18 Eylül 2024 Çarşamba

MEÇHUL

 Zeynep Akbulut, Zeynep Ayten

Serin bir sonbahar günüydü. Ağaçlar yapraklarını çoktan dökmüştü fakat bazı inatçı ağaçlar yapraklarını bırakmak istemiyor gibiydi. Geceden başlayan fırtına bir türlü hızını kesmemişti. Yağmur ise bazen şiddetleniyor bazen sakinleşiyordu fakat kesilmiyordu. Kış geliyor, dedi içinden. Artık bu havalar kışın habercisiydi. Belki bir hafta belki bir ay sonra her yer beyaza bürünecekti ve aylarca kar kalkmayacaktı dağlardan yollardan. Aslında akranları gibi şu saatlerde okulda, sınıfında olmalıydı fakat annesi onun kendisine bir iş bakmasını istemişti. O da saatlerce dükkanları dolaşmış, eleman ihtiyacı olup olmadığını sormuştu. Ne berberlerin çırağa ihtiyacı vardı ne de manavların yeni bir elemana ihtiyacı. Annesi de haklıydı çünkü kaç zamandır haber alamadıkları babası onlara yüklü bir borç bırakarak ortadan kaybolmuştu. Bir süre amca, dayı, teyze gibi akrabalar destek olmaya çalışmışlar fakat annesinin gururundan bu akrabalar da eve uğramaz olmuştu. Oysa okumak istiyordu, arkadaşları gibi okul yolunda, sıralarında yorulmak, çocukluğunu yaşamak istiyordu. 
Bu düşünceler kafasında dolaşırken okulun önüne gelmişti. Girmeli miydi? Öğleden sonraki derslere katılmalı mıydı, karar veremedi. Evine gitse annesine yine iş bulamadığını söyleyecekti ve annesi yine üzülecekti. Kaç zamandır kendilerine destek olan ablası da bu ay henüz para göndermemişti. Oysa okullar açılalı bir ay olmuştu. Kardeşinin okumasını isteyen biri şimdiye kadar düşünür ve her zamankinden daha da fazla gönderirdi. Belki annesi ablasına da bir şeyler söylemiştir ve o da para göndermeyi bırakmıştır, diye düşündü. Ablası üniversiteyi geçen sene bitirmişti ve bir yıldır iyi bir işi vardı. En azından ailesini ihmal etmiyordu. Uzaktan da olsa destek oluyordu. En son bayramda iki günlüğüne gelmiş ve dönmüştü. Tam da babasının ortadan kaybolduğu haftalarda olmuştu bu. 
Nasıl olsa devam edemeyeceği bir okula, sınıfa girip oturmanın anlamı yoktu. Üstelik arkadaşlarına ve öğretmenine durumu anlatması gerekirdi. Bu yüzden okulun önünden hızla uzaklaştı ve evin yolunu tuttu. Acıkmıştı epeyce ama evde yemek olup olmadığını bile bilmiyordu. Yolun karşı tarafından kendisine doğru yürüyen adamı görünce birdenbire her şeyi unuttu ve kalbi hızla çarpmaya başladı. Babasıydı bu. Ne zaman gelmişti ve nereye gidiyordu. Belki de iş bulmuş, para kazanmış ve yeniden evine dönmüştü. Heyecanla adımlarını hızlandırdı. Kendisine doğru gelen adam iyice yaklaştığında onun babası olmadığını fark etti. Hayal kırıklığının ötesinde bir şeydi bu yaşadığı. Bir anlığına nasıl da kendisini iyi hissetmişti. Nasıl hayallere dalmıştı birkaç adımlığına. Şimdi yine kapkaranlık bir gerçeğin ortasındaydı. 
Umutsuzca yürüyerek evine ulaştı. Kapıyı açınca annesini göremedi. Bütün odalara baktı fakat evde kimse yoktu. Bir şeyler olduğunu seziyordu fakat daha fazla kötü bir şey yaşayacak gücü kalmamıştı. Hayli yorgun olduğunu hissetti. Oturup beklemekten başka çaresi yoktu. Yarım saat sonra kapının çalındığını fark etti. Yerinden kalkarak kapıyı açtığında komşularından birini karşısında gördü. Başı öne eğikti kapıyı çalan kişinin ve gözlerini kaçırıyordu:
-Yavrum, sen gelmeden önce annen, kardeşini hastaneye götürdü. Kardeşinin durumu çok kötüydü. 
-Zaten öksürüyordu ve ateşliydi, dedi komşusunun yüzüne bakmadan. 
Komşu kadın:
-İstersen sen de hastaneye git, burada merak edip oturmaktan daha iyidir, diyerek kapının önünden ayrıldı. 
Ayakkabılarını bile giymeden, kapıyı kilitlemeden koşar adım evden hastaneye gitmek üzere ayrıldı. Az önce yorgun, çaresiz geçtiği yollardan şimdi bir rüzgar hızıyla ilerliyordu. Nihayet hastane görünmüştü. Birkaç kişiye sorduktan sonra annesini ve müşahede altındaki kardeşini görebildi. 
Annesi:
-Kardeşinin durumu çok ağırlaşmış. Doktorlar iyi bir tedavi ve beslenme sürecinin çoktan geçtiğini söylüyorlar ve büyükşehre götürmemiz gerektiğinde ısrar ediyorlar, ablanı aradım ama ulaşamadım. Ne yapacağımızı ben de bilmiyorum oğlum, dedi. 
Gözyaşlarını tutamıyordu. Konuşacak bir cümle, bir kelime bile bulamıyordu. Annesi de durumu fark etmiş, sessiz sessiz ağlıyordu. Bu esnada ayaklarına baktı. Ayaklarının kanadığını fark etti. 
Bir çare olmalıydı, bir çözüm… Her şey bu kadar üst üste gelmiş olamazdı. Keşke bir rüya olsaydı bu fakat rüya değildi, ayaklarının acısını hissedebiliyordu. Gözyaşlarının yüzüne doğru aktığını hissedebiliyordu. Solgun bir çiçek gibi kardeşi karşısındaydı ve annesi de bir o kadar solgun, perişandı. 
Bir fotoğraf karesini andıran manzaranın durgunluğunu doktorun sesi bozdu:
-Delikanlı, gerekli şeyleri annene söyledim. Tez vakitte kardeşini büyük bir hastaneye götürmek zorundasınız. Nasıl götürürsünüz, hangi hastaneye gidersiniz bilemem ama burada kaybedecek fazla zamanınız yok. 
Doktorun sözlerinden sonra biraz toparlandı ve annesine:
-Ya ablamı ya babamı bulmak zorundayız. Ya da akrabalarımıza durumu anlatarak onlardan yardım almak zorundayız. Gurur yapmanın zamanı değil anne, dedi. 
Annesi, çocuğuna bu sözleri söyleten acı gerçeğin farkındaydı. 
-Bizim ilk işimiz yarından tezi yok iyi bir hastane bulmak, dedi.
Ailenin içinde bulunduğu durumu fark eden doktor, konuşmaların bir kısmına kulak misafiri olmuştu. Aileyi incitmeden onlara yardımcı olmak istiyordu. 
-Az önce sizlere nasıl götürürsünüz, nereye götürürsünüz, demiştim ama düşününce bir çözüm buldum. Hastanenin ambulansını kullanabiliriz çocuğu taşımak için ve aklıma gelen bir doktor arkadaşım da var. Sizi onlara ulaştıracağım ve çocuğun tedavi olmasını sağlayacağım, dedi.
En azından gidecekleri hastane, şehir ve doktor belli olmuştu. Fazla zaman kaybetmenin anlamı yoktu. Doktorun sağladığı imkanlarla bir gün içerisinde tedavi olacağı hastaneye ulaşmış ve hastaneye yatışı sağlanmıştı. Tek kişilik özel bir hastane odasıydı burası. Kardeşi hasta yatağında yatacaktı, annesi ve kendisi ise odada bulunan küçük koltuklarda sabahlayacaklardı. Bundan sonrasının nasıl ilerleyeceğini tüm aile merak ediyordu. Üstelik ablasından da henüz bir haber gelmemişti. Yolculuğun ve yaşadıklarının etkisiyle akşam olur olmaz tüm aile fertleri uyuyakaldı. Annesi ve kendisi yatağın yanındaki iki küçük koltukta yorgunluktan sızmışlardı. Sabah vaktinin geldiğinden bile haberleri olmamıştı, kahvaltı servisi başlayıncaya kadar. 
Kahvaltı malzemeleri bulunan küçük servis aracı odalarına girdiğinde hemen ardından doktor da geldi. Kardeşi de uyanmıştı, annesi de. Doktor, bir yerlerden tanıdık geliyordu ama çıkaramamıştı. Kardeşini hızlıca muayene ettikten sonra uygulanacak tedaviden bahsetmeye başladı fakat o halen doktoru nereden tanıdığını düşünüyordu. 
-Küçük hastamızın hikayesini biliyorum. Tüm tedavi masraflarını da hallettik. Siz rahat olun. 
Tedavinin bir ay süreceğini söyledi doktor ve sonraki dönemde üç ayda bir kontrol gerektiğini de hatırlattı. 
Doktor çıktıktan sonra annesine:
-Tanıdın mı anne doktoru, diye sordu. Annesi:
-Bana da yabancı biri gibi gelmedi ama çıkaramadım, dedi. 
Annesi ümitsiz bir biçimde telefonuna baktı. Ablasından halen bir haber yoktu. Babasından zaten uzun süredir haber alamamışlardı. Küçük çocuk her şeyden habersiz yatağında yatıyordu. Yarınların neler getireceğinden hiçbirinin haberi yoktu. 
İyi ama bu doktoru nereden tanıyorlardı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder