Zeynep Akbulut
Hiçbir şey değişmiyordu. Günler hep birbirine benziyordu. Ara sıra derin bir nefes alıyordum, sonra yeniden bir koşunun içinde buluyordum kendimi. Her şey üst üste geliyordu. Bitmeyen işler, yapılması gereken şeyler, yetiştirilmesi gereken ödevler, ev temizliği, akrabaların gereksiz ziyaretleri… Bazen bir film arası gibi her şeye ara verdiğim dönemler oluyordu fakat çabucak bitiyordu bu süre ve yeniden kendimi aynı kaosun içinde buluyordum. Hiç bitmeyen mesajlar, aramalar, yol ortasında hâl hatır sormalar… Usanmıştım durmadan tekrar eden bu olayların içinde. Yarın ne yaşayacağımı biliyordum mesela; okula git, sınava gir, ummadığın soruları karşında gör, eve dön, ders çalış, yine sınava gir. Sonraki gün ne yaşayacağımı da biliyordum. Hatta sonraki haftaları, ayları da biliyordum. Bunları düşünmek beni yoruyordu. Yapmam gereken işlerden daha çok yoruyordu.
Yine nasıl geçeceğini bildiğim bir sabahtı ve yola çıkmıştım. Az sonra yanımdan başka bir okulun öğrencisi geçecekti. Her sabah aynı yerde, aynı saatte karşılaşıyorduk onunla. Adını bilmiyordum ama mavi çantası hep sırtındaydı. Kocaman kulaklığı hep kafasındaydı. Ne dinlediğini bilmiyordum ama kendini çok kaptırdığı belliydi. Mutlu olduğu da belliydi. Belki de uyuşmuş olmanın verdiği bir mutluluktu bu. Müzikle, derslerle, arkadaşlarıyla uyuşan biriydi belki de. Yalnız o mu? Etrafımdaki çoğu arkadaşım da onunla aynı özelliklerdeydi. Tebessüm etmiyorlar, kahkaha atıyorlardı. Biri sendelediğinde ya da başından bir olay geçtiğinde herkes gülüyordu. Sadece ben gülmüyordum.
Yola çıkmıştım ve okuluma doğru bu düşüncelerle ilerliyordum. Havanın farklı olduğunu hissettim nedense. Hava değişikti ve içimde garip bir koşma isteği vardı. Kendimi zor tutuyordum. İlk kez kuş seslerini duydum. Beni mest eden kuş seslerini. Kuş seslerinin geldiği ağaçlara baktım. Ağaçlar bir gecede büyümüş gibiydi. Yalnızca ağaçlar mı? Kaldırımlar yükselmiş, yollar kocaman olmuştu. Ezberden bildiğim bir yoldu burası fakat sanki onlarca kat büyütülmüş gibiydi her şey. Kuşlar, beni davet ediyor gibiydi yanlarına. Birkaç ağaca tırmanmaya bile çalıştım fakat kuşlar uçtu gitti. Kocaman bir sineğin gürültüsünü duydum ve sineğe bakarken ağaçtan düşüverdim. Neyse ki bir yerim acımamıştı. Kendimi hayli çevik ve atılgan hissediyordum. Bu sırada sırtımda çantamın olmadığını fark ettim. Belki de yola çıktığımdan beri kendimi bu kadar hafif hissetmemin sebebi buydu. Bambaşka bir dünyaya gelmiş gibiydim. Yaşamak bu kadar keyifli ve hayat bu kadar güzeldi de neden ben daha önce fark etmemiştim? Belki de her sabah gördüğüm mavi çantalı öğrenciye benzemiştim artık. Okula gitmek hiç cazip gelmiyordu fakat yine de gitmeliydim. Kuşlar sürekli ötüyordu, kocaman sinekler ya da arılar yanımdan gelip geçiyordu.
Okulun önüne yaklaştığımda okulumuzun kedisi Selçuk’la karşılaştım. Her zamanki gibi bakmıyordu. Biraz tehditkâr bakıyordu bana. Üstelik bir gecede nasıl bu kadar büyümüştü? Neredeyse benim kadar olmuştu. Yaklaştığım anda garip sesler çıkardı ve bana saldırmaya kalkıştı. Zaten onunla uğraşacak vaktim de yoktu. Okul kapısından içeri girdim. Kuşlarla, sineklerle uğraşırken okula geç kalmıştım. Bahçede kimsecikler yoktu. Merdivenleri hızla çıktım, tam içeriye girecektim ki nöbetçi öğretmenlerden biri beni ensemden yakaladı. Öğretmenle göz göze geldiğimizde tanıdım onu. Dev gibi görünüyordu bana öğretmenim. Tek eliyle beni merdivenlerin aşağısına bırakırken bir yandan şöyle diyordu:
-Selçuk yetmiyormuş gibi bir de sen mi çıktın başımıza. Burada senin için ders yok. Haydi, geldiğin yere git.
Bu söylenenlerden bir şey anlamamıştım. Selçuk, bahçenin dışında bana kızgın kızgın bakıyordu. Yoklama alınmadan sınıfa girmem yazımdı. Birkaç kez daha şansımı denedim fakat bu kez koridorda başka bir öğretmen beni yakaladı. O da ensemden tutarak dışarıya bıraktı. Kapıyı kapatırken söylediği sözler, olduğum yere yığılmamı sağlayacak cinstendi:
-Okul değil kedi bahçesi. Biri bahçenin dışında bekliyor, birini koridordan dışarıya ben atıyorum.
Bahçenin dışında bekleyen Selçuk’tu. Koridordan dışarıya attığı galiba bendim. Tüm bunların nasıl olduğunu anlamıyordum.
Her şey değişmişti. Her şey…
-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder