Ecem Ercins
Elif Eslem Şimşek
Reyhan Veske
Nehir Almacı
Mehmet Kerem Gürbüz
Metehan Akkaya
1. Bölüm: Avareliğimin Tarihi
Uzak Doğu’da yaşamanın zorluğunu sizler nereden bileceksiniz. Hele de ben yaşlarda iseniz burada hayat çok zor. Size kendimden bahsedeyim. Liseden mezun olalı çok bir zaman geçmedi. Şu an avareyim, boşluktayım, işsizim, herhangi bir uğraşım yok. Oysa büyük hayallerle üniversite sınavına girmiştim. İstediğim bölümü de kazanmıştım fakat istediğim bölümde istemediğim bir ders sistemi vardı. Hocalarımı sevmedim, üniversitenin bulunduğu şehri sevmedim. Zaten kolay seven biri de değilimdir ve bıraktım döndüm Uzak Doğu’ya yani Kars’a.
Adım Gürbüz. Adımın gürbüz olduğuna bakmayın boyum 1.50 ve kilom da 55. Belki adımı Gürbüz koymasalar boyum ve kilom normal olabilirdi. Aslında ben ailem için bir hayal kırıklığı olabilirim. Demek ki gürbüz bir evlatları olsun istediler ama daha dünyaya gelir gelmez onları hayal kırıklığına uğrattım. Bundan sonrasının ne olacağını da bilmiyorum.
Avareyim dedim ya ne yapacak bir işim var ne de gidecek bir yerim. Sabah akşam aynı şekilde geçiyor zaman. Herkesin haftası yedi gün ama benimki tek gün: boşluk. Pazartesi ile cumanın hiçbir farkı yok. Cuma namazlarına da gitmeyi bıraktım zaten epeydir çünkü günleri takip edemiyorum. Ne zaman namaza gitmek istesem takvime bakıyorum ya Salı ya Pazar oluyor.
Aslında böyle biri değildim başlangıçta ve böyle bir hayatı hak ettiğimi de düşünmüyorum. Sorumluluk sahibi biriydim ben, özellikle çocukken. Arkadaşlarımı kendimden daha çok düşünürdüm. Onların iyi birer öğrenci, iyi bir insan olmaları için hep yanlarında oldum. Yalnızca arkadaşlarımı değil ailemi de düşünürdüm, onların mutlu olması için tüm gücümle gayret ettim. Sonunda ne mi oldu? Avare biri oldum.
27 Mart’ta dünyaya gelmişim. Belki de sorun buradan kaynaklanıyor. Gürbüz olamayışımın nedeni de bu olabilir. Belki 24 Haziran’da dünyaya gelsem gerçekten gürbüz olurdum. Zaten doğum günümü kutlayan da yok. Oysa ben öğrenci iken bütün arkadaşlarımın doğum gününü bir deftere yazmıştım ve onlara küçük hediyeler verirdim. Mesela bir arkadaşıma tavşan hediye etmiştim ama ertesi gün tavşan kaybolmuştu. Başka bir arkadaşıma tavuk hediye etmiştim, birkaç gün sonra arkadaşım bana bir kâse içinde tavuk çorbası getirmişti. Bir arkadaşıma da çok sevdiğim bir taşı boyayıp hediye etmiştim doğum gününde fakat arkadaşım taşı dereye fırlatıp sektirmişti. Bütün bunların karşılığında ben bir hediye aldım mı? Hayır. Hiçbir hediye almadım bu yaşıma kadar.
Neyse ki kardeşim ailemi mutlu etmeyi başarabiliyor. Kardeşim benden küçük olmasına rağmen herkes onu ağabeyim sanıyor çünkü 1.80 boyunda ve yüz kiloya yakın. Böyle bir kardeşe sahip olmanın en güzel yanı birlikte yürürken kendimi güvende hissetmem. Benden iki yaş küçük oysa ve bu yıl o da üniversite sınavına girecek. Umarım sonu benim gibi olmaz zira bir evde iki avareye yer yok. Gerçi sonu benim gibi olsa da eminim benim kadar göze batmaz o. Çünkü onda şeytan tüyü var ve avare haliyle bile ailesini mutlu etmeyi becerebilir o. Kardeşime de Mesut ismini vermiş büyüklerimiz. Ne kadar da isabetli bir isim: Mesut. Adam bir sıfır önde başlamış hayata. Gürbüz nere, Mesut nere? İşin ilginç yanı Mesut’un da doğum günü 27 Mart ve hiç ıskalanmadan doğum günü her yıl kutlanır. Hem de kendimi bildiğimden beri.
2. BÖLÜM İLK KARŞILAŞMA
Benim hikâyem burada başlıyor. Günlerden neydi bilmiyordum. Mevsimlerden hangisinde olduğumuzu ağaçlara bakarak tespit etmeye çalışırım galiba yaz başıydı ve nereye gideceğimi bilmeden yürüyordum. Çay ocağı mı? Cebimde para yoktu ki… Kütüphane mi? Benim okuyabileceğim kitap henüz yazılmamıştı ki? Irmak kenarına mı? Oltam yoktu ki balık tutayım. Bu düşüncelerle ilerlerken köyün hayli dışına çıktığımı fark etmemiştim. Birdenbire havanın kararmaya başladığını fark ettim. Saatime baktım, saatim duralı aylar olmuştu. Öylesine kolumda taşıyordum. Bu kadar çabuk akşam olmamalıydı. Önüme baktım, yol bitmişti. Geriye baktım, geldiğim yol yoktu. Köyümün tüm arazisini adım adım bilirdim ama ilk kez başka bir köyün hatta başka bir dünyanın eşiğinde gibiydim. Renkler değişmeye başlamıştı kararan havanın etkisiyle. Sesler kesilmişti. Etraf ne karanlık ne aydınlıktı. Yol olmasa da yürümeye karar verdim ta ki önümde yükselen kocaman kayalıkları görünceye kadar. Geriye dönmekten başka bir şansım yoktu ama ilerlemek, kayaların ardında ne olduğunu görmek de istiyordum. Aslında kayalıklar çok yüksek değildi ama 1.50 olduğum için bana yüksek görünüyordu belki de. Tırmanmaya karar verdim, belki manzarası güzeldir diye düşünüyordum. Biraz zor olsa da ayakkabılarımda birkaç yırtılmaya neden olsa da kayalıkların tepesine tırmanmayı başardım. Bu bir rüya mı diye düşünmeye başladım fakat kayalara tırmanırken parçalanan ellerimin acısını hissediyordum. Küçük çizikler kanla dolmuştu bile. Önce ellerime sonra karşıya baktım. Gördüklerime inanamıyordum. Bambaşka ve aydınlık bir dünya vardı karşımda. Her taraf yemyeşildi. Hiç görmediğim türde ağaçlar vardı, bin yaşında mıydı ağaçlar ya da iki bin yaşında mı? Ağaçların etrafı çiçeklerle doluydu fakat çiçekler solmuş görünüyordu. Yeniden ellerime bakarken yanımda bir hareketlilik hissettim ve omuzumdan uzatılan mendili fark ettim. Hayli otantik desenlerle süslenmiş eski bir mendildi bu. İrkildim ama mendili de almam gerekiyordu. Geriye dönmeye korkuyordum ama iyi biri olmasa bana mendil uzatmazdı. Ellerimi bir çırpıda temizledim. Tekrar ellerime baktığımda ne bir iz vardı ne de çizik. Mendili sahibine uzatmak için geriye döndüğümde bir an nefesim kesilecek gibi oldu. Önümde duran kişinin yüzü görünmüyordu. Yüzünü beyaz saçları kapatmıştı. Hayli yaşlı ama dinç biriydi. Daha önceden hiç görmediğim tarzda giyinmişti. Ayaklarına baktım, çok güzel çizmeleri vardı. Simsiyah bir pelerin rüzgarda dalgalanıyordu. Elinde kocaman bir asa vardı. Lacivert gömleğinin düğmeleri ağaçtan yapılmış gibiydi. Benden hayli uzun boyluydu. Yeninden yüzünü görmeye çalıştım ama nafile. Kendimi toparlayarak:
-Teşekkür ederim, dedim.
Artık ellerim temiz ve hasarsız olduğu için elimi uzattım.
-Ben Gürbüz.
Karşımda duran kişinin sesini merak ediyordum. Ona dokunmanın, onunla tokalaşmanın korkutucu bir yanı olmayacağını belki yakınlığımızı ilerleteceğini düşünüyordum. Elim bir süre boşlukta kaldı. Daha sona kocaman elini bana doğru uzattı ve:
-Adım Mystery, dedi.
Sesini duymuştum sonunda Mystery’nin ve adını da öğrenmiştim. Sert, tok bir sesti ve insanın içine işliyordu. Daha çok şey duymak istiyordum bu sesten. Elini elimde hissettiğimde başparmağının olmadığını hissettim. Hatta fark ettirmeden başparmağımla onun başparmağını aradım fakat yoktu. Yeniden yüzüne bakmaya çalıştım ama görünmüyordu. Hafif bir rüzgâr esmeye devam ediyordu. Benim kısa saçlarım bile biraz savruluyor ancak onun yüzünü örten saçları hareket etmiyordu. Acaba önünü ya da beni görebiliyor muydu? Elini usulca elimden çekerken:
-Endişe etmene gerek yok, ben seni görebiliyorum, duyabiliyorum, dedi.
Bu esnada ürpermeye başladım. Kayalıkların arka tarafı tamamen karanlığa bürünmüştü.
3. BÖLÜM
Birden aklıma ailem ve evim geldi. Şayet vakit akşam olduysa beni merak ediyorlardır diye düşündüm. Geri dönmeli miydim, pek sanmıyorum. Peki, bundan sonra neler yaşayacaktım, görecektim, bunları da bilmiyordum. Kafam biraz karışıktı ki Mystery sessizliği bozdu:
-Ailen seni merak etmiyor, hatta yokluğunun farkında bile değiller. Şimdi sen yeni bir dünyayı keşfetmeye hatta kendini keşfetmeye, kendini düşünmeye hazır mısın?
Bu cümleler beni rahatlatmak yerine daha da endişelendirdi ama ona inanmak istiyordum. Bu güveni veriyordu bana. Belki de bu karşılaşma hayatımı düzene koymam için bir işaretti. Derin bir nefes aldım ve:
-Hazırım, dedim.
Gözlerimi kapatmamı istedi. Gözlerimi kapadım, birkaç saniye sonra gözlerimi açmamı istedi. Gözlerimi açtığımda bambaşka bir evrendeydik. Burasını bir yerlerden hatırlıyordum. Belki rüyalardan belki hayallerden ama nereden hatırladığımı tam olarak bilmiyordum. Bunları düşünürken Mystery:
-Doğru düşünüyorsun, dedi. Burasını hatırlaman normal çünkü burası senin dünyan. Gerçek hayatta yaşarken uğramadığın ama gözlerini kapattığında ya da daldığında yaşadığın yer burası, dedi.
Bu cümlelere inanmıştım çünkü kendimi son derece huzurlu hissediyordum. Özgür hissediyordum. Mystery bana:
-Gerçekten de özgürsün, hatta uçabilirsin, dedi.
Bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Bu dünyaya alışmam vakit alacaktı sanki fakat bundan endişe duymuyordum. Gerçek dünyanın bu dünyaya göre bir cehennem olduğunu düşünmeye başlamıştım. Peki ama burada ne kadar süre kalacaktım, burada ne yapacaktım, nasıl yaşayacaktım?.. Mystery benim zihnimi okur ve bu sorulara cevap verir diye bekliyordum ki Mystery’nin yanımda olmadığını fark ettim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder