21 Mayıs 2024 Salı
MİSAFİR
19 Mart 2024 Salı
ÜÇ
Eymen Arda Aydemir
Kadir Çağan Aydın
Ahmet Kerem Şahin
Buraya geleli henüz üç ay olmuştu fakat şimdiden alışmıştı buranın insanlarına, yaşamına. İlk defa yaşadığı şehirden uzaklaşmış, daha önceden hiç tanımadığı insanlarla yaşamaya başlamıştı. Bulunduğu yerden ayrılmanın, uzaklaşmanın zor olacağını, üzüntü vereceğini söylemişlerdi hep, oysa öyle olmamıştı. Yaşadığı yerden tam ayrılacakken biraz üzüntü duyar gibi olmuş fakat birkaç saat sonra içine bir huzur dolmuştu. Yol uzadıkça hafiflemişti ve sonunda buraya gelmişti.
Buraya ulaşmasının normalde daha uzun bir süre alması gerekiyordu fakat üç saatte ulaşmıştı buraya. İnanamamıştı bu kadar çabuk ulaştığına. Saatinin durmuş olacağını bile düşünmüştü. Bu şehri seveceğine olan inancı ta o zamanlar başlamıştı yani ulaştığı ilk gün. Peki, ama o kadar uzun yol nasıl üç saate inmişti? Bunu bir türlü anlayamamıştı. Eskiden olsa bunu saatlerce, günlerce düşünürdü fakat bu şehirde düşünmeye gerek yoktu böyle şeyleri.
Üç çocuklu bir ailenin en büyük çocuğuydu. Evin bütün işleri onun üzerindeydi buraya gelmeden önce. Marketten ekmek almak bile onun işiydi. Faturaları ödemek onun işiydi. Annesine yardımcı olmak için çamaşır serdiği, ütü yaptığı da oluyordu. Ramazan aylarında iftar sofrasını hazırlamak onun işiydi. Etli pide yaptırmak, kasaptan köfte almak, pazara gitmek, bahçedeki çiçekleri sulamak, kediye mama vermek, kışın kapının önündeki karları küremek, yazın ördeklerin yüzmesi için minik havuzu doldurmak onun işiydi. Kardeşlerinin yüzmesi için büyük havuzu doldurmak da onun göreviydi. Düşündükçe ne çok görevinin olduğu aklına geliyordu. Sadece bunlar değildi ki işi gücü: Dünyayı uzaylıların saldırılarına karşı kollayıp gözetmek, tarihin karanlıklarından günümüze gelmeye çalışan kahramanları yerinde tutmak ve daha da neler neler…
Üç Mart’ta doğmuştu ve şimdiye kadar yalnızca üç kez doğum günün kutlamıştı. Belki bu şehirde doğum gününü de kutlayacak dostları, arkadaşları olurdu. Hatta kendisi hatırlatmaz doğum gününü, ona sürpriz hazırlarlardı. Hediye bile alırlardı belki. Hiç hediye almamıştı. Düşündü bunu da… Tam üzülecekti ki zaten kimseye hediye vermediğini de hatırladı. Öyleyse üzülmeyi gerektirecek bir durum değildi bu. Bunları düşünürken gözü saate takıldı. Saat gecenin üçüydü.
5 Mart 2024 Salı
TIRAŞ
Elif Masal Zontul, Eymen Arda Aydemir, Kadir Çağan Aydın, Ezgi Budak
Her günkünden daha durgun olduğunu hissetti. Normalde böyle değildi, gülümserdi, espri yapardı, arkadaşlarıyla sohbet ederdi ama o gün bir şeyler vardı konuşmasını, gülmesini engelleyen. Neden böyleydi? Kötü bir haber almamıştı. Kötü bir olay da yaşamamıştı. Birdenbire, kendiliğinden dışına düşmüştü yaşamın ve seyircisi haline gelmişti yaşadıklarının. Biraz hava alsam iyi olacak, dedi kendi kendine. Belki de önceki günlerde kendini fazla kaptırmıştı hayatın akışına ve birden yorulmuştu. Zaten şair de öyle demiyor muydu: İnsan bir akşamüstü ansızın yorulur. Akşam değildi, yaşlı da değildi ama bir yerlerden okuduğu bu dize gelip içine oturmuştu.
Dışarıya çıktı ve kalabalıklar arasına karıştı. İstasyon Caddesi her zamanki gibi insan seliydi. Üstelik seçim propagandaları başlamıştı ve her yerde bayraklar asılıydı, müzikler çalıyordu. Yüzlerine baktı insanların. Hepsini ilk kez görüyor gibiydi. Belki de gerçekten ilk kez görüyordu. Tanıdık bir yüz aradı kalabalıkta. İlkokul arkadaşı da olurdu ortaokul arkadaşı da. Bir akraba veya bir komşu… Tanıdık bir yüz aradı kalabalıkta. Yüzlerce insan geçiyordu yanından ama hiçbirinin yüzü tanıdık değildi. Madem herkes yabancıydı tanıdık birilerini kendisi bulabilir, yanına gidebilirdi. Yıllardır tıraş olduğu berber geldi aklına. Zaten saçları da uzamıştı epey. Berber onu kendine getirirdi. Zaten sohbeti iyi biriydi. Mutlaka tıraş boyunca konuşacak ve konuşturacak bir konu bulurdu. Berberin bulunduğu sokağa saptı, biraz sonra dükkanın önündeydi. Tam içeriye girmek üzereydi ki burasının artık kasap olduğunu fark etti. Nasıl oluyordu bu? Çocukluğundan beri bu yolu adım adım biliyordu. Biraz geriye çekildi, sağa sola baktı. Burası berberdi. Yıllardır berberdi. Bir anda değişemezdi. Kötü bir rüya mıydı yaşadıkları? Cesaretini ve kafa karışıklığını toparlayıp dükkana girdi. Şükür ki berber içerdeydi ancak kasap önlüğü takmış işiyle meşguldü. Selam verdi ancak arkadaşı başını bile kaldırmadan selamını aldı ve devam etti:
-Buyurun efendim, size nasıl yardımcı olabilirim?
Bu beklemediği soğuk cevaptan dolayı da biraz canı sıkıldı.
-Demek artık iş değiştirdin. Ne zaman oldu bu değişiklik? Ben şimdi nerede tıraş olacağım?
Kasap, bu cümlelerden sonra başını kaldırdı ve:
-Ben yirmi yıldır burada kasap işletiyorum. Galiba biriyle karıştırdınız. Buyurun, size nasıl yardımcı olabilirim?
Bağırmamak için kendini zor tuttu ve dükkândan dışarıya çıktı. Dükkânın ilerisine yürüdü, döndü. Birilerini durdurup sormak istedi. Burası berber değil miydi, diyecekti yoldan geçen ilk kişiye ancak alacağı cevaptan korktu. Zaten saçları da çok uzamamıştı. Bir vitrinin önünde durdu, saçlarını taradı. Evet, daha birkaç hafta idare ederdi bu saçlarla.
İçini kemiren bir şeyler vardı. Normalde böyle değildi, gülümserdi, espri yapardı, arkadaşlarıyla sohbet ederdi ama o gün bir şeyler vardı konuşmasını, gülmesini engelleyen. Neden böyleydi? Eve gidip yemek yaparsa belki her şey normale dönerdi. Yemek yapmayı ve yemeyi çok severdi. Yemek yaparken bütün dünyayı unuturdu. Yemek hazırlamak güzel bir fikir, diye aklından geçirdi. Kasaptan malzeme alıp eve dönmeye karar verdi. Kasapla bu kez hiç muhatap olmayacaktı, selam bile vermeyecekti. İstediği malzemeyi alıp konuşmadan çıkacaktı. Kasabın önüne geldi, içeriye adım atar atmaz berber arkadaşı neşeli bir şekilde karşıladı:
-Nerelerdesin sen yahu? Haftalardır uğramıyorsun. Saçların da hayli uzamış. Otur, bir çay iç seni tıraş edeyim.
Başı döndü, oturmak zorundaydı. Önüne konulan çaya uzandı, arkadaşının yüzüne baktı. Bardak elinde dışarıya çıktı ve dükkanın tabelasına baktı. Bu esnada ilkokul arkadaşı yanına geldi ve hal hatır sordu. Tekrar içeri girdi ve tıraş sandalyesine oturdu. Aynada kendisini gördü. Dışarıya çıkmak iyi gelmişti.
13 Şubat 2024 Salı
BEN
Kadir Çağan Aydın
Akşamın dipsiz karanlığında
Kaybolan beyaz bir kağıt
Ya da
Sonbaharın son gününde
Çiçeğe durmuş bir ağaç
Gibiyim
UNUTMAK
Kadir Çağan Aydın, Eymen Arda Aydemir
Unutmak iyi bir şey aslında
Acılar mesela unutulmalı
Korkular da unutulmalı
Bize yapılan kötülükler bile unutulmalı
Unutmak iyi bir şey aslında
Ama unutulmaması gerekenler de var
Tecrübeleri unutmamalıyız
Hataları unutmamalıyız
Unutsak da kimi zaman ödevimizi
Varmak istediğimiz yeri
Unutmamalıyız
ŞAKA ŞAKA
Kadir Çağan Aydın
Eymen Arda Aydemir
Sonbahar
artık geride kalmış, kış bütün şiddetiyle kendisini hissettirmeye
başlamıştı. Sabahın ilk saatleriydi. Artık eğitim hayatı bitmişti onun
için. Epeydir rahatsız olan babası evin işlerine bakamadığı için ve
kardeşleri de küçük olduğundan şehre okumak için gitmek yerine köyünde
kalıp hayvanlarla ve toprak işleriyle uğraşmak ona kalmıştı. Zaten çok
parlak bir öğrenci de olamamıştı geride kalan yıllar içinde. Bir türlü
matematik dersini anlayamıyordu. Fen bilgisi anlamsız geliyordu. Türkçe
dersinden ise öğretmeni yazısını ve yazdıklarını beğenmiyordu. Israr
etmek anlamsızdı köyünde yaşamaya karar vermişti zaten başka seçenek de
yok gibiydi.
Arkadaşlarının
çoğu yatılı okumak için şehre gitmişti. Kendisiyle yaşıt kimse yoktu
etrafında. O da tavuklarla, koyunlarla, kedisiyle ve kapıda bağlı duran
köpeğiyle zaman geçiriyordu. Geleceğe dair bir planı yoktu. Çocuklara
çoğunlukla sorulan “Ne olacaksın?” cümlesini duymayalı seneler olmuştu.
Kimse ondan bir şey olmasını beklemiyordu demek ki. Zaten şimdilerde bu
soruyu biri ona sorsa “Metin olacağım.” derdi.
Metin,
sabahları erken kalkar, hayvanların yemlerini verdikten sonra
temizliklerini yapar ve günün geriye kalan zamanında eğer yaz mevsimi
ise toprakla uğraşır, bahçeyi düzenler, tarlaya gider kış mevsimi ise
genelde evin en eski odasına çekilir ve oradaki ne işe yaradığını bile
bilmediği eski eşyaları incelerdi. Bu ev onlara dedesinin dedesinden
kalmıştı. Ne zaman yapıldığına dair bir tarih bile yoktu. Duvarlara
gömülü dolapların kenarları ahşap süslemeliydi ve tavanda da hayli güzel
desenler vardı. Büyük dedelerinden birinin marangoz olduğunu duymuştu.
Kendisinin ise böyle bir yeteneği bile yoktu.
Yine sıradan bir kış
sabahı Metin bütün işlerini hallettikten sonra eski odanın kapısını
araladı. Rutubet ve is kokuları kapıyı açar açmaz insanın yüzüne
vuruyor, nefesini daraltıyordu. Belki kıyıda köşede fareler bile vardı
bu odada ama Metin fareden korkmayacak kadar cesurdu. Kendisini oyalamak
için aklına bir fikir geldi. Odayı temizleyecek, kullanılmayan eşyaları
da yeniden değerlendirmeye çalışacaktı. Oda soğuk olmasına soğuktu ama
Metin çalıştığı için bu soğuğu hissetmiyordu. Eşyaların tümünü önce bir
kenara yığıp ardından zemini temizleyerek başlamak istedi. Zamanın nasıl
geçtiğini bile anlamamıştı. Bir yandan terlemişti. Toz, kir, pas
içindeki eşyaları bir kenara yığmıştı ki boş ve büyük bir ahşap sandık
adeta kendisine kaş göz işareti yapar gibiydi. Sandığı açmaya çalıştı
ama kilitliydi. Anahtar görmüştü eşyaların arasında ama hiç önem
vermemişti. Demek ki sandığın anahtarıydı bu. Anahtarı bulmak çabasıyla
özenle kenara yığdığı eşyaların hepsini dağıttı ve sonunda paslı
anahtarı buldu. Nedense o sandıkta kendisini cezbeden, merakını
körükleyen bir şey olduğunu düşünüyordu. Heyecanla sandığı açtı, boştu.
Sandığın en dibinde sarı ve tozlu bir kağıt vardı sadece. Bütün
heyecanı sönmüştü. Üstelik oda eskisinden de beter olmuştu. Terini
sildi. Boşu boşuna heyecanlanmıştı. Kızgınlıkla yerdeki kağıdı aldı, en
azından soba tutuştururum, diye düşündü. Yorulmuştu, kapıyı kapadı ve
kağıt elinde oturma odasına gitti. Babası yan taraftaki sedirde
yatıyordu. Kardeşleri ise kendi aralarında oynuyorlardı. Yanında
getirdiği kağıdı sobaya atmak üzereyken kardeşi seslendi:
-Ağabeyciğim, o kağıdı neden sobaya atıyorsun? Üzerindeki yazıları görmedin mi? Metin:
-Kağıt
boş, dedi ancak sobanın açık kapağından vuran alevler, kağıdın üzerinde
bazı kelimelerin belirmesini sağlamıştı. Dikkatlice bakınca yazıları
gördü. Kağıdı düzgün biçimde ışığa tuttu ve okumaya çalıştı:
“Ey bu kağıdı bulan
Sonra
okuma şansına ulaşan kişi… ” metnin sonrası okunmuyordu. Metin, biraz
heyecanlanmıştı. Kağıtta şanstan bahsediyordu. Demek ki bu kağıdın
kendisine sağlayacağı bazı imkanlar vardı. Yoksa bir kağıdı bulmak neden
“şans” olsun ki?
Telaşla
tekrar eski odaya döndü. Sandığı açtı, baktı. Altına baktı, kenarlarına
baktı, hiçbir şey görünmüyordu. Bu sırada kardeşleri de yanına geldi.
Büyük kardeşi duvar kenarındaki bir çatlağı işaret ederek:
-Ağabey,
şuraya baksana, dedi. Metin oraya baktığında duvarın arasında katlanmış
bir kağıt daha gördü. Kağıdı özenle çıkardılar ve yeniden sobanın
yanına gelerek alevlere doğru tuttular. Bu kez yazının tümü okunuyordu:
“Ey bu kağıdı da bulan
Sonra
okuma şansına ulaşan kişi, heyecanlandın değil mi? Hazine bulacağını mı
düşünüyorsun? Kıymetli şeyler mi arıyorsun? Senin en büyük şansın benim
torunlarımdan birisi olmak. Allah’a emanet ol benim şanslı torunum.”
Yıllar
öncesinde planlanan bu şakayla karşılaşmak Metin’i hayal kırıklığına
uğratmıştı. Dedesine teessüf etti içinden, babasına baktı, kardeşlerine
baktı, elindeki kağıda baktı ve ateşe attı kağıdı.