Umut Bulut, Akın Eliş, Atıf Kaan Salar
Gizemli Pusula
Evvel zaman içinde değildi olanlar ama hangi zamanda olduğu da belirsizdi. Develer de yoktu o zaman insanların yanında ve pireler de yalnızca kedilerin, köpeklerin üzerindeydi. Papağanlar vardı. Siyah papağan vardı özellikle. Miço kendisine seslenince “gidelim” diyen bir papağan.
Miço, papağanın konuşmasına şaşırmıştı. Papağanların konuştuğunu biliyordu ama sorulara cevap verebildiklerini bilmiyordu. Papağanlar sadece ezberler ve taklit ederlerdi. Miço’nun aklına başka sorular geldi:
-Demek sen konuşabiliyorsun. Aklıma takılan çok şey var ama nasıl olsa adada baş başayız. Önce ilk sorumu sorayım: Seninle daha önce tanışmış mıydık? Sürekli bana bakıyordun yolculuk sırasında.
Papağan başını bile oynatmadan cevap verdi:
-Düşün Miço, iyi düşün. Tanışıyoruz seninle. Hem de başka diyarlardan belki de hikâyelerden.
Miço aklından “Papağanla konuşursan böyle cevaplar normal.” diye geçirdi. Diğer soruları sonraya bıraktı. Birlikte ilerliyorlardı ama nereye gittiklerini bilmiyordu Miço. Papağan onun tepesinde bir daire çizdikten sonra:
-Peşime düş, beni takip et, dedi.
Miço’nun zaten yapacak başka işi yoktu. Siyah papağanı takip etmeye başladı. Bir süre sonra ormana girmişlerdi. Ağaçların dallarından güneş aşağıya inmiyordu. Biraz karanlık ve serindi orman. Papağan gökten inmiş, Miço’nun omuzuna konmuştu. Tıpkı daha önce mavi sakallı kaptanın omzuna konduğu gibi. Hayli ağırdı papağan. Miço az ilerde gördüklerine inanamadı. Gözlerini sildi, bir daha baktı. Üzeri yosunlanmış tahtalardan oluşan bir kulübe vardı önünde. Kimi tahtalar çürümüş, kırılmıştı. Önce ürktü ancak papağanın teşvikiyle iyice yaklaştı. Kapının önünde üç basamak vardı. İlk basamağa adımını attığında bir çıtırtı duydu. Tahtalar iyice yaşlanmıştı. Dikkat etmesi gerekiyordu. Kapının önüne geldiğinde kapı kendiliğinden korkunç bir gıcırtıyla açıldı. Her yer örümcek ağları ve tozlarla kaplıydı. Papağan içeriye girip kanat çırptığında adeta duman gibi toz kalktı. Miço toz çekilinceye kadar dışarda bekledi. Daha temiz ve güzel bir manzara bekliyordu ki kapıdan yuvarlanan bir kuru kafa ile tekrar ürktü. Kuru kafa sanki kendisine sırıtıyor gibiydi. Üstelik çenesinde mavi bir sakal vardı. Papağan dışarıya çıktığında kuru kafayı gördü ve hüzünlendi.
Miço, içeriye girdi. İçerde pek çok eşya vardı. Bazıları kırık ve çürüktü ama işine yarayacak aletler, sandıklar, şömine ve yatak vardı. Etrafı kontrol ederken bir de tozlu defter gözüne ilişti. Burada yaşayabilirim düşüncesi zihnine geliyor ancak bunu kabul etmek istemiyordu. Burada yaşamamalı, bir an önce buradan kurtulmalıydı.
Papağan içeri girdi:
-Yeni evimiz hayırlı olsun, dedi Miço’ya. Miço sustu, etrafı incelemeye devam etti. Mutfak eşyası bile vardı burada. Bir tencere, birkaç bardak, boş şişeler… Temiz gördüğü bir sandalyenin üzerine oturup defteri incelemeye başladı. Sandalye ıslaktı ama kalkmaya gücü kalmamıştı. Zaten terlemişti yol boyu. Defteri eline aldığında ilk sayfada çirkin bir yazıyla Robinson Crusoe ismini gördü. Olamazdı böyle bir şey. Robinson’la aynı kaderi paylaşamazdı. Belki başka biri yazmıştı bu defteri ve üzerine Robinson’un ismini yazmıştı. Canı sıkıldı. Temizlik yapmalıydı ama biraz defteri okuduktan sona. Defterin ilk sayfası hayli etkileyiciydi. Şöyle başlıyordu:
“Bu adaya geleli ne kadar zaman oldu bilmiyorum. Burada henüz başka mevsim yaşamadım. Demek ki birkaç ay ancak oldu. Bu satırları kim okuyacak hiçbir fikrim yok. Belki ben okuyacağım ilerde bir anı olarak. Belki bu adadan hiç kurtulamayacağım ve yıllar sonra buraya düşen başkaları bulacak bu defteri. Yazacak çok şeyim yok aslında fakat yazmaya başladığım bu güne “kurtuluşa gidişin birinci günü” ismini vermek istiyorum. Umarım bu defter bitmeden buradan kurtulurum.”
Miço bu satırları okuduktan sonra deftere bir kez daha baktı. Yüzlerce sayfaydı ve son sayfası bile doluydu. Yine morali bozuldu. Son sayfayı açtı:
“Kurtuluşa giden günün üç yüz elli ikinci günü
Ey bu defteri bulan kişi, neden hemen son sayfaya baktın ki. Ben günlerce senin için yazdım bunları. Sen hemen buradan kurtulmak istiyorsun. Sabırsız bir Miço olmalısın sen. Otur, çalış, efendi efendi bu adaya alış. Sonra zaten buradan kurtuluşun sırrını bulacaksın. ”
Miço şaşkındı. Papağan da tepesinde sanki yazıları okuyor gibiydi. Miço’ya:
-Adam haklı Miço, acelemiz yok, dedi.
Miço, acele etmemeyi öğrenmişti bir süre sonra. Burası onun yaşam alanıydı. Kurtulacağına inanıyor o yüzden her gün büyük bir ateş yakıyordu. Bir yandan da bu eski kulübeyi yaşanır hale getirmeye çalışıyordu. Bazen de papağanla sohbet ediyordu.
Artık kulübe bir düzen almıştı. Miço kendine ve papağana yiyecek bile depolamıştı. Şimdi de etrafını biraz düzeltmek geriyordu kulübenin. Bu düşünceyle bahçe oluşturmaya karar verdi. Kulübenin önündeki taşları kullanacaktı bahçe yapmak için. Ayrıca buraya bir de su getirmesi gerekiyordu yakındaki dereden. Taşların bir kısmını dizmeye başladı evin etrafına. Tüm taşlar bittiğinde taşların altında bir pusula buldu. Ne tozlanmıştı bu pusula ne paslanmıştı. Parlıyordu üstelik. Ne işine yarayacağını tam olarak bilemiyordu bu küçük adada ancak çok mutlu olmuştu bu pusulayı bulduğuna. Pusulanın mavi renkli tek bir ibresi vardı. Bozuk, diye düşündü. Pusulanın hemen altında bir küçük kutu daha vardı. O da sağlam ve parlaktı. Kutuyu açtığında küçük bir not gördü:
“Sana söylemiştim buraya alışman gerektiğini. Az önce bulduğun o pusula bozuk filan değil. Sadece kullanmasını bilmiyorsun. Kullanmayı öğrendiğinde bana teşekkür edeceksin.”
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder