1. Bölüm
Kara Kadir derlerdi ona. Biraz esmer olmasının bu isimle çok
bir alakası yoktu. Evet, geceleri fark edilmeyecek kadar esmerdi fakat yine de
bu kara sıfatı onun hayatının özeti gibiydi. Kara kara düşünmeyi severdi
mesela. Gözü karaydı, gözünü daha da kararttığında etrafında kimse kalmazdı. En
sevdiği şair Karacaoğlan'dı. Kara buğday unundan yapılmış ekmek dışında ekmek
yemezdi. Renkli ayakkabı giymezdi.
Renkli kıyafet de giymezdi.
Annesi onu zaman kara koyun yününden yapılmış bir yastıkta
uyutmuştu. Belki de burada başlamıştı hayatındaki karanın yeri. Bahtı kara
mıydı? Henüz değil çünkü henüz liseye geçiş sınavına girmemişti. Bu sınavdan
sonra belli olacaktı bahtının kara mı ak mı olduğu.
Küçücük bir kasabaydı yaşadığı yerleşim merkezi. Çok az
arkadaşı vardı ve çok fazla işi vardı. Özellikle yaz mevsimine doğru tarla,
bostan, bahçe işlerinden bitkin düşüyordu. Yaz mevsimi geldiğinde en yakın
arkadaşı köpeği Karabaş'tı. Köpeğinin adını aslında Pamuk koymuşlardı,
bembeyazdı çünkü ama Kadir bu ismi sevmediği için onun adını Karabaş koymuştu.
Hatta ismini Karabaş koyduktan sonra köpeğini siyaha boyamıştı.
Yine bir yaz mevsimi geride kalmıştı. Okullar açılmak
üzereydi ve Kara Kadir'in okula gitme isteği hiç yoktu fakat buna mecburdu.
Üstelik artık 8. sınıfa başlayacaktı. Çetin bir eğitim öğretim yılı onu
bekliyordu. Bu düşüncelerle evlerinin önündeki dağa uzun uzun baktı. Ardından
Karabaş'a seslendi. Kendine küçük bir azık çıkını hazırladı ve okul açılmadan
önceki son gezisini yapmaya karar verdi. Bu dağı çocukluğundan beri bilir,
zaman zaman eteklerine gider hayvanları otlatırdı fakat hiç zirvesine çıkmamıştı.
Bu dağın zirvesine dair efsaneler vardı. Yıllar önce bu dağa gidip geri
gelmeyenler olduğu gibi değişim yaşayarak gelenler olduğundan da bahsedilirdi
hep. Yine de kimse bu dağın zirvesini merak etmezdi. Kimsenin bu dağa gitmesini
de pek hoş karşılamazlardı. Aniden verdiği bu kararı uygulamak için en iyi
zaman bu günlerdi.
Karabaş önde Kara Kadir arkada yolculuk başlamıştı bile. Bir
endişe vardı Kadir'in içinde. Adını koyamadığı bir endişe... Karabaş da değişik
davranıyor sanki biraz ürkerek yürüyordu. Yol boyunca hiçbir şey düşünmedi
Kadir. Sanki bir büyüye kapılmış gibiydi. Sanki dağda onu çağıran bir şeyler
var gibiydi. Oysa defalarca dağın yakınına gitmişti fakat bu kez her şey çok
farklıydı. Dağa yaklaştıkça garip sesler ve hışırtılar duymaya başladı. Belki
yabani hayvanlar bu sesleri çıkarıyordu fakat yine de ürpertici gelmeye
başlamıştı her şey. Biraz dinlenmek iyi olur, diye düşündü. Üstelik acıkmıştı
da. Bulduğu büyük bir kaya parçasının üzerine oturdu. Çıkınını açtı ve bir
şeyler yemeye başladı. Karabaş'a da onun yiyebileceği şeylerden vermeyi
unutmadı. Biraz susamıştı, etrafta bir akarsu, göze, pınar bulabilmek ümidiyle
etrafına bakınmaya başladı. Su bulunan yerlerin biraz daha yeşil olabileceği
düşüncesiyle etrafında yeşil bir yer aradı. Biraz uzakta otlar diğer yerlere
göre daha yeşil görünüyordu. Çıkınını topladı ve Karabaş'la o tarafa doğru
yürümeye başladı. Yaklaştıkça tahmininin doğru olduğunu fark etti. Gerçekten de
az ötede bir pınar gördü. Bu pınarı daha önce hiç görmemişti. Hayli eski
görünüyordu. Kurnası yosun bağlamıştı. Yeniden ürkmeye başladı ama susamıştı
da. Susayan yalnızca kendisi değildi tabi. Pınarın başına vardığında avucuyla
birkaç yudum su aldı. Daha önce böyle bir su içtiğini hatırlamıyordu. Tadı
biraz farklıydı ancak içtikçe içesi geliyordu. Iki avucunu pınarın önüne bir
tas gibi tuttu ve uzun süre içti, içti, içti. Artık su içemeyecek kadar
şiştiğini hissettiğinde kenara çekildi. Bu kez de Karabaş sudan uzun uzun
içmeye başlamıştı. Suyun hemen yukarısındaki boşluğa önce oturdu, sonra uzandı.
Gökyüzü açıktı, yakınlardan kuş sesleri geliyordu. Çimen ve çiçek kokuları
ruhuna işliyordu. Karabaş da su içmeyi bitirmiş Kadir'in yanına uzanmıştı.
Kadir büyük bir huzur okyanusunda yüzüyor gibiydi fakat yol uzundu. Bir an önce
doğrulmalı ve yola devam etmeliydi. Uzandığı yerden kalkmaya çalıştı fakat gövdesi
kocaman bir beton kitlesi gibiydi. Bir türlü başını yerden kaldıramıyordu.
Ellerini de hareket ettiremiyordu. Çaresizce Karabaş'a baktı. Karabaş etrafında
dolaşıyordu fakat Kadir hareket edemiyordu. Bir süre sonra Karabaş havlamaya
başladı. Kadir yerinden kalkma çabasıyla bitkin düşmüştü. Artık pes etmek
üzereyken etraftan sesler duymaya başladı. Ayak sesleri git gide yaklaşıyordu.
Her adımda yoldaki çöplerden, çalılardan sesler geliyordu. Bir süre sonra
Karabaş iyice hırçınlaşmıştı ve etrafında kocaman gölgeler belirmeye
başlamıştı. Doğrulabilse gölgelerin kime ait olduğunu görebilecekti fakat
hiçbir şey göremiyordu. Bağırmak istedi. Yardım çağırmak istedi fakat sesinin
çıkmadığını fark etti. Yeniden kendini çaresizliğin kollarına bıraktı ve
gözlerini kapattı.
Birkaç dakika gözleri kapalı bekledikten sonra bir elin
kendini sarstığını hissetti. Gözlerini açtığında yanında kendiyle yaşıt bir
çocuğun durduğunu gördü. Çocuk Kadir’e bakarak:
-İyi misin Kadir, dedi.
Kadir ürkerek:
-Tanışıyor muyuz, kimsin, nereden geldin sorularını peş peşe
sordu.
-Yola birlikte çıktık, beni nasıl tanımazsın, dedi
karşısında duran çocuk.
Kadir’in zihni karışmıştı. Yola Karabaş’la çıkmıştı. Gözleri
Karabaş’ı aradı ama bulamadı.
-Ben yola Karabaş’la çıkmıştım ve seni ilk kez görüyorum,
dedi Kadir.
Bu cümlelerin ardından çocuk ellerine, ayaklarına baktı ve
bir çığlık attı.
-Ben Karabaş’tım zaten ve artık senin gibi bir insan
olmuşum.
Kadir, bu saçmalığa anlam veremiyordu. Bu yaşadıklarının bir
rüya olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. Çocuk devam etti:
-Birlikte gitmeye çalıştığımız dağa yıllar önce ben de senin
gibi gitmeye karar vermiştim. Duymuşsundur o dağdan kimilerinin dönmediğini
kimilerinin de değişim yaşadığını. Bu dağın zirvesine ulaştıktan sonra ben bir
köpeğe dönüştüm. Aylarca dolaştım ve yeniden yaşadığım yere döndüm ama kimse
beni tanımadı. Sen sahip çıkınca senin yanında yaşamaya başladım.
Kadir anlatılanlara inanmak istemiyordu. Zihni iyice
karışmıştı ve hiçbir şey düşünmek istemiyordu. Yeniden gözlerini kapattı. Bir
süre dalgın vaziyette kaldıktan sonra yeniden uyandı. Bu kez başucunda Karabaş
duruyordu. Garip gözlerle ona bakıyordu. Az önce yaşadığı şeyin bir sanrı
olduğunu fark etti. İlerde içecekleri su olmayabilirdi. Kadir, matarasını suyla
doldurdu. İçtiği suya baktı, belki de suyun etkisiyle böyle bir şey yaşamıştı.
Bu kez sorunsuz bir şekilde yerinden kalktı, bedeni dinlenmişti fakat kafası
allak bullak olmuştu. Gün bitmeden dağın zirvesine ulaşması gerekiyordu.
Karabaş suskundu. Karabaş önde Kadir arkada yeniden yola koyuldular.
Öte yandan Kadir’in ailesi, Kadir ve Karabaş’ın ortadan
kaybolduğunu fark etmişlerdi. Hiç bu kadar uzun süre ortadan kayboldukları
olmamıştı. Annesini bir endişe ve telaş sarmaya başlamıştı bile. Aklına türlü
türlü senaryolar geliyordu ve bu senaryolar hiç iyi değildi. Annesinin aklına
gelen senaryolar arasında Kadir’in dağa gitmiş olma ihtimali de vardı. En iyisi
bir süre daha beklemek, Kadir ve Karabaş ortaya çıkmazsa onları aramak için
harekete geçmekti. Zaman geçmek bilmiyordu. Annesi, beş dakikada bir saate
bakıyor ardından etrafı kolaçan ediyordu fakat ortalıkta kimseler görünmüyordu.
Kadir uyumuş olmanın verdiği dinçlikle hızla yürüyordu.
Dağın zirvesine ulaşmasına az kalmıştı. Bu yolculuğa niçin çıktığını bile
unutmuştu, geri dönmek de istemiyordu. Garip hisler taşıyordu içinde.
Kasabadaki hayatını düşünmeye başladı. Okul, ders, bahçe bostan işleri…
Hayatını sorgulamaya başladı. Ne içindi bunca çaba? Yaşadığı kadarıyla ömrünü
gözlerinin önüne getirdi. Geride kendisinden bir şeyler kalmış mıydı, hayır.
Gelecekte yapıp işleyeceklerinden geriye bir şeyler kalacak mıydı, hayır.
Etrafına baktı, ağaçlardan geriye bile kalan şeyler vardı. Hatta ağaçların bir
kısmı insanlardan daha çok yaşıyordu. Üstelik dallarında kuşlar barınıyor,
meyvelerini insanlar tüketebiliyordu. Derin soruların içinde bulmuştu kendini.
Bu sırada azık çıkınından gelen hışırtıyı duydu. Belki de bir köstebek, böcek
ya da yılan girmişti çıkınına. Önce biraz irkildi. Sonra çıkını kenara bıraktı
ve usulca düğümünü çözdü. Gördüklerine inanamıyordu. Çıkınındaki elmalar
yeşermiş hatta küçük birer ağaç fidanı gibi duruyordu. Bir süre izledi, yeni
yeni filizlenen yaprakları gördü. Onun bu endişeli izleyişine Karabaş da dahil
oldu. Çıkınındaki elma fidanlarını hemen kenarda bir yere dikti ve çıkınını
tekrar bağlayarak yoluna devam etti. Artık neredeyse dağın zirvesine birkaç
adım kalmıştı. Güneş, etkisini kaybetmeye başlamıştı. İkindi vakti olmuştu ve
geri dönüş için çok az zamanı kalmıştı.
Dağın zirvesine ulaştığını düşündüğü bir noktadan bakınca
biraz ilerde eski bir kulübe gördü. Aslında dönmesi gerektiğini biliyordu fakat
kulübenin içini de görmeden gitmek istemiyordu. Yorulmuştu. Kalan son gücüyle
kulübeye doğru ilerledi. Kulübenin kapısı yıllardır açılmamış gibi görünüyordu.
Pencereleri kirden, örümcek ağlarından tamamen kapanmış gibiydi. Biraz tedirgin
eden bir havası vardı buranın ancak merakına engel olamıyordu. Kulübenin
kapısını araladı. Kapı gıcırtıyla açıldı. İçerdeki eşyalar yıpranmış,
tozlanmıştı. Her yer toz, toprak ve örümcek ağı ile doluydu. Raflarda kocaman,
kalın kitaplar vardı. Rafların bazılarında içi renkli sıvılarla dolu şişeler
vardı. Koltuklardan en temiz gördüğüne oturdu. Karabaş da yanına oturdu.
Dışarda güneş batmak üzereydi. Tekrar yola çıkmaya gücü kalmamıştı. Belki de
geceyi burada geçirmeli ve sabah yola çıkmalıydı. Raflardan birinde gördüğü gaz
lambasını eline alarak sildi, temizledi. Lambayı yakmak için kibrit ya da
çakmak gerekliydi. Neyse ki yanında küçük bir çakı ve çakmak her zaman
bulundururdu. Gaz lambasını yaktı ve bulunduğu koltuğa iyice yayılarak oturdu.
Kadir’in annesi tüm kasabayı ayağa kaldırmıştı. Kasabalı,
ellerinde fenerlerle, meşalelerle Kadir’i arıyordu. Kasabada olmadığı
anlaşılmıştı kasabanın yakınlarında da Kadir ve Karabaş’a dair bir iz yoktu.
Akşam, geceye doğru ilerliyordu. Kadir ise derin bir uykuya çoktan dalmıştı.
Rüyasında Karabaş’ın insana dönüştüğünü görüyordu, dağın zirvesinden başka
dünyalara açılan kapılar görüyordu, çığlık çığlığa kendisini arayan insanlar
görüyordu, annesini görüyordu, babasını görüyordu fakat onlara bir türlü ulaşamıyordu.
Gecenin ilerleyen saatlerinde Kadir’in ailesi daha önceden Kadir’in su
içtiği ve dinlendiği yere ulaşmıştı. Burada bir şeyler olduğunu fark ettiler.
En azından etrafta kırılmış dal parçaları, ezilmiş otlar ve ayak izleri vardı.
Kadir’in buradan geçmiş olma ihtimali çok yüksekti. Ailenin ve kasabalıların en
büyük endişesi Kadir’in dağın zirvesine çıkmış olmasıydı. Dağa doğru ellerinde
fenerler ve meşalelerle kasabalı ilerlemeye başladı. Kadir uyumaya devam
ediyordu, Karabaş ise arada bir gözlerini açıyordu. Bir süre sonra kasabalılar
ve ailesi Kadir’in bulunduğu kulübeye ulaştılar. İçeriye girdiklerinde Kadir mahmur
gözlerle etrafa bakınmaya başladı. Anne ve babasını karşısında görünce hayli
şaşırmıştı fakat babası ona yaklaşarak:
-Buralarda 12-13 yaşlarında esmer bir çocuk gördünüz mü,
diye sordu. Yanında da bir köpek olmalı. Bu esnada Karabaş yerinden kalktı ve
Kadir’in babasının yanında dolaşmaya başladı fakat bu kez de annesi devam etti:
-Sabahtan beri kayıp yavrum. Buralardan geçmiş olabilir,
gördünüz mü onu?
Kadir, söylenenlere anlam veremiyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder