28 Aralık 2023 Perşembe

RÜYASIZ UYKU

 Aydın Çınar Yıldırım

                            Semih Karataş için

Uyandım, sabah değil akşam
Yorgundum, durgundum 
Ne rüya gördüm ne hayal
Yalnızca uyudum
Kim seslendiyse bana 
Duymadım
Nerede olduğumu, kaç dakika uyuduğumu
Bile anlamadım

Başka bir boyutta da değildim
Ama uykuya farkında olmadan yenildim

JAPONYA

 
Elif Erva Candan

Herkesin haritalarda
Baktığı bir yerler var
Kimi köyüne, kimi şehrine bakar
 
Bense görünce bir yerlerde dünya haritası
Doğrudan doğruya
Bakıyorum Japonya’ya
 
Japonya
Ah Japonya
 
Keşke bu kadar uzaklarda olmasan
Keşke bir sabah çıkıp yola
Akşama kalmadan sana varsam
Ya da bir hızlı tren olsa
Japonya’dan her gün Sivas’a

27 Aralık 2023 Çarşamba

ARKADAŞIM

 
Meva Vural
Resim çiziyor arkadaşım durmadan
Ders kitaplarını kenarına
Test sayfalarına
Boş bulduğu her yere
 
Bazen bir çiçek
Bazen bir civciv
Sonra bırakıp onları masada
Bırakıp onları kitapta
Sayfada
Dönüyor dersine
 
Keşke diyorum
Onun gibi şeyler
Çizebilseydim ben de

BALIKSIZ BALIKÇI

     Elif Erva Candan, Meva Vural
    Bir gün Namra uyandıktan sonra göle gitmek istemiş. Balık tutacakmış Namra ve beklemeye başlamış. Balığı beklemiş beklemiş. Her gün bir balık tutmak için gidiyor hiçbir şey tutamadan dönüyormuş.  Günler böyle geçmiş halen oltasına balık düşmüyormuş. Yemlerinde bir sorun olduğunu zannetmiş ama yemini değiştirse de değişiklik olmamış. Yine balık tutamıyormuş. Bir gün yine balık tutmaya gelmiş. Bu sefer ilk defa oltasına bir şeylerin takılı olduğunu görmüş. Heyecanla oltasını çekmiş. Oltasını çekerken, epey büyük bir balık galiba bu diye içinden geçirmiş. Ancak oltayı tamamen çekince yakaladığının bir bot olduğunu görmüş. Çok üzülmüş. Hem de çok ama o da ne? Botun içinden elmas gibi parlayan bir balık fırlamış çimenlerin üzerine. Çok güzel bir balıkmış bu. Parıl parıl parlıyormuş. Namra şaşkın şaşkın balığa bakarken şaşkınlığı daha da artmış çünkü balık konuşmaya başlamış:
    -Eğer istediğim üç şeyi yaparsan dile benden ne dilersen.
    Namra, bu sırada bütün kelimeleri unutmuş. Ne dileyeceğini hatırlamaya çalışmış ama aklına bir şey gelmiyormuş. Balık bir yandan göle doğru zıplarken:
    -Sen dileğini şimdi düşünmeyi bırak ve benim istediğim şeylere bak.
    1- Yarın güneş doğmadan kuşa yem vereceksin.
    2- Aynı gün öğlen karşı dağdan üç parça düz odun getireceksin buraya koyacaksın.
    3- Oltayı buradan çıkaracaksın ve beni öyle bekleyeceksin.
    Bunları söyledikten sonra balık göle zıplamış ve kaybolmuş.
Namra balığın kendisinden istediklerini unutmuş bile. Bir an rüyadan uyanmış gibi hissetmiş kendisini. Hani insan rüyasını anlatmak ister de sabah hepsini unutur ya… Namra da öyle hissetmiş kendisini. Oltasına ve bota bakarken birden aklına birinci isteği gelmiş balığın. Kendi kendisine:
    -Galibaaaaa, yarın sabah iki serçeye yem vermem gerekiyordu. Bu tamam, bunu yaparım ancak ikincisi neydi?
    İkinci isteği hatırlamış, karşı dağa gidip gelmem zaten bir gün sürer, diye düşünmüş.
    Sonra bunun anlamsız olduğunu düşünmüş. Kimseye anlatmamaya karar vermiş. Zaten etrafındakiler ona garip bakıyormuş.
    Olanları unutmaya çalışsa da bir türlü kafasından atamıyormuş. En son evine gidip iki serçe için yem bırakırsa pencere önüne ve yola çıkarsa ertesi gün akşama tekrardan dönebileceğini. Bu esnada dileyeceği şeye de karar veririm, demiş içinden.
Pencerenin önüne iki serçeye yetecek kadar yem koyarak dağa doğru yollanmış. Saatlerce bir şeyler yemeden, içmeden dağa ulaşmış. Çabucak üç tane düz ağaç keserek inmeye başlamış. Bu esnada vakit öğleye yaklaşmış. Serçeler yemleri yemişlerdir, bu odunları da götürünce işim tamam, demiş kendi kendine.
    Yemeden, içmeden dinlenmeden akşama doğru oltasının olduğu yere gelmiş ve oltayı da kaldırmış. Bu kez daha büyük bir sorunu hatırlamış: dilek… Ne dileyeceğini bilemiyormuş bir türlü. Dakikalarca gözü gölde düşünmüş. Aklına gelen hiçbir şey yokmuş. Saatler böylece geçmiş. Hava kararmak üzereymiş. Dün gördüğü balık halen ortada yokmuş ve bir hayli de acıktığını hissetmiş. Balığın geleceğinden ümidi kesmiş ve son kez oltasını göle atmış. Bir iki dakika sonra oltaya bir şey takıldığını hissetmiş ve çekmeye başlamış. Nihayet yakaladığı şeyi akşamın ilk karanlığında uzaktan görmüş: yine bir bot. Hem sevinmiş hem üzülmüş. Çünkü balığın üçüncü isteğini yerine getirmediğini hatırlamış, üzülmüş. İçinde yine balık varsa ve kendisiyle konuşursa diye sevinmiş. Botu kenara almış. Heyecanla ters çevirmiş. İçi boşmuş botun. En ileriye bakmış eliyle… Yok. İçinde çamur ve yosundan başka bir şey yokmuş botun. Diğer botun yanına bu yeni botu da koyarak yorgunluktan oracıkta uyuyakalmış Namra.

ÜÇLER DESTANI

 

Semih Karataş

Yılı hatırlamıyorum ama eskiydi
Çok eskiydi o zamanlar küçücük bir çocuktum
 
Dağlar sıra sıra uzanıyordu önümüzde
Yol yoktu sadece patikalar vardı
Yorgundu atlar her gün taşımaktan sahiplerini
Sahipleri de yorgun yapmaktan her işi
Gökyüzünde yalnızca kartallar vardı
Dağların sahibi yalnız kurtlardı
Dediler bir çocuk geldi dünyaya
Bu çocukta bambaşka bir şeyler var
Onu görmeye koştu obadaki insanlar
 
Çocuk doğar doğmaz konuşmuş, koşmuş
Onu böyle gören her insan şaşmış
Ben de merak edip yanına vardım
Bir hafta onunla cirit oynadım
Derken zaman geçti o büyüdü çabucak
Adını İltay koydular bu çocuğun
 
Ben onun gibi değildim
Çabucak büyümedim
 
O başka biriydi
Koşunca rüzgar dururdu
Yürüyünce titrerdi toprak
Konuşunca susardı herkes
O kılıcı eline alınca bütün kılıçlar kınına girerdi
O yayını alıp ok atınca
Vurulmayan hedef kalmazdı
Dağa çıktığında kurtlar başka dağa giderdi
Göğe baktığında kartallar yuvalarına dönerdi
İltay bambaşka biriydi
Hep yalnız gezerdi
  
İltay başka illere gitti bir zaman
Haber alınamadı aylarca
O gider gitmez geldi bir kara bela
Çaresiz kaldı obamız
Bu bela nasıl olmuş nerden gelmişti
Hepimizi esir alan koca bir devdi
Üç başı vardı devin her başında üç gözü
Üç günde köyün bitirmişti bütün hasadını
Devi görüp gelenler konuşamadı üç gün
Üç gece uyumadı deve gidip görenler
Bazıları üç gün ancak yaşadı onu görünce
Günler geçti böylece
Otuz üç yiğit oldu kurban edilen
Analar ağladı, çocuklar ağladı
Herkesin tek umudu İltay’da kaldı
İltay gelmiyordu gittiği yerden
Anlamıyordu oba, İltay gelmiyordu neden
Bir sabah at kişnemesiyle uyandı herkes
Gelen İltay’dı şükretti herkes
İltay duymuştu obasının başına gelenleri
Hemen harekete geçmeyi yeğledi
Sabah gün doğarken vardı devin yanına
Uzaktan ok attı deve ama bir işe yaramadı
Kayalar fırlattı deve ama bir işe yaramadı
Kılıcıyla yürümek kalmıştı üstüne
Ancak devin üç başında üç göz vardı
Her yeri görüyordu
İltay nasıl kurtaracaktı obasını
 
Bir süre düşündü kayaların arasında
Devi peşinden sürüklemek yattı aklına
Deve giderek iyice yaklaştı
Duymak istemeyeceği şeyleri ona haykırdı
Dev öfkeden döndü deliye
Düştü İltay’ın peşine
İltay koşmuyor sanki uçuyordu
Ama dev ona yetişiyordu
Sonunda girdi İltay küçük bir mağaraya
Öfkeli dev peşinden tek başını soktu oraya
İltay kılıcıyla tek başını aldı devin
Geriye kalmıştı iki başı alınacak
Dev bağırıyordu dışarda acıyla
İltay kalmıştı içerde sessizce
Üçte biri gitmişti devin
Kalmıştı üçte ikisi
Dev intikamını almak için ikinci başını soktu içeri
Ancak içeriye girer girmez diğer başı gibi oldu kaderi
Dev artık ayakta zor duruyordu
İltay kendisiyle gurur duyuyordu
Çığlık çığlığa kıvranırken dev
İltay hamle etti çıktı dışarı
Son bir darbe bitirdi yarım kalanı
 
Oba çığlıkları duydu geldi
İltay söylemeden gördüler olan biteni
İltay bir şey söylemedi atına bindi kayboldu
Yıllar yıllar geçti geri gelmedi
Kimse onu görmedi
Devin öldürüldüğü dağ ziyaret yeri oldu
 
Yılı hatırlamıyorum ama eskiydi
Bana anlatmak kaldı yalnızca yaşananı
Ben de görmedim bir yerde bir daha hiç İltay’ı

TOPRAK

 Aydın Çınar 

Senden uzakta kalmak
Ayrılmak gibi 
Anadan babadan
Senin olmadığın yerde yaşamak
Ayrı düşmek gibi yuvadan

Senin ekmeğin değilse yediğim
İçtiğim 
Senin suyun değilse
Senin havan değilse 
İçime çektiğim
Tadı yok, kokusu yok

Benim toprağım senden
Senin toprağın benden
Ayrılamam ben senden
Can Sivas
Sultan Sivas

26 Aralık 2023 Salı

DURAK

 
Emir Baran İpek


İlham durağı şairleri için
Yazıyorum ne yazdığımı bilmeden
Size soruyorum
Ne yazıyorum
Yazıyorum ilk kez ilhamı beklemeden
Gelmedin, hani gelecektin üçte
Yazıyorum iki ihtimalle
Ya çok dolu
Ya da gereksiz
Keşke yazsam öyle
Elimle değil
Eksiksiz de
İster sev ister sevme
Gıcık biri ilham
Yıllarca beklenip
Gelmeyen Aysuda gibi
Yine yine yine
İş işten geçti bir de
Artık olan oldu bize
Gelsen de bir gelmesen de

Sanki bir kapılı han
Gidiyor gündüz gece
Ama duvara gelince
Ferhat’a kavuşamayan şirin gibi
Sanki çok şey istedik
Bir gel diye
Her şey seninle güzel
Olmayacak şiirler için yazmak gibi
İlham sensizlik de bir ilhammış
Bugün fark ettim
Keşke o durakta 
O kadar beklemeseydim

MERHAMET


Emir Sabri Ünsal

Baktım sokakta küçük bir kedi üşüyor
Yanından geçenler onu 
Görmezden geliyor
O zaman şimdi sıra bende 
Ha gayret
İçimden bir ses:
Merhamet et merhamet

Baktım ben yaşlarda biri
Küçücük bir ağacı kırmış gidiyor
Kimse ona bir şey demiyor
Ağacın kırığını da sarmıyor
Şöyle dedim kendime
Sıra yine sende devam et
Merhamet et merhamet

BOMBOŞ ŞİİR

 Emir Baran İpek

Boşlukla dolu bir kutu
Hiçlik içinden taşıyor
Doldukça boşalan bir kutu
Bakınca dibi görünüyor
 
Denizler su dolu ama bomboş
Kalbim gibi
Ateş dolu yüreğimde
Olmayan su gibi
 
Çatlaklarla dolu ciğerim
Ve eksik hava
Dünya dolu acıyla
Ama bomboş belki

ANILARIN KARANLIK YÜZÜ

Ezgi Budak

    İki ayrı kavram: anılar ve korku. İnsanlar anılardan ibarettir çünkü onlar insanın karakterini çizen kalemlerdir. Geçmiş her şeyi belirler aynı zamanda siler.  Gelecek her nasıl sisli ve pusluysa geçmişin ne farkı var. Dünya nasıl oluştu? Biliniyor mu? Dünya nasıl yok olacak? Biliniyor mu? Dünyanın geçmişini bilmeden “vicdansız dünya” diyebilir miyiz? Ya kalemi ona karşı vicdansızsa? Pekâlâ insanlar? Birinin anılarını, geçmişini ve geleceğini bilmeden ona “vicdansız” diyebilir miyiz? Ne farkı var peki? Her iki durumda da anıları vicdansızlaştıran insanlardı. İnsan insandan çok çeker yaklaşık 70 yıllık ömürlerinde.     Bir de evimizi düşünelim 4 milyar yıldır var olan. Her gün yeni bir anı o halde. Ve bir de o günlerin çoğunda vahşete maruz kaldıysa korkuyordur, yok olmadan korkuyordur. Bu yalnızca bir etkisi hayatımız üzerinde. Sanırım biraz daha yakın bakacak olursak olaya anıların korkuya nasıl benzediğini kavramak için birkaç örnek vermem lazım gelir. Eminim ki herkes annesini kaybetmekten korkar. Peki, neden? Onunla geçirdiğiniz tatlı anlar vardır geçmişte, gelecek içinse yine aynısını isteriz veya bir iş yerinde yaklaşık yirmi yıl çalıştınız ve ayrılma vakti geldi. Anılar işi zorlaştırmaz mı? Orada verdiğiniz emekler orada kalacak ve devamını getiremeyeceksiniz. Burada anıların başka bir yüzüyle karşılaşıyoruz: Hüzün. 
    Son fakat en önemli örneğimiz bir arkadaştan uzak kalmak. Sanıyorum en neşeli anılarımız dostlarla geçirdiklerimizdir. Bir sebepten dolayı sizden uzaklaşmak zorunda kalabilir dostlar. Bu durumu hüzünlü kılan şey tabi ki anılardır. Eskisi gibi anılar biriktirememe düşüncesi insanın içini yiyor ve ardından onları soyut bir şekilde anıyoruz. Bu anmak; değil bir insanı, onunla olan anılarını hatırlamak. 
    Birçok şeyin de olduğu gibi anıların da karanlık tarafı vardır ve bunun farkına varmak insanı iyi ya da kötü fark etmeksizin etkileyebilir.