Akın Eliş
Mert’le eve doğru
yürüyorduk, ikindi vaktiydi. Evimiz biraz tepede olduğu için birkaç yokuşu
tırmanmamız gerekiyordu. Son yokuşu çıktıktan sonra yorulduğumuz için evimize
yakın yerde bulunan banklara oturmuştuk. Biraz dinlenecek, biraz da sohbet
edecektik ki… Bir sesle irkildik:
-Pancarcıııııı…
Sonbahar başlamıştı
ve turşu sezonu açılmıştı şehrimizde. Pancar dallarından yapılan “dal turşusu”
ya da pezik turşusunun kurulmasının tam zamanıydı ve satıcılar ortaya çıkmaya
başlamıştı demek ki.
Önce anlamadık,
sesin nereden geldiğini bulmaya çalıştık. Garip bir kamyonetten geliyordu bu
ses ve bütün mahalle bir kez daha inledi:
-Pancarcıııı…
İkimiz birden araca
baktık, kamyonetin üzerinde “racer” yazıyordu. Üzeri pancar yüklüydü. Her
tarafı led lambalarla süslü kamyonet adeta başka bir çağdan gelmiş gibiydi ama
etrafındaki teyzeler, amcalar, nineler bizim çağımıza aitti.
Mert’le oturduğumuz
banktan kalkarak biraz daha yakından incelemeye çalıştık etrafımızda olup
bitenleri. Arada bir aynı ses kulakları tırmalıyor, kuşları bile ürkütüyordu:
-Pancarcı…
Pancar satan
kişilerin giyimleri ve tavırları da bir başka gelmişti ikimize. Üzerlerinde
sporcularınkine benzer atletler vardı ve çok iri kasları vardı.
Önümüzde ufo gibi
bir kamyonet, üzerinde başka bir ülkeden gelmiş gibi satıcılar ama etrafında
bizim komşular…
Mert’le birbirimize
baktık ve gülümsedik.