Kürşad Keçeli
Vakit gece yarısını çoktan geçmişti. Sokaklar boşalmış, karanlık iyice kendini hissettirir olmuştu. Zaten öyle demezler miydi: Gecenin en çok karardığı vakit, sabaha en yakın olan vakittir. Karanlık koyuydu fakat sabah yakın görünmüyordu. Çıldırtan bir sessizlik git gide büyüyordu. Günlerdir böyleydi gece vakitleri. İnsanlar uykudayken o, uykudan kaçıyor, sokağa çıkıyor, hava aydınlanıncaya kadar yürüyor sonunda takati bitiyor ve evine dönüp uyuyordu. Uyumak değildi onunki yorgunluktan sızıp kalmaktı. Uyuyan insan rüya görür çoğunlukla. O, hiç rüya görmezdi.
İşte, yine gece onu çağırıyordu dışarıya. Üzerine bir şeyler dahi giymeden, kapısını kilitleme ihtiyacı hissetmeden çıktı karanlığa doğru. Dışarıya çıkar çıkmaz önce gökyüzüne baktı. Hava kapalıydı. Ne yıldızlar görünüyordu ne de ay. Hafif bir sis kaplamıştı karanlığın üstünü. Her günkü gibi yürümeye başladı usul adımlarla. Sağa sola hiç bakmadan ve aklından hiçbir şey geçirmeden yürüyordu. Aslında yürüyen o değildi, ayakları onu götürüyordu. Nereye gittiğini bilmiyordu. Niçin gittiğini de bilmiyordu. Bildiği tek şey vardı: kendini çağıran karanlık. Karanlığı seviyordu. Öyle dememiş miydi şair:
Gündüzler size kalsın verin karanlıkları.
Bir süre ilerledikten sonra sis, kendini daha çok hissettirmeye başladı. Birkaç adımdan sonrası görünmüyordu artık. Sessizlik, yer yer köpek sesleriyle kesiliyordu. Nerede olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. İlk kez bir ürperti duydu gecenin bilinmezliğinde. İlk kez geriye dönüp bakma ihtiyacı hissetti. İlk kez sağa sola da bakma ihtiyacı hissetti. Durdu ve geriye baktı: yalnızca sis. Sonra sağa sola baktı: Yalnızca sis… Önü zaten görünmüyordu. Bilinmezliğe doğru yürümeye devam etti. Sokak lambaları çoktan geride kalmıştı. Artık karanlığın kalbindeydi. İlk kez daha fazla yürümek istemedi. Bulunduğu yere oturup dinlenmek istedi. Normalde geri dönerdi yorulunca fakat bu kez geri dönecek gücü kalmamıştı. Zaten nerede olduğunu da bilmiyordu. Yer, gök, sağ, sol, geri ve ileri… Her yer yabancıydı. Arada bir duyduğu köpek sesleri olmasa başka bir dünyaya ulaştığını düşünecekti. Bir süre oturdu, bekledi. Belki de sabah yakındır, diye geçirdi içinden. Bir saate kadar güneş doğar, ortalık aydınlanır, sisler dağılır… O zaman ben de evin yolunu tutarım.
Zaman geçmek bilmiyordu. Aslında sadece birkaç dakika olmuştu bulunduğu yere oturalı fakat o birkaç saat gibi hissetmişti. Bitmeyen gece var mıydı? Her gecenin bir sabahı var, diyenler yalan mı söylüyordu? Karanlık bitmeliydi. Daha önceden hiç hissetmediği şekilde bir ürperti hissetti bedeninde. Üşüme değildi bu. İçten gelen bir ürpertiydi. Belki korkuydu. Evet, korkmaya başlamıştı sanki. Neyden korkuyordu, kimden, niçin?.. Korkulacak bir şey yoktu ama etrafı kolaçan etme gereği duydu. Oturduğu yerden doğruldu. Sağa doğru yürüdü. Endişe verici bir şey yoktu. Geriye, sola… derken yön duygusunu kaybetti. Yorgunluk ve güçsüzlük hislerini de kaybederek telaşa düştü. Önce yavaş adımlarla yürüdü. Sonra adımlarını hızlandırdı ve en sonunda koşmaya başladı. Karanlığın ve sisin içinde koşuyor, koşuyor bazen sendeliyor tekrar koşmaya devam ediyordu. Nereye koştuğunu bilmiyordu. Bir ara karanlığın ortasında annesinin yüzünü görür gibi oldu. Uzanıp ona ulaşmaya çalıştı ama karşısındaki görüntü o koştukça geriye doğru gidiyordu.
O sırada kapının açıldığını duydu. Annesiydi gelen. Elindeki kitabı usulca yan tarafa bıraktı. Annesi kitabı eline alarak kitabın adına baktı: Sonsuz Gece, yazıyordu. Biraz da sitemle:
-Yarın sınavının olduğunu hatırlatmak isterim, çalıştın mı peki, diye sordu.
Bu soru hayli moralini bozmuştu ama sınavlarla ilgili bir sorunu zaten hiç olmamıştı. Saate baktı, vakit gece yarısını çoktan geçmişti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder