Ezgi Budak
Bir kazanın içinde yaşıyoruz.
Yıllardır pişmesi için beklenen bir kazan.
Tek bir fark var aramızda, burada ateş içten yanıyor. Üstelik ısıyı fazla kaçırıyoruz.
Bir patatesi haşlarken yüksek ateşte pişirirsek ne olur? Yanar. Ne farkımız var?
Gitgide yanıyoruz.
Dışarı bakın, hangi aklı başındaki insan bana her şeyin eskisi gibi olduğunu söyleyebilir ki? Aldığımız en ufak bir kalem bile kullandıkça küçülürken yıllarca bizlere yuva olan bu koskoca dünya nasıl eskisi gibi kalabilirdi ki? O da gitgide küçülüyor bu 8 milyar insan arasında.
Pekâlâ patatesi lezzetli bir şekilde yemek istiyorsak ne yapmalıyız, Tabii ki başında bekleyip onu kontrol etmeliyiz. Yuvamız içinde aynısı geçerli. Belli ki bizim kazan’ın bekçileri çoktan göçmüş dostlar, o halde kendi kazanımıza kendimiz bakalım.
Önce kendi içimizdeki yangına su serpmeliyiz. Yana yana başkalarının yangınını söndüremeyiz. Kibrit kibriti yakmaz, fakat insan insanı yakar. En kötüsü de öldürmez, yarım bırakır. Ya yaşatırsın ya öldürürsün ama yarım bırakmazsın. Ormanların kralı aslan (ki tartışmaya çok müsait bir konu) dedikleri bile kendi cinslerini öldürmezken gördük Napolyon insan kesiyordu.
İşte insan böyle, açgözlülüğü yetmiyor kendine. Maymun iştahlılığı da geçmiş bu. En koca mideli canlı bile tanımlamaya yetmez bu istek cümbüşünü. En sonunda yalnız açgözlüler kalacak hayatta. Sırf başkaları onu besledi diye. Çoktan unutmuş çocukluğunu, daha çocukluğunun baharındakileri öldürüyor. Sonrada onlara aşağılayıcı gözlerle bakıyor “Ben kral olmuşum siz hâlâ top oynuyorsunuz” diye. Sanki bunu diyen anne karnından çıkmamış gibi. Sade bu da değil ateşimiz, bu yalnızca onu körükleyen bir etken. Umursamazlığın suçu tüm bunlar. O çakmağımız bu düşüncedeki. Artık kimsenin umurunda değil dünya, bize yıllarca analık babalık etmiş dünya. Yine açgözlülüğe geldi konu işte. İnsanların tek amacı var artık: para.
Yine kimsenin umunda değil bu kaynama, içten yanan ateş kimin umurunda? Biraz daha vakit mi ayırsak acaba, sınırlı zamanımıza?
Bir kazanın içinde yaşıyoruz.
Yıllardır pişmesi için beklenen bir kazan.
Tek bir fark var aramızda, burada ateş içten yanıyor. Üstelik ısıyı fazla kaçırıyoruz.
Bir patatesi haşlarken yüksek ateşte pişirirsek ne olur? Yanar. Ne farkımız var?
Gitgide yanıyoruz.
Dışarı bakın, hangi aklı başındaki insan bana her şeyin eskisi gibi olduğunu söyleyebilir ki? Aldığımız en ufak bir kalem bile kullandıkça küçülürken yıllarca bizlere yuva olan bu koskoca dünya nasıl eskisi gibi kalabilirdi ki? O da gitgide küçülüyor bu 8 milyar insan arasında.
Pekâlâ patatesi lezzetli bir şekilde yemek istiyorsak ne yapmalıyız, Tabii ki başında bekleyip onu kontrol etmeliyiz. Yuvamız içinde aynısı geçerli. Belli ki bizim kazan’ın bekçileri çoktan göçmüş dostlar, o halde kendi kazanımıza kendimiz bakalım.
Önce kendi içimizdeki yangına su serpmeliyiz. Yana yana başkalarının yangınını söndüremeyiz. Kibrit kibriti yakmaz, fakat insan insanı yakar. En kötüsü de öldürmez, yarım bırakır. Ya yaşatırsın ya öldürürsün ama yarım bırakmazsın. Ormanların kralı aslan (ki tartışmaya çok müsait bir konu) dedikleri bile kendi cinslerini öldürmezken gördük Napolyon insan kesiyordu.
İşte insan böyle, açgözlülüğü yetmiyor kendine. Maymun iştahlılığı da geçmiş bu. En koca mideli canlı bile tanımlamaya yetmez bu istek cümbüşünü. En sonunda yalnız açgözlüler kalacak hayatta. Sırf başkaları onu besledi diye. Çoktan unutmuş çocukluğunu, daha çocukluğunun baharındakileri öldürüyor. Sonrada onlara aşağılayıcı gözlerle bakıyor “Ben kral olmuşum siz hâlâ top oynuyorsunuz” diye. Sanki bunu diyen anne karnından çıkmamış gibi. Sade bu da değil ateşimiz, bu yalnızca onu körükleyen bir etken. Umursamazlığın suçu tüm bunlar. O çakmağımız bu düşüncedeki. Artık kimsenin umurunda değil dünya, bize yıllarca analık babalık etmiş dünya. Yine açgözlülüğe geldi konu işte. İnsanların tek amacı var artık: para.
Yine kimsenin umunda değil bu kaynama, içten yanan ateş kimin umurunda? Biraz daha vakit mi ayırsak acaba, sınırlı zamanımıza?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder