16 Ekim 2024 Çarşamba

NAZAR


Zeynep Akbulut

Yaz bitmişti. Eylül ayı gelmişti ama havalar halen sıcaktı. Ağaçlar da henüz yapraklarını dökmeye niyetli görünmüyorlardı. Mevsimler değişti, diyordu yaşlılar. Galiba haklılardı. Normalde eylül ayı gelince soğuklar kendini hissettirmeye başlardı. Yalnızca soğuklar gelmezdi eylülle beraber. Eylül demek, okulların açılma zamanı demekti. Yine okullar açılmıştı işte fakat benim için farklı bir dönem başlamıştı çünkü artık ortaokul bitmişti ve lise öğrencisiydim. 
Lise, ortaokuldan çok farklı geliyordu bana. Öğretmenlerin bizlerle iletişimi, arkadaşlık ilişkileri sanki biraz farklıydı. Galiba büyüyordum. Ortaokulda yapmayı aklımızdan bile geçirmediğimiz etkinlikler yapılıyordu okulumuzda. Mesela yemek günü yapmayı bile planlamıştık ama henüz kimin ne yapacağına karar verememiştik. 
Lisenin bir farkı da galiba günlerin hızlı geçmesi. Günler çabucak geride kaldı ve nihayet yemek günü geldi çattı. Bu esnada görev dağılımı da yapılmıştı ve benim mozaik pasta yapmam gerekiyordu. Normalde çok zahmet istemeyen bir görevdi benimki fakat annemin o gün gece nöbetine kalacak olması benim işimi zorlaştırmıştı. Yine de pasta tarifi kitaplarından ve annemden öğrendiğim kadarıyla güzel bir şeyler yapabileceğimi umuyordum. Umduğum gibi de oldu ve görselliğiyle, kenarından baktığım tadıyla mükemmel bir mozaik pasta yapmayı başardım. Artık ertesi güne hazırdım. 
Annem akşam yemeklerini hazırlamış ve dolaba bırakmıştı. Babamla birlikte akşam yemeğini de yedikten sonra asıl sorumluluğum başlıyordu, ödevler. Ödevlerimi tamamladım. Aslında ödevlerimi tamamlamak pasta yapmaktan daha yorucu ve zor bir işti benim için. Dokuzuncu sınıfa henüz geçmiştim ve lise ödevleri çok zorluyordu beni. Ortaokulda öğretmenlerimi tanıyor, verecekleri ödevleri biraz da olsa tahmin edebiliyordum ve sıkışıklık yaşamıyordum ama lisede henüz öğretmenlerimi tam manasıyla tanıyamadığım için ödevlerden beklentilerini de bilemiyor ve var gücümle çalışıyordum. Ödevlerim bittiğinde zaten gün bitmiş, uyku saati gelmişti. Geriye yalnızca yarın geçireceğim güzel vakitleri düşünerek uykuya dalmak kalıyordu. 
Sabah, her günkü gibi biraz zor uyandım. Çantamı hazırladım. Pastayı da alarak dışarıya çıktım. Normalde 70.40’ta kapımızın önünde olan servis saat 8’e yaklaşmasına rağmen henüz ortada görünmüyordu. Daha fazla bekleyemedim ve servisçiyi aradım. Telefon çalıyor fakat açılmıyordu. Tam telefonu kapatacaktım ki telefon karşı taraftan açıldı.
-Ağabey, dersimiz başlayacak ve sen hâlen yoksun. Beni unuttun mu yoksa, dedim. 
Servis şoförü gayet telaşlı bir sesle:
-Kızım, kusura bakma. Birkaç arkadaşını aradım ama seni unutmuşum galiba. Şu an lastikleri değiştirmekle uğraşıyorum. Sabah aracın başına gittiğimde dört lastiğin de havasının olmadığını fark ettim. Dakikalardır bir çözüm bulmaya çalışıyorum. İşim biraz daha uzayacak. Yürüsen bile benden daha hızlı gidersin okula, dedi. 
Telefonu kapattım ve arabayı park ettiğimiz yere geldim. Babamla giderim, diye düşünüyordum. Park yerine gelince babamın çoktan gitmiş olduğunu fark ettim. Onu arasam telaşlanacaktı üstelik gelemeyecekti de. Yürüyerek okula gitmeye karar verdim. Saate baktım, sekizi biraz geçiyordu ama en azından ilk dersin sonuna yetişirim diye düşündüm. Zaten etkinliğimiz 2. ders başlayacaktı.  Hemen yürümeye başladım. Kulaklığımı da ihmal etmedim bu esnada. Bir yandan müzik dinliyor bir yandan yürüyordum. Kestirme yollardan gidersem vakit kazanırım diye düşünüyordum ve bilmediğim ara sokaklara dalıyordum. Yolun yarısı geride kalmıştı ve okula yaklaştığımı hissediyordum. Tam keyfim yerine gelmişti ki bir anda kendimi yerde buldum. Ara sokaklardan hiç geçmediğim için yolların bozuk, kaldırım taşlarının oynak olduğunu düşünememiştim. Okul çantam sırtımdan çıkmış bir tarafa savrulmuştu. Onun içinde kırılacak bir şey yoktu ama pastamı görünce aklım başımdan gitti. Az ötede cam parçalarının içinde poşetten çıkmış, sağa sola dağılmış vaziyetteydi. Kendimi toparladım. Ayağa kalkmaya çalıştım. Dizimde ve ellerimde sıyrıklar vardı. Canımın acısını unutmuştum. Pastamın yanına gittim. Cam parçalarını ayıklayabilir miyim diye bakarken elimi de kestirdiğimi hissettim. 
Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Okul çantamı aldım. Kanayan parmağımla, sıyrılmış dizimle pastamı orada bırakarak okula doğru yürümeye başladım. 
Birkaç kez geriye dönüp baktım. Pasta, kaldırımın kenarındaydı. Bir kedinin pastaya doğru yaklaştığını gördüm. Bu kediyi tanıyordum. Bu bizim okulun kedisi Selçuk’tu. Demek ki okula iyice yaklaşmıştım. Bir köşeyi daha dönünce okulu karşımda buldum. 
İlk ders bitmiş olmalı ki herkes bahçedeydi. Arkadaşlarım benim halimi görünce yanıma geldiler. Olup biteni anlattım. Dizlerimi, kıyafetimi temizledim ve pansiyona doğru yöneldik hep birlikte. 
Mahcuptum çünkü getirmem gereken malzemeyi getirememiştim. Öğretmenlerimizden biri beni görünce yanıma geldi ve:
-Mozaik pasta yiyeceğim diye sabah kahvaltı bile yapmadım, dedi. 
O an kendimi çok kötü hissettim. Tam durumu açıklamaya çalışıyordum ki devam etti:
-Fakat seni ilk ders okulda görmeyince bir aksilik olduğunu düşündüm ve kantinde kahvaltı yapıp geldim, geçmiş olsun, dedi. 
Kötü haber tez yayılır derler, benim düşmem ve pastayı o ara sokakta Selçuk’a emanet edip gelmem tüm arkadaşlar arasında yayılmıştı. 
Yemekhaneye geçtik. Benim dışımda herkes hazırlıklı gelmişti. Tam moralim bozulacaktı ki kurabiyelerin yanında kocaman bir mozaik pasta gördüm. Benim yaptığıma benziyordu ama o kadar lezzetli olamazdı. Heyecanla bağırdım:
-Mozaik pasta! Kim getirdi bunu?
Arkadaşlarımdan biri hem kurabiye hem de mozaik pasta yapmıştı. Çok mutlu oldum. 
Öğle vakti geldiğinde sabah yaşadığım tüm aksilikleri unutmuştum. Akşam servisle eve döndüm. Annem dizimdeki sıyrıkları görünce sormasa sabah yaşadıklarımı unutmuştum bile. Anlatırken ne kadar üzücü bir sabah yaşadığımı yeniden hatırladım. Annem:
-Nazardandır kızım, neyse ki sana bir şey olmamış, dedi. 
Yine ödevlerim vardı. Bitmek bilmeyen ödevlerimin başına oturdum. Ödevlerim bittiğinde gün bitmişti. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder