluydu? Yaklaştı, yaklaştı nihayet genç de kendisini fark etmişti. Göz göze geldiler. Hayatında ilk kez bu kadar neşe dolu bir çift gözün kendisine baktığını hissediyordu. Tam önündeyken bir sesle irkildi:

    -Ekmek ister misin, ben doymak üzereyim. 

    Bu teklif karşısında akşamın, sonbaharın, kalabalığın her zamanki sıradanlığı dağıldı. Artık dünyada yalnızca ikisi var gibiydi. İşin kötüsü canı ekmek de çekmişti o an. Kararsız kaldı fakat eli uzanmıştı bile istemsizce. Gencin kıyafetine, ellerine baktı. Temiz giyimliydi, elleri de temizdi ve hala tebessüm ediyordu. Yürüyen, gelip geçen insanların aksine tebessüm ediyordu. Mutluydu. Ekmeğinden bir parça kopardı ve uzattı. Almalı mıydı bu ekmeği yoksa suratını asıp yoluna devam mı etmeliydi? Eli uzanmıştı bir kere, almalıydı. Bir el büyüklüğünde kendisine uzanan pideyi aldı ve tebessüm etme ihtiyacı hissetti. Tebessüm etmeyi bile unutmuş gibiydi, üzerine çevrili mutlu bir çift göze bakarak:

     -Te.. te.. teşekkür ederim, dedi.  

     Yürümeye devam etti. Bir elinde çanta vardı, bir elinde ekmek parçası ama ekmek parçasında dünyanın bütün ağırlığını hissediyordu. Yüzüne deminden beri aradığı, unuttuğu tebessüm usul usul gelmeye başlamıştı. Yine kendisini kontrol edemediğini hissetti eli ekmeği ağzına doğru götürmüştü bile. Isırdı ekmeği. Tazeydi, sıcaktı…

     Yol, keyifli bir hal almıştı. Etrafındaki asık suratları görmüyordu. Göğe baktı… Bir süre sonra evinin kapısının önündeydi. Zile basacaktı ve ya eşi açacaktı kapıyı ya çocuklardan biri ama yine elinin istemsizce cebinden anahtarını çıkarıp kapıya taktığını ve çevirdiğini fark etti. İçeriye girdiğinde yüzünde temiz bir tebessüm vardı. Eşi şaşırdı, o da tebessüm etti. Yanına gelen çocukları anne ve babanın tebessüm ettiğini görünce onlar da gülümsedi. Kimse bir şeyler konuşma ihtiyacı hissetmiyordu. Mutfağa doğru yürüdüler.  


9 Kasım 2023 Perşembe

SUDAN HİKAYE

 Atıf Kaan Salar, Akın Eliş

Bahar geldim, geliyorum diyordu. Güneşli bir hafta sonu sabahıydı. Ağaçlar yapraklarını salmak üzereydi. Kuşlar bahar telaşına düşmüşlerdi bile. Toprak ısınmaya başlamıştı. Sabahın ilk saatleriydi. Mutfaktan gelen kahvaltı kokusu evin her yerine yayılıyordu. Uyandı, gözlerini ovuşturdu, gelen kokulardan kahvaltıda kızartma olduğunu seziyordu. Kızartmaya dayanamazdı. Yıldırım gibi yataktan fırladı. Yere düşen yorganını ayağı ile yatağına attı, elini yüzünü yıkamaya koştu. Musluğu açtığı anda büyük bir hayal kırıklığı yaşadı. Sular kesilmişti. Birden uyandığındaki heyecanı öfkeye dönüştü. Mutfağa gitti ve annesine:

-Sular yine mi kesik anne, dedi. Annesi evde suyun bulunduğunu yüzünü mutfaktaki suyla yıkayabileceğini söylediyse de bunu yapmadı. Kahvaltı manzarası keyfini yerine getirdi yeniden. Annesi:

-Haydi herkesi kahvaltıya çağır, dedi. Oda oda dolaşarak önce babasını çağırdı. Babası uyanıktı. Sonra ağabeyinin odasının kapısının önüne geldi. Kapıyı vursa ihtimal azar yiyecekti. Vurmasa, annesi vermişti emri. Bir süre bekledi. Sonra küçük küçük kapıya vurdu ve:

-Kahvaltı hazııııır, dedi. Sular olmasa da, diye ilave etti. Ağabeyi, elinde telefonla kapıyı araladı:

-Geliyorum, dedi. 

Kahvaltı uzun sürmedi. Sular olmadığı için herkes tatsızdı. En iyisi kahvaltı sonrası bir yerlere gitmekti. Belki sular gelirdi. 

Herkes gidecek bir yerler bulmuştu. Planlar yapılmıştı. Annesinin arkadaşlarıyla günü vardı. Babası maça gidecekti. Ağabeyi test çözmeye kütüphaneye gidecekti. İki senedir gidiyordu zaten. O da evi kendilerine yakın olan arkadaşına gitmeyi düşündü. 

Ev yarım saat içinde boş kaldı. Bulaşıklar tezgah üstünde yığılıydı. Çamaşırlar makinanın önünde küçük bir tepe gibiydi. 

Dışarıya çıktığında güneş onu bütün sevecenliği ile selamladı. Arkadaşının iki sokak ilerdeki evine doğru yürüyor bir yandan da etrafa bakıyordu. Az ilerde çalışan belediye ekiplerinin su boruları ile uğraştığını gördü. En azından birkaç saate sular gelir diye içinden geçirdi. Yüzünü de yıkamamıştı halen. Annesi normalde bu duruma hep kızardı. 

Arkadaşının evine geldiğinde binadaki sessizlik birden içine bir korku düşürdü. Kocaman binada kimse yok gibiydi. Dışarısı ne kadar hayat dolu ise içerisi de o kadar bunaltıcıydı. Belki de daha kimse uyanmamıştı. Belki onların da suyu kesikti ve bina bu yüzden sessizdi. Arkadaşı 7. Kattaydı. Asansöre yöneldi, bindi ve 7 numaraya bastı. Asansörün kapılar kapanır kapanmaz korkusu daha da büyüdü çünkü asansör ışıklarından biri yanıp yanıp sönüyordu. Üstelik hareket ederken asansör sallanıyordu. İçi darala darala 7. kata ulaştı ve kendisini dışarıya zor attı. 

Kapının ziline basacaktı ki kapının açık olduğunu gördü. Heyecanı daha da arttı. Zile bastı ama zil çalmıyordu. Bir daha bastı, sonra kapı tokmağını tıklattı. İçerden ses gelmiyordu. Kapıyı usulca araladı. İçeri halen boştu. 

-Mert, evde misin, diye seslendi. Cevap alamadı. İçeriye girecekti istemese de çünkü merak ediyordu, herkes neredeydi. Ayakkabısını çıkarmayı bile unutmuştu, içeriye adım attı ve kapı hızla kapandı. Paniği iyice arttı, kapıyı açmak istedi, açılmıyordu. Mert’in odasına doğru yürüdü, kimsecikler yok gibiydi içerde. Mert’in odasının kapısını tıklattı ama ses yoktu. Korkuyla kapıyı açtı. Mert bilgisayarın başındaydı ve kulaklık takmıştı. Kendisini görünce sadece baktı ve yanındaki sandalyeyi işaret etti. Bu tuhaflığa daha fazla katlanamadı ve bilgisayarın fişini çekti. Mert öfkeyle baktı, kulaklığı çıkardı:

-Ne yaptığını sanıyorsun, dedi. 

-Asıl sen ne yaptığını sanıyorsun, kapı açık, evde kimse yok, apartman sessiz ve sen oturmuş oyun oynuyorsun…

Mert güldü:

-Pencereden geldiğini gördüm ve kapıyı oyuna oturmadan önce ben açık bıraktım. Evde kimse yok çünkü evde sular kesik. Apartmanda da sessizlik var çünkü onların da suyu yok, dedi. 

Derin bir nefes aldı. Ayakkabılarını fark etti. Utandı. Kapıya doğru tekrar yürüdü ve ayakkabılarını çıkardı. İçeriye girecekti ki vaz geçti. Tekrar ayakkabılarını giydi. Eve dönmeye karar verdi. Asansörü kullanmadı. Döne döne indi 7. kattan. 

Evine dönerken yolda çalışan belediyecilere baktı, kimse yoktu yerinde. Hatta yolda çalışma yapıldığına dair bir iz de yoktu. Eve döndü ama anahtarı yoktu. Kapının eşiğine oturdu. Sabah beri yaşadığı şeyleri düşündü, ailesinden birilerinin gelmesini bekliyordu. Beklediği sadece ailesi değil aynı zamanda suların da gelmesini bekliyordu. 


CAN SIKINTISI

 
Metehan Ersoy
Akşamın ilk vakitleriydi. Canı çok sıkılıyordu. Kendisini üzen bir şey yoktu hayatında ama hiçbir şey yapmamış olmaktan, yapamamaktan dolayı canı sıkılıyordu. Sıkıntısını dağıtmak için odasına gitti, küçük kitaplığına baktı. Okumadığım bir kitap var mı, diye hepsini elden geçirdi. Okumadığı kitap kalmamıştı ama yeni kitap da epeydir almıyordu. Küçük Prens’e baktı. Üçüncü sınıfta okumuştu. Kitapların üzerine adını yazmamak gibi bir huyu vardı. Keşke okuduğum seneyi, yaşımı yazsaydım diye içinden geçirdi. Resimlerine baktı kitabın, bazı cümleleri anımsadı. Sonra kapattı ve yerine koydu. Canının sıkıntısı geçmiyor, aksine artıyordu. Bu kez de kitaplığın yanındaki çekmecenin başına geçti. Ne aradığını bilmiyordu. İlk çekmeceyi açtı, içinde kalemler, ödev notları, küçük etiketler, eski karneler hatta vesikalık fotoğraflar vardı. Fotoğraflardan birini aldı. Bir yabancıya bakar gibi baktı. Ne sevimli bir surat diyecekti ki aynada kendi yüzünü gördü. Bu ben miyim, diye sordu içinden. Canı daha da sıkıldı. İlk çekmeceyi kapattı. Hemen altındaki çekmeceyi açtı. Zaten ilkini açınca ikinci çekmece de peşinden geliyordu hep. İkinci çekmecede okul kıyafetleri vardı. Anında kapattı. Üçüncü çekmeceye gelmişti sıra. Açtı ve hemen ardından kapattı çünkü bu bozuk çekmeceydi, kullanmıyordu. Son çekmecede oyuncaklarının olduğunu hatırladı. Hevesle kulpundan tuttu ve kendisine doğru çekti. Akıl oyunları, zeka küpleri, pinpon topu, raketler, eldiven, kulaklık… Hepsine baktı, hepsini kurcaladı. Zeka küplerini karıştırdı yeniden sıraladı. Bir türlü geçmiyordu can sıkıntısı.
Telefonuna gelen bildirimle biraz içinde bulunduğu havadan sıyrılmıştı. Telefonunu aldı, gelen ödev bildirimiydi. Bildirimi açtı, ödevine baktı, telefonu kapattı ve çantasından kitaplarını, defterini, kalemliğini çıkardı.
Başka arkadaşları içi dünyayı, her şeyi unutturan bilgisayarı masanın üzerinden kendisine bakıyordu. Doğruldu baktı, küçümsedi.
-Üzgünüm ama seninle ilgilenecek havada değilim, dedi bilgisayarına.
Sandalyesine oturdu, masasına kitap ve defterlerini, kalemliğini koydu. İçindeki sıkıntıyı unutmuş, ödev telaşına düşmüştü bile. Dışarda hava kararmış, sokak lambaları yanmıştı. Kalktı perdeleri çekti.

8 Kasım 2023 Çarşamba

RÜYA İÇİNDE

Aydın Çınar Yıldırım

Kimi zaman sıkıcı
Kimi zaman eğlenceli
Bazen horoz bazen inek sesleri

Gökyüzü hep açık
Etraf hep yeşillik
Herkes dost birbiriyle 
Köy hayatı büyülü bir hayat sanki

Elbette tozu, toprağı, çamuru da var
Ve elbette kirleniyor üstümüz başımız bazı zamanlar
Yine de selam vermek kapıdaki köpeğe
Merhaba demek duvardan geçen kediye
Ve dinlemek kuş seslerini gündüzleri
Sessizliği geceleri
Sanki bir rüya

Ağaçlar çeşit çeşit
Kiminde armut kiminde elma
Yanlarından geçerken
Dallarıyla uzatıyorlar bana
Fısıldıyorlar: Bak şunun tadına

Temiz havası ile doymak uykuya
Erkenden uyanmak güneşin doğuşuyla
Koşmak beni çağıran yemeğin kokusuna
Telefon, tablet, internet yok ama
Köy yaşamı bir başka
Her haliyle bambaşka

KARANLIK AYDINLIK

Meva Vural

Her yer karanlık olsa diyorum bazen
Baktığımız, yaşadığımız, gördüğümüz
Ve olmasa yıldızlar, olmasa mehtap
Karanlık dökülse dağların ardından
Sabahları gün yerine
 
Belki o zaman
Anlaşılır aydınlığın değeri
Ve o zaman aydınlanır kararmış kalpler
 
Karanlık insanlığın damarlarında
Bakışında, düşünüşünde
Keşke aydınlık çoğalsa
Karanlık yok olsa

SANAT

Aydın Çınar Yıldırım
Kimi zaman insanı
Kimi zaman acıyı, korkuyu, hüznü
Belki aşkı anlatırsın

Büyük bir ağaç gibi
Onlarca kolu var dalı var
Şair, müzisyen, ressam ve seninle var oldu birçok yazar
Okudukça, dinledikçe baktıkça 
İnsanın ruhunda huzurun çiçekleri açar

Sen hayat damarısın insanlığın
İnsandansın insanlıksın
İnsanı insana anlatansın
Ey sanat
Sen yaşamsın