Metehan Ersoy
Tarih henüz yazılmaya başlanmamıştı çünkü alfabe yoktu. İnsanlar zorlu doğa koşullarında yaşamaya çalışıyordu. Bir yandan doğa şartları bir yandan düşman kavimler arasında yaşamak çok zordu. Türkler sürekli bir kurtarıcının geleceğine ve kendilerinin dünyaya hâkim olacağına inanıyorlardı zira atalarından bu tarz hikâyeler dinlemişlerdi.
Pars yılında kadır kış aylarının en soğuk günleriydi. Bu soğuklar kırk gün sürecek ardından kırk günlük bahar gelecekti. Bahar ayları bu bölge halkı için kutlanılması gereken günlerle başlardı. Dağlarda bulunan mor bir çiçeği ilk kez gören bu çiçeği obaya getirir ve kutlamalar başlardı. Köktem ayı için gün sayıyordu halk ancak çok çetin geçen kış mevsiminde yine diğer boylar tarafından saldırıya uğramak riski de onları korkutuyordu. Günler böyle geçti. Olağanüstü bir olay yaşanmadı kadır aylarında ancak halk yorgun ve bitkindi. Kış boyu beklemek ve ava bile çıkamamak onları kıtlığın eşiğine getirmişti.
Köktem ayının ilk günleriydi. Türklerin lideri Kalı Han artık mor çiçeğin zamanın geldiğini düşünerek atlandı ve dağlara doğru koşmaya başladı. Kalı Han’ın yanında yardımcısı Çeribay ve Batumtay vardı. Üç atlı dağlara doğru koşarken tepelerinde de eğittikleri doğanlar onlara eşlik ediyordu. Onlardan aldıkları işarete göre peşlerinden gelecek başka gençler de vardı. Şayet mor çiçeği bulurlarsa dağın tepesinde bir ateş yakacaklar ve gençlerin de yola çıkması için haber vermiş olacaklardı.
Birkaç saat sonra Kutlu Dağ’dan dumanlar yükselmeye başladı. Bunu gören obadaki gençler atlanarak Kalı Han’ın yanına doğru yola çıktı. Kalı Han’ın yanına gidenlerden sonra oba savunmasız kalmıştı. Bu geleneği bilen diğer boylar yakın bir yerde olayları izliyorlardı. Gençler de Kutlu Dağ’a ulaşmışlardı. Obada yalnızca ihtiyarlar ve çocuklar, kadınlar kalmıştı. Fırsatı ganimet bilen Kuzgun boyu ani bir hamle ile Türklerin obasına saldırdılar ve kalan halkı imha etmeye, çadırlara zarar vermeye başladılar. Bu esnada burada yaşayan Türklerin hayvanlarını ve kıştan kalan erzaklarını almayı amaçlıyorlardı. Bu esnada Kutlu Dağ’a gitmemek için çadırında saklanan bir Türk diğerlerine hissettirmeden kendisine bir at bularak Kutlu Dağ’a doğru yola çıktı. Amacı olup bitenleri Kalı Han’a iletmekti. Kalı Han olayı duyduğunda küplere bindi ve bulduğu iki mor çiçeğin yanında Batumtay ve Çeribay’ı bırakarak kalan erlerle dört nala obaya koştu. Obadan dumanlar savruluyordu. Çığlıklar ve ağlama sesleri uzaktan bile duyuluyordu. Obaya saldıran Kuzgunlar Kalı Han ve yanındakilere karşılama planı da hazırlamışlardı. Önce saklandılar ve Kalı Han ve yanındakiler obaya girdiğinde ortaya çıkarak etraflarını sardılar. Büyük bir mücadele başladı. Kalı Han ve yanındakiler kaybetmeye mahkum görünüyordu. Öyle de oldu. Son Türk kalıncaya kadar Kuzgunlarla mücadele devam etti. Akşam olduğunda obada canlı bir Türk kalmamıştı.
Kuzgun zafer sarhoşluğu ve naralarla obalarına dönmek üzere yola çıktılar. Bu esnada dağda mor çiçeklerin başında bekleyen Çeribay ve Batumtay da sıkıntılı, gergindi. Geceyi burada geçirmek zorundalardı. Yedi gün beklediler çiçeğin başında ancak obadan bir haber gelmedi. Yedinci gece mor çiçekler önce maviye döndü, sonra etrafına mavi ışıklar saçmaya başladı. Çeribay ve Batumtay hayal gördüklerini düşündüler ama ikisi birden aynı hayali göremezdi. Işık büyüdü, büyüdü ve tüm dağı aydınlatacak hale geldi. Bu esnada bir uluma sesi işittiler. Yanlarında gri tüyleri ve ateş saçan gözleriyle kocaman bir kurt belirmişti. Bir süre sessiz kaldılar kurt onların dağdan inmelerini ister gibiydi. Davranışlarından bunu anlıyorlardı. Mor çiçekler de zaten ortada yoktu artık. Bir mavi ışığa dönüşmüştü.
Kurdun peşine düşerek Kuzgunların bulunduğu obaya doğru gittiler ama bunun farkında değillerdi. Kurt bakışlarıyla ve tüyleriyle yollarını aydınlatıyordu. Saatler süren yolculuktan sonra kurtla beraber Kuzgunların obasına inmişlerdi. Anlaşılan oydu ki yaşayan yalnızca iki Türk kalmıştı, onlar da kendileriydi. İntikam vakti gelmişti. Kuzgunları uykuda basan Batumtay ve Çeribay kurdun ulumasının ardından saldırıya geçtiler. Kılıçlarının ve oklarının önünde durabilen kimse olmadı. Kendi obalarına yapılanların intikamını almışlardı ancak kurtla birlikte yalnızca üç kişiydiler şimdi.
Buradaki işleri bittikten sonra kurt onları yeniden dağa çekti. Dağa yaklaştıkça mavi ışık görünmeye başlamıştı. Nihayet dağa vardıklarında mavi ışık usul usul sönmeye başladı ve iki mor çiçek yeniden belirdi. Bu mor çiçekler ışığın da etkisiyle iki Türk kızına dönüştüler. Batumtay ve Çeribay olanlar karşısında şaşkındı. Kurt sessizce mor elbiseler giymiş kızları işaret etti başıyla ve ortadan kayboldu.
Kutlu Dağ’da yeni bir hayat kuran Türk boyu Batumtay ve Çeribay’ın torunları olarak çoğaldılar, yeniden dünya sahnesine çıktılar. Torunlar bu destanı yüzyıllarca torunlarına anlattılar ve mor çiçeğin niçin kutsal olduğunu anlattılar.
İki bin yıl sonra Ozan Metehan bu destanı kaleme alarak tarihin tozlu sayfalarında kaybolmaktan kurtardı.
Pars yılında kadır kış aylarının en soğuk günleriydi. Bu soğuklar kırk gün sürecek ardından kırk günlük bahar gelecekti. Bahar ayları bu bölge halkı için kutlanılması gereken günlerle başlardı. Dağlarda bulunan mor bir çiçeği ilk kez gören bu çiçeği obaya getirir ve kutlamalar başlardı. Köktem ayı için gün sayıyordu halk ancak çok çetin geçen kış mevsiminde yine diğer boylar tarafından saldırıya uğramak riski de onları korkutuyordu. Günler böyle geçti. Olağanüstü bir olay yaşanmadı kadır aylarında ancak halk yorgun ve bitkindi. Kış boyu beklemek ve ava bile çıkamamak onları kıtlığın eşiğine getirmişti.
Köktem ayının ilk günleriydi. Türklerin lideri Kalı Han artık mor çiçeğin zamanın geldiğini düşünerek atlandı ve dağlara doğru koşmaya başladı. Kalı Han’ın yanında yardımcısı Çeribay ve Batumtay vardı. Üç atlı dağlara doğru koşarken tepelerinde de eğittikleri doğanlar onlara eşlik ediyordu. Onlardan aldıkları işarete göre peşlerinden gelecek başka gençler de vardı. Şayet mor çiçeği bulurlarsa dağın tepesinde bir ateş yakacaklar ve gençlerin de yola çıkması için haber vermiş olacaklardı.
Birkaç saat sonra Kutlu Dağ’dan dumanlar yükselmeye başladı. Bunu gören obadaki gençler atlanarak Kalı Han’ın yanına doğru yola çıktı. Kalı Han’ın yanına gidenlerden sonra oba savunmasız kalmıştı. Bu geleneği bilen diğer boylar yakın bir yerde olayları izliyorlardı. Gençler de Kutlu Dağ’a ulaşmışlardı. Obada yalnızca ihtiyarlar ve çocuklar, kadınlar kalmıştı. Fırsatı ganimet bilen Kuzgun boyu ani bir hamle ile Türklerin obasına saldırdılar ve kalan halkı imha etmeye, çadırlara zarar vermeye başladılar. Bu esnada burada yaşayan Türklerin hayvanlarını ve kıştan kalan erzaklarını almayı amaçlıyorlardı. Bu esnada Kutlu Dağ’a gitmemek için çadırında saklanan bir Türk diğerlerine hissettirmeden kendisine bir at bularak Kutlu Dağ’a doğru yola çıktı. Amacı olup bitenleri Kalı Han’a iletmekti. Kalı Han olayı duyduğunda küplere bindi ve bulduğu iki mor çiçeğin yanında Batumtay ve Çeribay’ı bırakarak kalan erlerle dört nala obaya koştu. Obadan dumanlar savruluyordu. Çığlıklar ve ağlama sesleri uzaktan bile duyuluyordu. Obaya saldıran Kuzgunlar Kalı Han ve yanındakilere karşılama planı da hazırlamışlardı. Önce saklandılar ve Kalı Han ve yanındakiler obaya girdiğinde ortaya çıkarak etraflarını sardılar. Büyük bir mücadele başladı. Kalı Han ve yanındakiler kaybetmeye mahkum görünüyordu. Öyle de oldu. Son Türk kalıncaya kadar Kuzgunlarla mücadele devam etti. Akşam olduğunda obada canlı bir Türk kalmamıştı.
Kuzgun zafer sarhoşluğu ve naralarla obalarına dönmek üzere yola çıktılar. Bu esnada dağda mor çiçeklerin başında bekleyen Çeribay ve Batumtay da sıkıntılı, gergindi. Geceyi burada geçirmek zorundalardı. Yedi gün beklediler çiçeğin başında ancak obadan bir haber gelmedi. Yedinci gece mor çiçekler önce maviye döndü, sonra etrafına mavi ışıklar saçmaya başladı. Çeribay ve Batumtay hayal gördüklerini düşündüler ama ikisi birden aynı hayali göremezdi. Işık büyüdü, büyüdü ve tüm dağı aydınlatacak hale geldi. Bu esnada bir uluma sesi işittiler. Yanlarında gri tüyleri ve ateş saçan gözleriyle kocaman bir kurt belirmişti. Bir süre sessiz kaldılar kurt onların dağdan inmelerini ister gibiydi. Davranışlarından bunu anlıyorlardı. Mor çiçekler de zaten ortada yoktu artık. Bir mavi ışığa dönüşmüştü.
Kurdun peşine düşerek Kuzgunların bulunduğu obaya doğru gittiler ama bunun farkında değillerdi. Kurt bakışlarıyla ve tüyleriyle yollarını aydınlatıyordu. Saatler süren yolculuktan sonra kurtla beraber Kuzgunların obasına inmişlerdi. Anlaşılan oydu ki yaşayan yalnızca iki Türk kalmıştı, onlar da kendileriydi. İntikam vakti gelmişti. Kuzgunları uykuda basan Batumtay ve Çeribay kurdun ulumasının ardından saldırıya geçtiler. Kılıçlarının ve oklarının önünde durabilen kimse olmadı. Kendi obalarına yapılanların intikamını almışlardı ancak kurtla birlikte yalnızca üç kişiydiler şimdi.
Buradaki işleri bittikten sonra kurt onları yeniden dağa çekti. Dağa yaklaştıkça mavi ışık görünmeye başlamıştı. Nihayet dağa vardıklarında mavi ışık usul usul sönmeye başladı ve iki mor çiçek yeniden belirdi. Bu mor çiçekler ışığın da etkisiyle iki Türk kızına dönüştüler. Batumtay ve Çeribay olanlar karşısında şaşkındı. Kurt sessizce mor elbiseler giymiş kızları işaret etti başıyla ve ortadan kayboldu.
Kutlu Dağ’da yeni bir hayat kuran Türk boyu Batumtay ve Çeribay’ın torunları olarak çoğaldılar, yeniden dünya sahnesine çıktılar. Torunlar bu destanı yüzyıllarca torunlarına anlattılar ve mor çiçeğin niçin kutsal olduğunu anlattılar.
İki bin yıl sonra Ozan Metehan bu destanı kaleme alarak tarihin tozlu sayfalarında kaybolmaktan kurtardı.