8 Mart 2024 Cuma

KELEBEK

     Üner Taha Aydemir

    Yetmiyordu ve yetinmeyi bilmiyordu. Kendini bildiğinden beri hep birileri sağından solundan geçiyor, iyi yerlere geliyor, iyi kazanıyor, iyi bir hayat yaşıyordu fakat o her şeyin hep gerisindeydi. En azından kendi öyle hissediyordu. Daha küçük bir çocukken okulda başlamıştı his. Bazı arkadaşlarının notlarına bakardı ve onlarda geride olduğunu düşünürdü. Kaybettim, derdi kendi kendine. Aldığı notlar, kazandığı başarılar aslında azımsanacak, küçümsenecek türden değildi ancak yetmiyordu ona ve yetinmeyi bilmiyordu.
    Ortaokul bitip de liseye başlayınca yine aynı duygular daha yoğun biçimde kendini hissettirmeye başlamıştı. İyi bir liseye yerleşmişti. Güzel bir puan almıştı ve çoğu arkadaşının hayali olan bir okula başlamıştı. Yine de eksik bir şeyler vardı içinde. Kaybettiğini düşünüyordu. Başkalarının kazandığını ve kendisinin kaybettiğini düşünüyordu. Bir pencerenin önüne geçtiğinde uzaklara, karşıya, manzaraya değil de cama yansıyan görüntüsüne takılıyordu. Kendini aşamıyordu. Kendine hapsolmuş gibiydi. Kendinin dışına çıkamıyor ya da sadece kendinden ileride olanları görüyordu bu pencerenin önünde. Arkasında kalanları ne görmüştü ne de onlar dikkatini çekiyordu.
    Hayat onunun için yalnızca kaybetmek demekti. Oysa kaybetmiyordu. Oysa imrenilen bir hayatı vardı çoğu kişiye göre. Yıllar böyle geride kaldı.
    Okul hayatı bittikten sonra da kendini hep aynı pencerenin önünde gördü. Manzara değişiyordu, hedefler, yollar değişiyordu fakat o yalnızca camdaki yansımasını görüyordu. Kendi güzel kanatlarını göremeyen ve güvelerin bile kanatlarına hayranlık duyan kelebekten farksızdı.
    Denizi olan onlarca şehre gitmiş ama bir kez bile denizi görmeden, görse bile denize bakmadan dönmüştü. Dört mevsimi aynı zaman diliminde yaşayabileceği bir coğrafyadaydı ancak o kendini yalnızca sonbahara teslim etmişti. Irmaklar akıyordu yaşadığı şehirde fakat bir kez bile ırmak kıyısına gitmemiş, ayaklarını o ırmağın suyuna değdirmemişti.
    Nasıl bir hayat yaşamıştı senelerce?
    Nasıl geçmişti günler?
    Neyin peşinde geçmişti ömür?
    Mutluluk mu?
    Hayır…
    Huzur mu?
    Hayır…
    Hayat otobüsünün şoför koltuğuna oturtulmuş aceleci bir sürücü gibiydi ömür yolunda.  Gözleri yolda değildi, arka koltuklarda da değildi. Dikiz aynasında yalnızca kendini görüyordu. Önüne bakınca otobüsün camında yansıyan kendini görüyordu. Hiçbir şeye çarpmadan ve olanca hızla bu yolda geçtiği diğer otobüsleri, araçları görmüyordu. Hızlı gidiyordu, aceleciydi fakat farkında değildi hızının ve geride bıraktıklarının.
    Kaybettiği ne çok şey vardı. Aslında yoktu ama öyle düşünüyordu. Tanıdığı insanlar farklıydı, mutlulardı her şeyden önce. Çok kazanıyorlardı, çok önde gidiyorlardı, hayatı olması gerektiği gibi yaşıyorlardı. Mutlu değildi ve çok kazanmıyor hatta kaybediyordu. Evet, “kaybetmek” onun iç dünyasını karşılayan en net kelimeydi.
    Kaybetmiş ve kaybolmuştu kelebek ömrü gibi bir ömrün içinde.
    Çocukluğunu kaybetmişti, gençliğini kaybetmişti, yıllarını, ömrünü, sevdiği insanları, mutluluğunu, umudunu, hedefini kaybetmişti.
    Ne kalmıştı ki kaybedecek başka?
    Kaybettiğini düşündüğü her şey aslında bir yanılsamaydı.
    Kaybettiği tek şey duygularıydı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder