3 Ocak 2024 Çarşamba

AĞIR HASTA

   Aydın Çınar Yıldırım

    Herkesin birbirini tanıdığı küçük bir sahil kasabasıydı burası. Denizin hemen kenarında yılan gibi uzanan demiryolu bu kasabanın dış dünya ile tek bağlantısıydı. Her akşam tren aynı vakitte gelir ve giderdi uzaklara. Her sabah insanlar birbirlerine selam verir, hâl hatır sorar, ayaküzeri muhabbet eder ve birilerine mutlaka selam gönderirlerdi. 
    Vakit akşamdı ve insanlar zaten yürüme mesafesinde olan evlerine doğru tatlı bir telaş içindeydiler. Kasaba istasyonunda tren her zaman olduğu gibi kısa bir süreliğine durmuştu ancak ilginç bir şey olmuştu. Trenden bir yabancı inmişti. Kasabalılar ilk kez görüyordu bu genç adamı. Yirmi, yirmi beş yaşlarında hafif kilolu bu adam sanki günlerce uyumamış izlenimi veriyordu etraftakilere. Küçücük bir çantası vardı elinde.  Tüm kasaba yabancı genci görür görmez adeta yerine çivilenmiş gibiydi. Kasabada zaman durmuş gibiydi birkaç dakikalığına. Genç istasyondan kasabanın içine doğru yürüdüğünde insanlar meraklı gözlerle bir yandan onu izlerken bir yandan da hareketlenmeye başladılar. Kasaba kahvehanesinde müşterilere çay dağıtan kişi bir yandan gözünü genç adamdan ayırmadan çay bıraktığı masaya şöyle diyordu:
    -Geçen hafta ölen Mehmet amcanın torunlarından biri olabilir bu genç.
Çayı bıraktığı masada oturan üç kişinin birden yüzlerindeki merak perdesi kalkmıştı. Üçüne de mantıklı gelmişti yabancıya dair yapılan bu yorum. Biri devam etti:
    -Evet evet… Mehmet amca gibi yürüyor bu delikanlı. Hem onun gibi boyu, görünüşü. Yakına gelirse biraz daha belli olur. 
    Genç bu esnada iyice kasabaya girmiş, Mehmet amcanın evine doğru yönelmişti. Kasabalıların kafasındaki şüphe bulutları onun her adımında biraz daha uzaklaşıyordu. Nihayet genç Mehmet amcanın kapısının önünde durdu. Pencerelere, kapıya baktı. Elindeki küçük çantadan arayarak bir anahtar çıkardı ve içeriye girdi. Onun içeriye girişiyle kasaba her günkü normal yaşantısına dönmüştü ancak bu kez de şöyle sorular dolaşıyordu kulak kulağa:
    -Mehmet amcanın neyi oluyor bu genç?
    -Mehmet amca pinti ve varlıklı biriydi acaba miras için mi geldi?
    -Kaç gün kalacak acaba?
    Günlerdir yanmayan Mehmet amcanın evinin lambası o gün sabaha kadar yandı. Sabahın ilk ışıklarıyla genç evden çıktı ve kasabayı dolaşmaya başladı. İnsanların birbiriyle selamlaştığını görünce o da yolda rastladığı yaşlılara, çocuklara selam vermeye, hâl hatır sormaya başladı. İnsanlar önce sormaya çekindiler ama herkesle selamlaşan bu genç Mehmet amca gibi soğuk biri değildi. Genç, fırından bir simit aldıktan sonra kahvehaneye geldi ve çay istedi. Kahvehane sahibi dünkü kehanetini ispat ettirmek istercesine çayı bırakırken:
    -Hoş geldin delikanlı. Sanırım sen Mehmet amcanın torunusun. Rahmetli iyi yaşadı. Yalnız bizim kasabanın değil bu bölgenin en geç vefat eden insanıydı rahmetli. Yürüyen tarihti… Kurtuluş Savaşı’na bile katılmış, Cumhuriyet’in ilanını görmüş. Mekanı cennet olsun… Baban yurt dışındaydı değil mi, diye devam etti. 
    Genç bir yandan çayını yudumlarken:
    -Evet, dedi. Babam yurt dışında ve ben yaşlı annemle yaşıyorum. Dedemin evini ziyaret etmemi ve bize bıraktıklarını almamı annem istedi. Ben de geldim. Sevdim bu kasabayı. Birkaç gün kalır, giderim, dedi. 
    Kahvehane sahibi gencin sohbetini beğenmişti. Hemen oturdu yanına sorulara devam etti:
    -Sen ne işle meşgulsün. 
    Genç sustu, bir süre sonra başını kaldırmadan:
    -Hastayım ve işsizim, dedi. Üstelik tedavi masraflarım çok fazla ve hepsini karşılayamıyoruz…
Derin bir suskunluktan sonra çaycı başka masalara çay dağıtmak üzere yerinden kalktı, yüzündeki merak ve tebessüm yerini hüzne bırakmıştı. Bir yandan çay dağıtıyor bir yandan da içinden: Aslan gibi delikanlı. Dedesi onun yerine de mi yaşadı acaba, diyordu. Bir süre gencin yanına hiç uğramadı. Genç çayını ve simidini bitirdikten sonra çay ücreti vermeye yöneldi ancak çaycı ondan ücret almadı. 
Genç öğleye doğru girdiği evinden o gün daha hiç çıkmadı. Çaycı ise boş durmadı. Öğrendiği bilgileri bütün kasabaya yaydı. Akşam oldu, tren yine geldi ve gitti. İnsanlar evlerine döndü. Güneş battı ve yeniden doğdu. 
    Ertesi sabah genç aynı saatlerde kasabadan biri gibi selam vere vere kahvehaneye yine elinde bir simitle geldi. Çaycı bu kez çayı bırakır bırakmaz masaya oturdu ve sordu:
    -Dün soramadım, hastalığın neydi senin delikanlı?
    -Kanser… 
    Çaycı gözlerini yere dikti ve:
    -Tedavi için ne kadar gerekiyor, diye sordu. Delikanlı:
    -Çok para abim, dedi. Çok para… 
    -Yine de bir miktarı vardır bu çok paranın, dedi çaycı. Delikanlı bir yandan çayını içerken:
    -Bir milyon kadar gerekiyor işte, dedi. Gözleri doldu ve çayı da simidi de yarım bırakarak sahile doğru yürüdü. Ardından bakan çaycının gözleri dolmuştu.
    Akşama kadar çaycı gelene gidene durumu anlattı. Kasaba halkı kendi arasında bir çözüm bulma çabasına girdiler ve bu parayı denkleştirebileceklerini düşündüler. Kasabanın muhtarları bir araya gelerek bu genç için sabahtan akşama kadar bir yardım kampanyası tasarladılar. Hesaplarını yaptıktan sonra, ekonomik durumu iyi olanların desteğiyle bu gence tedavi parası toplamaya başladılar. Genç akşama kadar sahilde oturmuş, dolaşmış ve akşam yeniden evine dönmüştü. 
Akşamın ilerleyen saatlerinde kapı çalındı. Genç önce çocuklar zile basmıştır, diye düşündü ama ısrarla çalan kapıyı açmaya çıktığında karşısında sekiz on kasabalıyı gördü. İçeri buyur etti. 
Kasabalılar kibar ve güler yüzlü insanlardı. Bir süre konuştuktan sonra ziyaret sebeplerini söylediler ve ertesi güne kadar tedavi ücretinin tamamlanacağını söylediler. Genç, duygusallaştı. Ziyarete gelenlerin hepsine sarıldı ve teşekkür etti. 
    Ertesi sabah para toplanmıştı ve tedavi için gerekli ilacın siparişi verilmişti. Geriye bir ay beklemek kalıyordu. Bu bir ayı burada geçirmesi gerekiyordu gencin. Annesine telefon açarak durumu gözyaşları içinde anlattı ve ümitle ilacın gelmesini beklemeye başladı. 
    Aradan bir hafta geçmişti ve artık sabahları kahvehaneye geç geliyordu genç. Bir sabah gelemedi. Bir haftada gence alışan kasabalı merak etmişti onun durumunu. Akşama kadar beklediler ama gelen olmayınca evine gitmeye karar verdiler. Yedi sekiz kişi dakikalarca kapıyı çaldı ancak kapı açılmadı. Bir şeyler olduğu belliydi. Kötü bir şeyler olduğu belliydi. Bir yandan merak bir yandan hüzünle kapıyı kırarak açmayı başardılar. İçeriye girdiklerinde yatak odasında gencin soğumuş bedeniyle karşılaştılar. Kimse konuşmuyordu. Hıçkırıklar boğazlarda düğümlendi. Ağlamamak için direniyordu kocaman adamlar. Sonunda tutamadılar gözyaşlarını. Yanaklarından gözyaşları süzülürken sehpanın kenarındaki nota ilişti birinin gözleri:
    Bu kadar erken gideceğimi ben de tahmin etmiyordum, ümidim vardı. İlaç zamanında gelecekti ve iyileşecektim. Annemi de bu kasabaya getirip birlikte yaşayacaktık ama şimdi, şu dakikalarda artık ümidimin tükendiğini hissediyorum ve sizlere bu notu bırakıyorum güzel insanlar. Size de yük oldum, sizi de üzdüm. 
    Hakkınızı helal edin. 
    Cenaze işlemleri başlamadan önce annesine haber verdi kasabalılar. Annesi cenaze için gelecekti. Yurt dışındaki babasını da annesi aradı ve seneler sonra kasabaya gelmek için yola çıktı. 
Bir haftalık bu misafir adeta kasabalının gönlünde taht kurmuştu. 
    Gencin eşyalarını toparlayanlar çekmecelerden birinde Mehmet amcadan kalan yüklü bir miktar para bulmuştu. 
    Anne ve baba kasabaya gelince bu para onlara verildi ancak ikisi de bu parayı almadı. Kasabaya bir okul yapılmasını ve okula dede ile torunun isminin verilmesini istediler. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder