güneş örgen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
güneş örgen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Şubat 2024 Salı

BEN

 Güneş Örgen

Yağmur altında saatlerce kalmış
Bir çocuk gibiyim
Kimsesiz

Kar altında unutulmuş
Kardan adam gibiyim
Etrafında kimse kalmamış

KELİMELER

Güneş Örgen Ezgi Budak
Kelimeler bazen kuş gibi
Yazacak oluyorum uçup gidiyorlar gökyüzüne
Kelimeler bazen gül gibi
Yaklaşıyorum dikeni batıyor ellerime, dilime

Kelimeler yeni açan çiçekler gibi
Güzel kokularla kalbimize sığınıyorlar
Kelimeler yağmurdan sonra çıkan
Gökkuşağı gibi ruhumuzu selamlıyorlar

Kelimeler çatal dilli yılan gibi
Yanlış insanların ağzında
Zehre dönüşüyorlar

TAVUK PEŞİNDE

 

 Güneş Örgen


    Vakit öğleyi bulmuştu. Kasabada bahar mevsiminin tadı başka oluyordu. Çiçekler açmaya başlamış, etraf yemyeşil olmuş, ağaçlar süslenmişti. Ara ara çiseleyen yağmur insanı hayata, dünyaya bağlamaya yetiyordu. Nil, dört yaşındaydı ve üç kardeşin en küçüğüydü. Kış boyu evde kalmaktan, evde oynamaktan sıkılmıştı ve baharın gelişi en çok onu sevindirmişti. Nil, bütün hayvanlarla arkadaştı ama en çok tavuklarla oynamayı seviyordu. Tavukların kendisinden kaçışını görmek ona mutluluk veriyordu. Kedi öyle değildi, ayaklarına sarılıyor, kucağına çıkmaya çalışıyordu. Köpek zaten ona itici geliyordu. Dişlerinden korkuyordu. Hele de çatır çutur kemik yerken. Tavukları kovalamak ya da onlara yem vermek onun hayattaki en büyük zevkiydi. Sabah yemlediği tavuklarla biraz eğlenmek istedi ve önlerine katıp bahçede bir o tarafa, bir bu tarafa kovalamaya başladı ancak bahçe kapısının açık olduğun unutmuştu. Tavuklar bir süre sonra bahçe kapısından dışarıya çıktı ve Nil de onların peşinden koşmaya devam etti. Bitmek bilmeyen bir kovalamaca başlamıştı. Tavuklar önde, Nil arkada dakikalarca yürüdüler, koşuştular. Bir ara yorulduğunu hisseden Nil, tavuklara bakmak yerine etrafa baktığında büyük korku duydu. Etrafta hiç ev kalmamıştı. Ne kasaba görünüyordu ne de evler. Çok uzakta renkli, süslü bir ev görünüyordu yalnızca ve tavuklar da ortadan kaybolmuştu. Ağlamak istedi ama nazlanmanın zamanı değildi. Olanca sesiyle bağırdı:

    -Anneeee!

    -Ablaaaa!

    -Babaaa!

    -Ağabeeeey! Sesini duyan kimse yoktu. Etrafta kuş sesi bile yoktu. Rüzgar yoktu. Bulutlar iyice yere yaklaşmıştı ve güneş da batmaya durmuştu. Birkaç saat sonra hava kararacaktı ve evinden çok uzaktaydı. Kısa bir süre düşündü, uzaktaki eve gitmekten başka çaresi yoktu. Tavuklar da kaybolmuştu. Koşarak tepedeki eve ulaştı. Ev, yakından daha güzeldi. Bahçede rengarenk çiçekler vardı ve hoş kokular geliyordu içerden. Bahçeden içeri girdiğinde evin duvarlarının pasta gibi olduğunu gördü. Pencereler ise renkli şekerler gibiydi. O kadar gerçekçi duruyordu ki her şey kapının koluna uzandı, büktü, kırıldı. Bir pasta gibi kırıldı. Kendini tutamadı ve kapının kolunu yemeye başladı. Gerçekten de bu bir pastaydı. Kapıyı artık açamazdı. Kapının tokmağını vurmayı denedi ancak tokmak elinde kaldı. Renkli bir şeker duruyordu elinde. Onun da tadına baktı. Evet, bu kapı tokmağı şekerdendi. Burada sonsuza kadar yaşayabilirdi. Ailesini, tavukları unutmuştu. Bir masal kitabının içine düşmüş gibiydi. Ablası ve ağabeyinin okuduğu bir kitapta vardı bu eve benzeyen resimler.

    Yüzünde, kollarında bir el hissetti. Annesinin sesini duydu:

    Nil, yavrum iyi misin? Aç gözlerini… Gözlerini açtı şükür.

    Nil gözlerini açtı. Bütün aile bireyleri başucundaydı. Renkli evi aradı gözleri, yoktu. Evlerinin biraz ilerisindeydi. Avucuna baktı, şeker yoktu.

    -Sana kaç kez tavukları kovalama dedim, bak düşmüşsün buraya, dedi ağabeyi. Nil şaşkın şaşkın ailesine baktı:

    -Pasta yiyordum, şeker yiyordum. Beni neden buraya getirdiniz, dedi.