bilim kurgu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bilim kurgu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Aralık 2023 Cumartesi

GELECEK ZAMAN KAHRAMANLARI

    Semih Yılmaz, Ahmet Emir Koç, Feyza İşbaşar


                                              Bölüm 1: Saklı Geçmiş

    Dünya beklenen sona ulaşmış, su ve yiyecek kıtlığı başlamıştı. Doğal insan nesli çoktan tükenmiş, mevcut insanlar teknolojik çabalarla üretilmiş deneysel yaratıklardı. Bunlar tamamen insani duygularını kaybetmemiş ancak iradelerini kaybetmeye başlamışlardı. Ancak dünyayı yöneten, dünyaya yön verenlerin farkında olmadığı bir doğal insan kalmıştı yeryüzünde. O da diğer türdeki insanları taklit ederek kendisini gizliyordu. Dünyaya geleli otuz yıl geçmişti ama annesini ve babasını hatırlamıyordu. Aslı hangi millettendi, hangi coğrafya ana vatanı idi bilmiyordu. Anadilini de bilmiyordu. Dünyada yaklaşık yüz yıldır kullanılan ortak dil, diğer bütün dilleri unutturmuştu. Bu dil yapay bir dildi. Zeki olduğu için bu dili kısa zamanda öğrenmişti.
    Yalnız kaldığı zamanlarda dünyanın geçmişine dair araştırmalar yapıyordu. Etrafındaki diğer insanlara göre kısaydı ve gözleri daha çekikti. Bu kendisini diğerlerinden ayıran en büyük özellikti. Ayrıca bir defasında düşmüş, dizi sıyrılmış ve kırmızı bir sıvı akmıştı dizinde ama etrafındaki diğer insanların herhangi bir hasar durumunda vücutlarından akan sıvı siyahtı. İlk kez farklı bir tür olduğunu o zaman anlamıştı. Bunu anlaması yıllar sürmüştü ama bundan yola çıkarak geçmişini araştırmaya başladı. Çekik gözlü insanların geçmişte daha çok Asya’da yaşadığını öğrendi. Kendisi de Asyalı olmalıydı ama Asya neresiydi? Dünyanın tamamı çöldü ve haritalar kaybolmuştu. 
    Diğer insanlar tablet şeklinde besinlerle günlük gıdalarını alıyorlardı fakat tabletlerde yeteri kadar karbonhidrat olmadığı için gereğinden daha fazla uykuya ihtiyaç duyuyorlardı. Yirmi dört saatin yirmisini uyuyarak geçiriyorlar kalan dört saatte de çok yorgun oluyorlardı. Bu insanların uzun süre uyuması Se-fe-ah’ın işine geliyordu. Se-fe-ah ismi kendisine verilen kıyafetlerin üzerinde yazılı gelmişti. Anlamını bilmiyordu. Bu insanların hepsinin bir ismi vardı ama kimsenin ismini ezberlemek gibi bir düşüncesi yoktu. Ayrıca herkes bu hayattan memnundu. Başka bir dünya, hayat, yaşam alanı özlemi duymuyorlardı. Zaman ilerledikçe insani duyguları azalıyor, bitmeye yaklaşıyordu. 
Se-fe-ah diğer insanlar uyurken aralarından kaçmak, dünyayı ve kendisini tanımak için planlar yapıyordu. Buradaki insanlar özgür olduklarını sanıyor, kaçmayı hiç düşünmüyorlardı. Se-fe-ah da nasıl olsa kendisini burada tutan bir güç olmadığı düşüncesiyle bir sabah erkenden uyandı, hazırlıklarını yaptı ve güneşin doğduğu yöne doğru ilerlemeye başladı. Se-fe-ah ilerliyordu ama etrafta hayat belirtisi yoktu. Ayrıca aklından çıkmayan bir düşünce vardı: Ya başına kötü bir şey gelirse, yeniden dönüşü nasıl olacaktı buraya?
    Yolculuğunun ikinci gününde Se-fe-ah zorlanmaya başladı. Keşke bir yol arkadaşı olsaydı her şey daha kolay olurdu. Bu düşüncelerle biraz dinlenmeye karar verdi. Biraz ilerde terk edilmiş bir şehir görünüyordu. Ürperdi. Yine de oraya gitmeliydi. Yarım saat sonra bu şehre ulaştı. Bir canlı izi yoktu ama dinlenmek için iyi bir mekândı. Belki yiyecek bir şeyler de bulabilirdi. Önce dinlenmeli, uyumalıydı. Kendisini güvende hissedecek bir yer buldu ve çabucak uyudu. Uyuduğunda hep başka bir dünyaya gidiyordu. Başka dağlar, gökler ve insanlar görüyordu. Bunları neden görüyordu anlamıyordu, kimseye de soramıyordu çünkü genetiği bozulmuş diğer insanlardan rüya ve hayal güçleri silinmişti. Bu kez rüyasında iki insan gördü. Kendisine benziyordu gördüğü insanlar. Biri annesi, diğeri babası olduğunu söyledi. Annesi olduğunu söyleyen kişi gözlerinin içine bakarak:
    -Se-fe-ah, sakın içinde bulunduğun topluluktan ayrılma. Ayrılırsan hayatta kalamazsın. Diğer türlere doğal insan olduğunu sakın sezdirme. Yakında buluşacağız, dedi. O esnada bir çıtırtı ile uyandı, korkuyla sağa sola baktı. Uyandığı anda gölge gibi bir şeyin saklandığını hissetti. Usulca yerinden doğruldu ve ürkerek gölgenin olduğu yere ilerledi. Gördüklerine inanamıyordu. Karşısında bir insan vardı ama bunun yapay mı, doğal mı olduğunu anlayamadı. Kendisinden biraz daha küçük yaşta bir kızdı bu. O da Se-fe-ah’tan korkuyordu. İyice yaklaşarak dikkatle baktığında kızın elinin üzerinde bir yara gördü ve bu yaranın üzerinde kırmızı bir sıvı vardı: tıpkı kendisinin düştüğünde, yaralandığında akan sıvı gibi… Bu, senelerdir görmediği, kendisi gibi doğal bir insandı. Kısa bir sessizliğin ardından Se-fe-ah:
    -Benden korkmana gerek yok, ben Se-fe-ah, yaşadığım koloniden kaçtım çünkü onlara benzemiyordum, senin de onlara benzemediğini elindeki sıvıdan anladım. Korkma, tanışalım, dedi. 
Kız ürkerek bakmaya devam etti:
    -Ben Azyef! Sana neden inanmalıyım, dedi. Ancak başka bir çaresinin de olmadığını biliyordu. 
Bu esnada koloninin güçlü şefi Temha, Se-fe-ah’ın yokluğunu fark etmiş yanına üç güçlü askeri Himes ve Fusuy, Nahetem’i alarak yola çıktı. Yola çıkarken yönetimi Runo’ya bıraktılar. Fakat Azyef ve Se-fe-ah uzun bir sohbete dalmışlardı ve bu durumdan haberleri yoktu. Arada iki günlük mesafe vardı ancak Temha ve ekibi araçlarla ilerliyorlar, radarlarla etrafta canlı olup olmadığını tarıyorlardı. Azyef ve Se-fe-ah birbirlerini tanımış ve arkadaş olmuşlardı. Yolun kalanını birlikte gitme kararı aldılar ve yola koyuldular. Azyef de Asyalı olduğuna inanmıştı ama Asya neresiydi? Dünyanın tamamı çöldü ve haritalar kaybolmuştu.
    Sekiz saat süren bir yolculuktan sonra iyice yorulmuşlardı. Yine bir terk edilmiş yerleşim yerine yaklaşmışlardı. Dinlenmek için ideal görünüyordu. Yaklaştıklarında buradan gelen seslerle irkildiler. Bu sesler tanıdık bir canlıya ait gibi değildi. Sessizce yaklaştılar, kaynağını anlamaya çalıştılar. Gördükleri manzara onları çok korkuttu. İnsanı anımsatan ama tamamen farklı on canlı vardı az ilerde. Bir süre izleyip karar vermeleri gerekiyordu ne yapacaklarına dair. Buradan sessizce ayrılacaklar mıydı yoksa kalıp bunlarla tanışacaklar mıydı? Korkunçtular ama belki de zararsızdılar. Yapay insanlara benzemiyorlardı. Bunları düşünürken arkalarından gelen ses tüm planlarını bozdu. Geriye döndüklerinde uçan araçların üzerinde Temha, Himes, Fusuy ve Nahetem’le göz göze geldiler. Koloninin sakinlerinden düşünceli ve diğerlerine uymayan ama yapay insan olan Ridak da Temha ve ekibini takip etmişti, olacakları izliyordu. 
    Temha ve ekibini Azyef ilk kez görüyordu. Ridak, Temha’nın onlara zarar vereceğini biliyor ve onları korumak için doğru anı kolluyordu. Ridak, aslında bir yazılım hatası taşıyordu, iradesini geliştirebilmişti. İnsani duyguları ağır basıyordu. Ridak’ın beklediği an yaklaştı. Temha, Azyef ve Se-Fe-ah’ı yakalayıp koloniye götürme ve inceledikten sonra yazılımını güncelleyip itaat etmelerini sağlamak istiyordu. Aracından inip ilk adımı atmışken Ridak büyük aracı ile Azyef ve Se-fe-ah’ı kollarından tutarak hızla kaçmaya başladı. Temha çok öfkelenmişti. Hızla aracına dönmüştü ki bölgedeki diğer canlılar gürültüyü duymuş olay yerine gelmişlerdi. Temha ve arkadaşları da bu canlıları görünce ürktüler. Canlılar ellerinde taşıdıkları zincir ağları araçlara fırlattılar ve havalanmasına engel oldular. Zaten yeterince ürken Temha ve arkadaşları koşarak kaçmaya başladılar. Bu sırada Azyef ve se-fe-ah geride bıraktıkları bölgede ne olduğunu anlamamış hızla Ridak’ın aracıyla ilerliyorlardı. Ridak’ın onları nereye götürdüğünü bilmiyorlardı. Acaba Ridak’da Temha ile mi çalışıyordu, koloniye mi götürüyordu onları? Bunları düşünmek için erkendi. Şimdi tek gerçek vardı o da Temha’dan kaçmayı başarmışlardı. En azından öyle düşünüyorlardı. 

                                                                Birinci Bölümün Sonu