kadir çağan aydın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kadir çağan aydın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Mayıs 2024 Salı

MİSAFİR

 Kadir Çağan Aydın
Hep iyimserim hayata karşı
Ve gülücükler yüzümden eksik değil
Fakat bazen düşünüyorum geçmişimi, geleceğimi
O zaman küçük bir endişe kıymığı saplanıyor zihnime
Ama ben devam ediyorum iyimserliğe

Etrafıma baktığımda insanlarda
Hep dert, üzüntü, tasa ve vahşet görüyorum
Ama umudumu yitirmiyorum
Etkileniyorum, üzülüyorum elbette görünce bu insanları
Fakat içimde ağır basıyor iyilik
Heyecanımı yitirmiyorum

Her sabah uyandığımda 
Şükürle başlıyorum güne
Mutluluk aşılıyorum kendime
Bu gökyüzü varken, bu ağaçlar, bu kuşlar, bulutlar varken
Nasıl zehir eder ki insan kendine dünyayı
Bunlar sevdiriyor bana hayatı

Üzünçler, tasalar misafirdir 
Gün gelir kurulur evimizin baş köşesine
Gün gelir yolcu edilir

19 Mart 2024 Salı

ÜÇ

Eymen Arda Aydemir

 Kadir Çağan Aydın 

Ahmet Kerem Şahin
    

 Buraya geleli henüz üç ay olmuştu fakat şimdiden alışmıştı buranın insanlarına, yaşamına. İlk defa yaşadığı şehirden uzaklaşmış, daha önceden hiç tanımadığı insanlarla yaşamaya başlamıştı. Bulunduğu yerden ayrılmanın, uzaklaşmanın zor olacağını, üzüntü vereceğini söylemişlerdi hep, oysa öyle olmamıştı. Yaşadığı yerden tam ayrılacakken biraz üzüntü duyar gibi olmuş fakat birkaç saat sonra içine bir huzur dolmuştu. Yol uzadıkça hafiflemişti ve sonunda buraya gelmişti.
Buraya ulaşmasının normalde daha uzun bir süre alması gerekiyordu fakat üç saatte ulaşmıştı buraya. İnanamamıştı bu kadar çabuk ulaştığına. Saatinin durmuş olacağını bile düşünmüştü. Bu şehri seveceğine olan inancı ta o zamanlar başlamıştı yani ulaştığı ilk gün. Peki, ama o kadar uzun yol nasıl üç saate inmişti? Bunu bir türlü anlayamamıştı. Eskiden olsa bunu saatlerce, günlerce düşünürdü fakat bu şehirde düşünmeye gerek yoktu böyle şeyleri.
    Üç çocuklu bir ailenin en büyük çocuğuydu. Evin bütün işleri onun üzerindeydi buraya gelmeden önce. Marketten ekmek almak bile onun işiydi. Faturaları ödemek onun işiydi. Annesine yardımcı olmak için çamaşır serdiği, ütü yaptığı da oluyordu. Ramazan aylarında iftar sofrasını hazırlamak onun işiydi.  Etli pide yaptırmak, kasaptan köfte almak, pazara gitmek, bahçedeki çiçekleri sulamak, kediye mama vermek, kışın kapının önündeki karları küremek, yazın ördeklerin yüzmesi için minik havuzu doldurmak onun işiydi. Kardeşlerinin yüzmesi için büyük havuzu doldurmak da onun göreviydi. Düşündükçe ne çok görevinin olduğu aklına geliyordu. Sadece bunlar değildi ki işi gücü: Dünyayı uzaylıların saldırılarına karşı kollayıp gözetmek, tarihin karanlıklarından günümüze gelmeye çalışan kahramanları yerinde tutmak ve daha da neler neler…
    Üç Mart’ta doğmuştu ve şimdiye kadar yalnızca üç kez doğum günün kutlamıştı. Belki bu şehirde doğum gününü de kutlayacak dostları, arkadaşları olurdu. Hatta kendisi hatırlatmaz doğum gününü, ona sürpriz hazırlarlardı. Hediye bile alırlardı belki. Hiç hediye almamıştı. Düşündü bunu da… Tam üzülecekti ki zaten kimseye hediye vermediğini de hatırladı. Öyleyse üzülmeyi gerektirecek bir durum değildi bu. Bunları düşünürken gözü saate takıldı. Saat gecenin üçüydü.

5 Mart 2024 Salı

TIRAŞ

 Elif Masal Zontul, Eymen Arda Aydemir, Kadir Çağan Aydın, Ezgi Budak

Her günkünden daha durgun olduğunu hissetti. Normalde böyle değildi, gülümserdi, espri yapardı, arkadaşlarıyla sohbet ederdi ama o gün bir şeyler vardı konuşmasını, gülmesini engelleyen. Neden böyleydi? Kötü bir haber almamıştı. Kötü bir olay da yaşamamıştı. Birdenbire, kendiliğinden dışına düşmüştü yaşamın ve seyircisi haline gelmişti yaşadıklarının. Biraz hava alsam iyi olacak, dedi kendi kendine. Belki de önceki günlerde kendini fazla kaptırmıştı hayatın akışına ve birden yorulmuştu. Zaten şair de öyle demiyor muydu: İnsan bir akşamüstü ansızın yorulur. Akşam değildi, yaşlı da değildi ama bir yerlerden okuduğu bu dize gelip içine oturmuştu.
Dışarıya çıktı ve kalabalıklar arasına karıştı. İstasyon Caddesi her zamanki gibi insan seliydi. Üstelik seçim propagandaları başlamıştı ve her yerde bayraklar asılıydı, müzikler çalıyordu.  Yüzlerine baktı insanların. Hepsini ilk kez görüyor gibiydi. Belki de gerçekten ilk kez görüyordu. Tanıdık bir yüz aradı kalabalıkta. İlkokul arkadaşı da olurdu ortaokul arkadaşı da. Bir akraba veya bir komşu… Tanıdık bir yüz aradı kalabalıkta. Yüzlerce insan geçiyordu yanından ama hiçbirinin yüzü tanıdık değildi. Madem herkes yabancıydı tanıdık birilerini kendisi bulabilir, yanına gidebilirdi. Yıllardır tıraş olduğu berber geldi aklına. Zaten saçları da uzamıştı epey. Berber onu kendine getirirdi. Zaten sohbeti iyi biriydi. Mutlaka tıraş boyunca konuşacak ve konuşturacak bir konu bulurdu. Berberin bulunduğu sokağa saptı, biraz sonra dükkanın önündeydi. Tam içeriye girmek üzereydi ki burasının artık kasap olduğunu fark etti. Nasıl oluyordu bu? Çocukluğundan beri bu yolu adım adım biliyordu. Biraz geriye çekildi, sağa sola baktı. Burası berberdi. Yıllardır berberdi. Bir anda değişemezdi. Kötü bir rüya mıydı yaşadıkları? Cesaretini ve kafa karışıklığını toparlayıp dükkana girdi. Şükür ki berber içerdeydi ancak kasap önlüğü takmış işiyle meşguldü. Selam verdi ancak arkadaşı başını bile kaldırmadan selamını aldı ve devam etti:
-Buyurun efendim, size nasıl yardımcı olabilirim?
Bu beklemediği soğuk cevaptan dolayı da biraz canı sıkıldı.
-Demek artık iş değiştirdin. Ne zaman oldu bu değişiklik? Ben şimdi nerede tıraş olacağım?
Kasap, bu cümlelerden sonra başını kaldırdı ve:
-Ben yirmi yıldır burada kasap işletiyorum. Galiba biriyle karıştırdınız. Buyurun, size nasıl yardımcı olabilirim?
Bağırmamak için kendini zor tuttu ve dükkândan dışarıya çıktı. Dükkânın ilerisine yürüdü, döndü. Birilerini durdurup sormak istedi. Burası berber değil miydi, diyecekti yoldan geçen ilk kişiye ancak alacağı cevaptan korktu. Zaten saçları da çok uzamamıştı. Bir vitrinin önünde durdu, saçlarını taradı. Evet, daha birkaç hafta idare ederdi bu saçlarla.
İçini kemiren bir şeyler vardı. Normalde böyle değildi, gülümserdi, espri yapardı, arkadaşlarıyla sohbet ederdi ama o gün bir şeyler vardı konuşmasını, gülmesini engelleyen. Neden böyleydi? Eve gidip yemek yaparsa belki her şey normale dönerdi. Yemek yapmayı ve yemeyi çok severdi. Yemek yaparken bütün dünyayı unuturdu. Yemek hazırlamak güzel bir fikir, diye aklından geçirdi. Kasaptan malzeme alıp eve dönmeye karar verdi. Kasapla bu kez hiç muhatap olmayacaktı, selam bile vermeyecekti. İstediği malzemeyi alıp konuşmadan çıkacaktı. Kasabın önüne geldi, içeriye adım atar atmaz berber arkadaşı neşeli bir şekilde karşıladı:
-Nerelerdesin sen yahu? Haftalardır uğramıyorsun. Saçların da hayli uzamış. Otur, bir çay iç seni tıraş edeyim.
Başı döndü, oturmak zorundaydı. Önüne konulan çaya uzandı, arkadaşının yüzüne baktı. Bardak elinde dışarıya çıktı ve dükkanın tabelasına baktı. Bu esnada ilkokul arkadaşı yanına geldi ve hal hatır sordu. Tekrar içeri girdi ve tıraş sandalyesine oturdu. Aynada kendisini gördü. Dışarıya çıkmak iyi gelmişti.




13 Şubat 2024 Salı

BEN

Kadir Çağan Aydın

Akşamın dipsiz karanlığında

Kaybolan beyaz bir kağıt

Ya da

Sonbaharın son gününde

Çiçeğe durmuş bir ağaç

Gibiyim

UNUTMAK

Kadir Çağan Aydın, Eymen Arda Aydemir

Unutmak iyi bir şey aslında

Acılar mesela unutulmalı

Korkular da unutulmalı

Bize yapılan kötülükler bile unutulmalı

 

Unutmak iyi bir şey aslında

Ama unutulmaması gerekenler de var

Tecrübeleri unutmamalıyız

Hataları unutmamalıyız

Unutsak da kimi zaman ödevimizi

Varmak istediğimiz yeri

Unutmamalıyız

ŞAKA ŞAKA

Kadir Çağan Aydın
Eymen Arda Aydemir



    Sonbahar artık geride kalmış, kış bütün şiddetiyle kendisini hissettirmeye başlamıştı. Sabahın ilk saatleriydi. Artık eğitim hayatı bitmişti onun için. Epeydir rahatsız olan babası evin işlerine bakamadığı için ve kardeşleri de küçük olduğundan şehre okumak için gitmek yerine köyünde kalıp hayvanlarla ve toprak işleriyle uğraşmak ona kalmıştı. Zaten çok parlak bir öğrenci de olamamıştı geride kalan yıllar içinde. Bir türlü matematik dersini anlayamıyordu. Fen bilgisi anlamsız geliyordu. Türkçe dersinden ise öğretmeni yazısını ve yazdıklarını beğenmiyordu. Israr etmek anlamsızdı köyünde yaşamaya karar vermişti zaten başka seçenek de yok gibiydi.
    Arkadaşlarının çoğu yatılı okumak için şehre gitmişti. Kendisiyle yaşıt kimse yoktu etrafında. O da tavuklarla, koyunlarla, kedisiyle ve kapıda bağlı duran köpeğiyle zaman geçiriyordu. Geleceğe dair bir planı yoktu. Çocuklara çoğunlukla sorulan “Ne olacaksın?” cümlesini duymayalı seneler olmuştu. Kimse ondan bir şey olmasını beklemiyordu demek ki. Zaten şimdilerde bu soruyu biri ona sorsa “Metin olacağım.” derdi.
    Metin, sabahları erken kalkar, hayvanların yemlerini verdikten sonra temizliklerini yapar ve günün geriye kalan zamanında eğer yaz mevsimi ise toprakla uğraşır, bahçeyi düzenler, tarlaya gider kış mevsimi ise genelde evin en eski odasına çekilir ve oradaki ne işe yaradığını bile bilmediği eski eşyaları incelerdi. Bu ev onlara dedesinin dedesinden kalmıştı. Ne zaman yapıldığına dair bir tarih bile yoktu. Duvarlara gömülü dolapların kenarları ahşap süslemeliydi ve tavanda da hayli güzel desenler vardı. Büyük dedelerinden birinin marangoz olduğunu duymuştu. Kendisinin ise böyle bir yeteneği bile yoktu.
Yine sıradan bir kış sabahı Metin bütün işlerini hallettikten sonra eski odanın kapısını araladı. Rutubet ve is kokuları kapıyı açar açmaz insanın yüzüne vuruyor, nefesini daraltıyordu. Belki kıyıda köşede fareler bile vardı bu odada ama Metin fareden korkmayacak kadar cesurdu. Kendisini oyalamak için aklına bir fikir geldi. Odayı temizleyecek, kullanılmayan eşyaları da yeniden değerlendirmeye çalışacaktı. Oda soğuk olmasına soğuktu ama Metin çalıştığı için bu soğuğu hissetmiyordu. Eşyaların tümünü önce bir kenara yığıp ardından zemini temizleyerek başlamak istedi. Zamanın nasıl geçtiğini bile anlamamıştı. Bir yandan terlemişti. Toz, kir, pas içindeki eşyaları bir kenara yığmıştı ki boş ve büyük bir ahşap sandık adeta kendisine kaş göz işareti yapar gibiydi. Sandığı açmaya çalıştı ama kilitliydi. Anahtar görmüştü eşyaların arasında ama hiç önem vermemişti. Demek ki sandığın anahtarıydı bu. Anahtarı bulmak çabasıyla özenle kenara yığdığı eşyaların hepsini dağıttı ve sonunda paslı anahtarı buldu. Nedense o sandıkta kendisini cezbeden, merakını körükleyen bir şey olduğunu düşünüyordu.  Heyecanla sandığı açtı, boştu. Sandığın en dibinde sarı ve tozlu bir kağıt vardı sadece. Bütün heyecanı sönmüştü. Üstelik oda eskisinden de beter olmuştu. Terini sildi. Boşu boşuna heyecanlanmıştı. Kızgınlıkla yerdeki kağıdı aldı, en azından soba tutuştururum, diye düşündü. Yorulmuştu, kapıyı kapadı ve kağıt elinde oturma odasına gitti. Babası yan taraftaki sedirde yatıyordu. Kardeşleri ise kendi aralarında oynuyorlardı. Yanında getirdiği kağıdı sobaya atmak üzereyken kardeşi seslendi:
    -Ağabeyciğim, o kağıdı neden sobaya atıyorsun? Üzerindeki yazıları görmedin mi? Metin:
    -Kağıt boş, dedi ancak sobanın açık kapağından vuran alevler, kağıdın üzerinde bazı kelimelerin belirmesini sağlamıştı. Dikkatlice bakınca yazıları gördü. Kağıdı düzgün biçimde ışığa tuttu ve okumaya çalıştı:
    “Ey bu kağıdı bulan
    Sonra okuma şansına ulaşan kişi… ” metnin sonrası okunmuyordu. Metin, biraz heyecanlanmıştı. Kağıtta şanstan bahsediyordu. Demek ki bu kağıdın kendisine sağlayacağı bazı imkanlar vardı. Yoksa bir kağıdı bulmak neden “şans” olsun ki?
    Telaşla tekrar eski odaya döndü. Sandığı açtı, baktı. Altına baktı, kenarlarına baktı, hiçbir şey görünmüyordu. Bu sırada kardeşleri de yanına geldi. Büyük kardeşi duvar kenarındaki bir çatlağı işaret ederek:
    -Ağabey, şuraya baksana, dedi. Metin oraya baktığında duvarın arasında katlanmış bir kağıt daha gördü. Kağıdı özenle çıkardılar ve yeniden sobanın yanına gelerek alevlere doğru tuttular. Bu kez yazının tümü okunuyordu:
    “Ey bu kağıdı da bulan
    Sonra okuma şansına ulaşan kişi, heyecanlandın değil mi? Hazine bulacağını mı düşünüyorsun? Kıymetli şeyler mi arıyorsun? Senin en büyük şansın benim torunlarımdan birisi olmak. Allah’a emanet ol benim şanslı torunum.”
    Yıllar öncesinde planlanan bu şakayla karşılaşmak Metin’i hayal kırıklığına uğratmıştı. Dedesine teessüf etti içinden, babasına baktı, kardeşlerine baktı, elindeki kağıda baktı ve ateşe attı kağıdı.