13 Şubat 2024 Salı

ŞAKA ŞAKA

Kadir Çağan Aydın
Eymen Arda Aydemir



    Sonbahar artık geride kalmış, kış bütün şiddetiyle kendisini hissettirmeye başlamıştı. Sabahın ilk saatleriydi. Artık eğitim hayatı bitmişti onun için. Epeydir rahatsız olan babası evin işlerine bakamadığı için ve kardeşleri de küçük olduğundan şehre okumak için gitmek yerine köyünde kalıp hayvanlarla ve toprak işleriyle uğraşmak ona kalmıştı. Zaten çok parlak bir öğrenci de olamamıştı geride kalan yıllar içinde. Bir türlü matematik dersini anlayamıyordu. Fen bilgisi anlamsız geliyordu. Türkçe dersinden ise öğretmeni yazısını ve yazdıklarını beğenmiyordu. Israr etmek anlamsızdı köyünde yaşamaya karar vermişti zaten başka seçenek de yok gibiydi.
    Arkadaşlarının çoğu yatılı okumak için şehre gitmişti. Kendisiyle yaşıt kimse yoktu etrafında. O da tavuklarla, koyunlarla, kedisiyle ve kapıda bağlı duran köpeğiyle zaman geçiriyordu. Geleceğe dair bir planı yoktu. Çocuklara çoğunlukla sorulan “Ne olacaksın?” cümlesini duymayalı seneler olmuştu. Kimse ondan bir şey olmasını beklemiyordu demek ki. Zaten şimdilerde bu soruyu biri ona sorsa “Metin olacağım.” derdi.
    Metin, sabahları erken kalkar, hayvanların yemlerini verdikten sonra temizliklerini yapar ve günün geriye kalan zamanında eğer yaz mevsimi ise toprakla uğraşır, bahçeyi düzenler, tarlaya gider kış mevsimi ise genelde evin en eski odasına çekilir ve oradaki ne işe yaradığını bile bilmediği eski eşyaları incelerdi. Bu ev onlara dedesinin dedesinden kalmıştı. Ne zaman yapıldığına dair bir tarih bile yoktu. Duvarlara gömülü dolapların kenarları ahşap süslemeliydi ve tavanda da hayli güzel desenler vardı. Büyük dedelerinden birinin marangoz olduğunu duymuştu. Kendisinin ise böyle bir yeteneği bile yoktu.
Yine sıradan bir kış sabahı Metin bütün işlerini hallettikten sonra eski odanın kapısını araladı. Rutubet ve is kokuları kapıyı açar açmaz insanın yüzüne vuruyor, nefesini daraltıyordu. Belki kıyıda köşede fareler bile vardı bu odada ama Metin fareden korkmayacak kadar cesurdu. Kendisini oyalamak için aklına bir fikir geldi. Odayı temizleyecek, kullanılmayan eşyaları da yeniden değerlendirmeye çalışacaktı. Oda soğuk olmasına soğuktu ama Metin çalıştığı için bu soğuğu hissetmiyordu. Eşyaların tümünü önce bir kenara yığıp ardından zemini temizleyerek başlamak istedi. Zamanın nasıl geçtiğini bile anlamamıştı. Bir yandan terlemişti. Toz, kir, pas içindeki eşyaları bir kenara yığmıştı ki boş ve büyük bir ahşap sandık adeta kendisine kaş göz işareti yapar gibiydi. Sandığı açmaya çalıştı ama kilitliydi. Anahtar görmüştü eşyaların arasında ama hiç önem vermemişti. Demek ki sandığın anahtarıydı bu. Anahtarı bulmak çabasıyla özenle kenara yığdığı eşyaların hepsini dağıttı ve sonunda paslı anahtarı buldu. Nedense o sandıkta kendisini cezbeden, merakını körükleyen bir şey olduğunu düşünüyordu.  Heyecanla sandığı açtı, boştu. Sandığın en dibinde sarı ve tozlu bir kağıt vardı sadece. Bütün heyecanı sönmüştü. Üstelik oda eskisinden de beter olmuştu. Terini sildi. Boşu boşuna heyecanlanmıştı. Kızgınlıkla yerdeki kağıdı aldı, en azından soba tutuştururum, diye düşündü. Yorulmuştu, kapıyı kapadı ve kağıt elinde oturma odasına gitti. Babası yan taraftaki sedirde yatıyordu. Kardeşleri ise kendi aralarında oynuyorlardı. Yanında getirdiği kağıdı sobaya atmak üzereyken kardeşi seslendi:
    -Ağabeyciğim, o kağıdı neden sobaya atıyorsun? Üzerindeki yazıları görmedin mi? Metin:
    -Kağıt boş, dedi ancak sobanın açık kapağından vuran alevler, kağıdın üzerinde bazı kelimelerin belirmesini sağlamıştı. Dikkatlice bakınca yazıları gördü. Kağıdı düzgün biçimde ışığa tuttu ve okumaya çalıştı:
    “Ey bu kağıdı bulan
    Sonra okuma şansına ulaşan kişi… ” metnin sonrası okunmuyordu. Metin, biraz heyecanlanmıştı. Kağıtta şanstan bahsediyordu. Demek ki bu kağıdın kendisine sağlayacağı bazı imkanlar vardı. Yoksa bir kağıdı bulmak neden “şans” olsun ki?
    Telaşla tekrar eski odaya döndü. Sandığı açtı, baktı. Altına baktı, kenarlarına baktı, hiçbir şey görünmüyordu. Bu sırada kardeşleri de yanına geldi. Büyük kardeşi duvar kenarındaki bir çatlağı işaret ederek:
    -Ağabey, şuraya baksana, dedi. Metin oraya baktığında duvarın arasında katlanmış bir kağıt daha gördü. Kağıdı özenle çıkardılar ve yeniden sobanın yanına gelerek alevlere doğru tuttular. Bu kez yazının tümü okunuyordu:
    “Ey bu kağıdı da bulan
    Sonra okuma şansına ulaşan kişi, heyecanlandın değil mi? Hazine bulacağını mı düşünüyorsun? Kıymetli şeyler mi arıyorsun? Senin en büyük şansın benim torunlarımdan birisi olmak. Allah’a emanet ol benim şanslı torunum.”
    Yıllar öncesinde planlanan bu şakayla karşılaşmak Metin’i hayal kırıklığına uğratmıştı. Dedesine teessüf etti içinden, babasına baktı, kardeşlerine baktı, elindeki kağıda baktı ve ateşe attı kağıdı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder