21 Şubat 2024 Çarşamba

GÖK GÜRÜLTÜSÜ

    Aydın Çınar Yıldırım

    Epeydir yağmayan yağmur nihayet başlamıştı ama bu kez de bitmek bilmiyordu. Bir haftadır azalıp çoğalarak yağmaya devam ediyordu. Dereler dolmuş, ırmaklar coşmuştu.
Yağmur biraz hafifleyince Nurettin kaç gündür ağılda kapalı koyunlarını biraz dolaştırmak, otlatmak için dışarıya çıkardı. Her yer çamurdu ve otlar olabildiğince gürleşmişti. Derelerden halen sel geliyordu ama biraz olsun hafiflemişti sel. Köyün epey uzağına kadar koyunlarını otlatarak ilerledi. Ayakları çamur bağlamıştı ve artık ağırlaşmıştı ayakkabıları. Kuru, çamursuz bir yer bulup ayakkabılarını temizlemek ve biraz da bir şeyler yemek için kendisine mekan aramaya başladı. O sırada derenin hemen kenarındaki büyük kayayı gözüne kestirdi ve koyunlarını kendi haline bırakarak kayanın üzerine geçti. Topladığı kuru dal ve kök parçalarıyla küçük bir ateş yaktı. Islak olduğu için dal parçaları biraz zorlanmıştı. Ardından yanında getirdiği malzemeleri ve çayı çıkardı. Bayırda çay içmenin, bir şeyler yemenin tadı başka oluyordu. Hele yanında ateş de varsa. Ayakkabılarını çıkardı ve taş parçalarının, otların yardımıyla temizledi. Sonra çayını demledi. Sofrasını hazırladı. Bir şeyler atıştırdıktan sonra ateşin geçmek üzere olduğunu fark etti. Derenin kenarına yığılmış dal ve kök parçalarını ateşin yanına koyarak önce kurutmayı sonra da yakmayı düşündü. Ayakları yeniden çamur olacaktı ama bu keyif değerdi.
    Derenin kenarına indi. Büyük bir kök parçası sürüklemişti sel. Kenarından tuttu, güçlükle sürüklemeye başladı. Bu esnada yerde gözüne yuvarlak bir cisim göründü. Dikkat çekiciydi. Üzerinde desen ya da şekle benzeyen bir şeyler vardı. Bir avcunun içine onu aldı, diğer eliyle kök parçasını sürükledi ve kayanın üzerine çıkardı. Ateş, gerçekten de kök parçasını kısa sürede kuruttu ve yakmak için ateşe doğru kök parçasını itekledi. Bu esnada avucunda tuttuğu, dere kenarında bulduğu nesneyi incelemeye başladı. Tarihî bir paraya benziyordu bu. Tekrar dereye indi, nasıl olsa ayakları bir kez çamur olmuştu. Derede iyice yıkadı bulduğu nesneyi. Evet, bu bir paraydı. Üstelik altına benziyordu. Sel getirmişti bunu. Kim bilir nerelerden koparak gelmişti. Zaten yaşadığı köyde birilerinin daha önceleri tarla sürerken define bulduklarına dair hikayeler de anlatılıyordu. Demek ki gerçekti bu anlatılanlar. Dere boyunca yürümeye başladı. Yine aynı paradan bulma ümidi taşıyordu ve koyunları unutmuştu bile. Bir süre yürüdükten sonra yine yerde elinde tuttuğu paraya benzeyen bir yuvarlak nesne gördü. Onu da yıkadı ve diğeri ile yan yana koydu. Evet, aynı paradan bir tane daha bulmuştu.
Bulduğu iki para onu hayallere sevk etmeye yetti. Artık şehre taşınır, kendime bir iş kurarım, düşüncesi ile hayaller peş peşe geliyordu. Önce paraların nerden geldiğini bulmalıydı. Sonra şehre taşınacak, ev ve araba alacaktı. Ömür boyu rahatlık ve huzur içinde yaşayacaktı. Zaten define bulduğunu duyduğu aileler şehre göçüyordu hep. Bu düşüncelerle ilerlerken yerde bir para daha buldu. Yaklaşıyordu hayallerine ve koyunları, köyü, ailesini unutmuştu çoktan. Adeta bulduğu bu paralar onu büyülemiş gibiydi. Zihninde başka hiçbir şey kalmamıştı paraların hepsini bulmak düşüncesinden başka.
Yerde bulduğu her yuvarlak nesneyi önce ayağı ile itekliyor sonra eğilip yokluyordu. Bir ara doğruldu ve nerde olduğunu kestirmeye çalıştı. Hayli uzaklaşmıştı koyunlarından. Tekrar yere baktığında bu yerde üç beş yuvarlak nesne daha gördü. Bunlar daha az çamurluydu ve belliydi para oldukları. Kalp atışları hızlandı. İleriye baktığında adeta kendisini içeriye çağıran bir küçük mağara gördü. Sanki mağaranın dili vardı ve sürekli kendisini içeriye gelmesi için çağırıyordu. İhtimal bulduğu paralar bu mağaradaki başka paraların yanından yağmur suları ile sürüklenmişti. Belki yalnızca bir küp değil küpler dolusu define vardı içerde. Düşündükçe heyecanlanıyordu ancak mağaraya girmekten de korkuyordu. Daha önce hiç görmemişti burasını. İhtimal yağmurun etkisiyle yarısı yıkılmış, göçmüş ve bu mağara girişi ortaya çıkmıştı.
    Cesaretini topladı, sağdan soldan bir şeylerle kendisine meşale yapmaya çalıştı. İşe yaramıyordu. Ceketinin kollarını yırtarak bir değneğin ucuna doladı. Çakmağı ile bir kenarını tutuşturdu ve mağaraya doğru ilerlemeye başladı.
    Karanlıktı ve su sesi geliyordu içerden. Su damlaları peş peşe yankılanıyordu içerde. Ürperticiydi içerisi. Yerler de çamurdu. Meşalenin ışığını biraz daha büyüttü elliyle. Çok küçük bir yer değildi burası ve ileriye doğru uzanıyordu. Bir süre sonra gözleri içerdeki karanlığa alışmıştı. Sağını solunu rahatlıkla görüyordu. Hiçbir şey yoktu görünürde. Üstü başı çamur olmuştu. Ayakları su içindeydi. Terlemişti. Bir şeyler olmalıydı bu mağarada. En azından bir küp bile bulsa keyfi yerine gelecekti yeniden. Koyunlar çok uzakta kalmışlardı. Vakit akşama doğru ilerliyordu. Bir gök gürültüsü ile irkildi. Yine yağmur başlamıştı anlaşılan.
    Biraz daha ilerleyip sonra koyunlarının yanına dönmeyi düşündü. Ümidini kesmeye başlamıştı ki mağaranın en sonunda yarısı kırılmış bir sandık gördü. Sandık tam da hayal ettiği gibi mücevher ve altınlarla doluydu. Aklını kaybetmiş gibi koştu. Evirdi, çevirdi. Çok büyük bir sandıktı bu ve kırılmıştı bir tarafı. Sağlam olsa tek başına taşıyabilirdi fakat kırıktı. Ceketini bir bohça gibi yapıp içine sandıktakileri doldurmayı düşündü fakat ceketinin son parçası şu anda mağarayı aydınlatıyordu. Heyecanla ceplerini doldurmaya başladı. Bir çuval alarak tekrar gelmeyi ve kalan malzemeyi almayı uygun gördü. Ceplerini doldurdu ve meşalenin kalan son ışıklarıyla mağaranın çıkışına doğru yöneldi. Gök gürlüyordu ve su damlaları çoğalmıştı. Bir gürültüyle yeniden irkildi. Gök gürültüsü değildi bu. Toprak kayması gibi bir şeydi sanki. Mağaranın çıkışına geldiğini düşündüğünde önünün tamamen çamur ve kaya parçaları ile dolu olduğunu gördü. Aşağı baktı, ayak izleri duruyordu halen. Evet, burası mağaranın çıkışıydı ancak önü kapanmıştı.
    Dışarda yağmur şiddetlenmiş olmalıydı. Meşale söndü. Her yer karanlıktı ve uzaktan, çok uzaktan koyun sesleri geliyordu. Ceplerindeki malzemeyi unutmuştu. Geride kalan sandığı unutmuştu. Hayalleri kuş olup uçmuştu kapalı mağaradan. Her yer karanlıktı ve uzaktan, çok uzaktan koyun sesleri geliyordu. Elleriyle çamuru bir kenara çekmek için çalışmaya başladı. Kan ter içindeydi, bir yandan o çektikçe yeni taş ve kaya parçaları düşüyordu yukardan. Evini düşündü karanlıkta, ailesini… Çok uzaktan koyun sesleri geliyordu. Gök gürültüsü kesilmişti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder