24 Nisan 2024 Çarşamba

AY PEŞİNDE

 Elif Erva Candan

Sessiz ve durgun dalgaların hafif şırıltısı, kulağına ninni söylüyordu gecenin zifiri karanlığında. Penceresinden içeri sızan ay ışığı ise bu gecenin karanlığını bıçak gibi kesiyordu. Bu manzarayı görünce ay’ı görmek için dışarıya bakmaya karar verdi. Pencereyi açtı, başını dışarı uzattı. Serin bir rüzgâr, soğuk elleriyle yüzünü avuçlarına almış gibi üşüttü fakat bu serinlik onu rahatsız etmediği gibi ona huzur bile verdi. Her şey bu gece ne kadar da huzur verici, diye düşündü. Tek sorun hâlen uykusunun gelmemiş olmasıydı. Zaten uyumak da istemiyordu. Kararlıydı, bu huzur dolu gecede uyumayacaktı. Yaşadığı mekânın ruhuna tersti belki de uyumak. Burada kendinden önce yaşayan insanlar da ihtimal geceleri uyumamıştı pek. Bu düşüncelerle odayı andıran mekanın içinde birkaç daire çizdi.

Yeniden pencerenin önüne gitmeye karar verdi. Doğa, bu gece “beni oku” diyen bir kitap gibiydi. Ay, gecenin bağrında bir şiir gibi parlıyordu. Uzaktan gelen dalgaların sesi bazen ninni bazen şarkı gibiydi. 

Hava daha da karanlıktı sanki.  Aya baktı, yerinde yoktu ay. Ayın diğer tarafta kaldığı düşüncesiyle dışarı çıkmaya karar verdi. Ay, yerinde sabit duran bir şey değildi neticede. O da doğuyor, batıyordu. Askıdaki hırkasın aldı ve dönemeçli merdivenlerden indi. Dışarı çıktığında yine ay’ı aradı gözleri fakat ay yoktu. Deniz fenerinin çevresinde birkaç tur atıp etrafa iyice baktıktan sonra yorulup önündeki tabureye oturdu. Ay nereye gitmişti? Hem de böyle güzel bir gecede nereye saklanmıştı? Üstelik bulut da yoktu ardına saklanacağı. Yıldızlar yerindeydi fakat ay yoktu. Bir şeyler yapması gerekiyordu. Belki de bulunduğu yerden görünmüyordu ay, yoksa nasıl olurdu ki yıldızlı ama aysız gece? 

Ani bir kararla ay’ı aramaya çıktı. Deniz fenerinin hemen önündeki küçük rıhtımda bağlı duran sandala doğru ilerledi. Dalgaların sesi daha da yakındı artık. Nihayet dalgaların damlacıkları yüzüne, eline çarpmaya başlamıştı. Dalgalar hayli büyüktü ama korkmuyordu denizin bu halinden. Ay’ın yerinde olmaması tüm huzurunu kaçırmış büyük bir endişe oluşturmuştu içinde. Dalgalarla kendince mücadele eden küçük sandala indi. Biraz uğraştıktan sonra sandalın halatını çözdü ve küreklere asılmaya başladı. Dalgalar yardımcı olduğu için aslında kürek çekmesine gerek kalmadığını fark etti. Kocaman denizde küçücük sandal bir ceviz kabuğu gibi bir o yana, bir bu yana sallanıyor, karanlığın içinde nereye gittiğini bilmeden ilerliyordu. Gözü hep gökyüzündeydi. Ay, hâlen görünmüyordu. İşlevini yitirmiş deniz feneri epey geride kalmıştı. Daha önceden burada yaşayanlar aysız gecelerde acaba ne yapardı? Onlar da ay’ı aramaya çıkarlar mıydı?

Dalgalar küçülmeye başladı. Deniz, sanki onu üzmemek için sakinleşmişti. Artık sandalı da hızlı ilerlemiyordu. Deniz fenerini göremez olmuştu. Tam bu esnada geriye dönüp bakmak geldi içinden. Geriye döndüğü anda karanlık birden azaldı. Deniz yüzeyi aydınlanmış gibiydi. Yakamoz, derlerdi bu ışıltıya. Ay yeniden görünmeye başlamıştı ve gecenin karanlığını bıçak gibi kesiyordu. Ne tarafa kürek çekeceğini bilmiyordu. Sandalı denizin tam ortasında, gecenin tam orta yerinde öylece kalmıştı. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder