Emir Aras İmirhan, Emir Subaşı, Yusuf Çağrı Ekici
Yağmurlu bir sonbahar günüydü ve sabahın ilk saatleriydi. Aslında vaktin ne olduğunu saate bakmadan kestirmek mümkün değildi. Saate bakmayı oldum olası sevmezdi. Saatlerden nefret ederdi. En sevdiği şey gün boyunca yorganının altında düşünmek, uyumak, uyanmak ve yine uyumaktı. Şimdiye kadar bir sorun yaşamamıştı birkaç sınav dışında ama ilk kez okula gitme vaktinde uyanamamıştı. Uyandığında ise çoktan servisi gitmişti.
Düşündü, kendisinde suç aradı ama bulamadı çünkü aylardır geç yatıyor ve geç kalkıyordu. Bu yeni düzene alışmak için saatlerle arasını biraz düzeltmek zorunda kalacaktı. Bu düşüncelerle otobüse doğru ilerledi ve zaten ağzına kadar dolmuş olan araca güç bela kendisini attı.
Yarım saat kadar sürerdi okulu ancak hiç gitmemekten iyidir, diye düşündü. İlkokulu yeni bitirmişti ve yeni bir okula kaydolmuştu. Bu okulu ve öğretmenlerini, öğrencilerini herkes övüyordu. Öğretmenleriyle tanışmak için can atıyordu ama ilkokul arkadaşlarının yerini birileri tutabilecek miydi? Tutamazdı. O arkadaşları ile kardeş gibiydi. Her şeyi paylaşırdı. Hatta aileleri bile arkadaşlarının aileleriyle dost olmuştu.
Yağmur başladı ve otobüs de o esnada hareket etti. Herkes yollardaydı. Acaba ilk dersleri neydi? Yoklama alınırken öğretmen neler düşünmüştü kendisinin hakkında. Diğer öğrenciler mutlaka okulun ilk günü gelmeyen bir öğrenci için kötü şeyler düşünmüştü. Kim nereden bilecekti ki yaşadıklarını. Belki de okulun ilk günü olduğu için ilk saatler ders yapılmamıştır, diye kendi kendine bir umut aramaya çalıştı. Okulun ilk günü öyle olmaz mı? İstiklal Marşı ve ardından müdürün saatler süren ancak kimsenin dinlemediği konuşması, öğrencilerin kendinden geçerek okudukları anlamsız ve uzun şiirler… Bunları düşündükçe telaşı azaldı. Burası da bir okuldu ve bu aklından geçenler mutlaka burada da yaşanıyordur şu anda, dedi.
Saate bakmak istedi ama otobüste görünen bir yerde saat yoktu. Otobüse bindiğinden beri yanında uflayan puflayan ve arada bir telefonuna bakan genç adam yine telefonuna bakıyordu. Biraz da endişeli bir biçimde sordu:
-Af edersiniz, saat kaç oldu acaba?
Genç adam, çocuğun yüzüne bile bakmadan 9.30 evlat, dedi. Onun bu “evlat” hitabı çok tanıdık gelmişti. Bu kadar genç birisi “evlat” demezdi. Yoksa?.. Öğretmen miydi? Biraz vakit geçtikten sonra genç adam yine telefona baktı ve çocuk bunun farkına vardı:
-Af edersiniz saat şimdi kaç?
Genç adam bu kez çocuğun yüzüne baktı, tanıyor gibiydi bu yüzü.
-9.35 evlat. Sen hangi okula gidiyorsun? Sanırım geç kaldık. Çocuk birden gerginliğini üzerinden attı. Kendisi gibi geç kalmış biri daha vardı ve ihtimal öğretmendi. Genç adama bakarak:
-Gazi Emir Yusuf Aras Ortaokulu.
-Hangi sınıftasın sen? Adın neydi, ben dersinize girdim mi daha önce? Çocuk geç kaldığını artık unuttu çünkü bir tatlı sohbet başlamıştı.
-Adım Emir Çağrı Subaşı. Bu sene okula yeni başladım ve 5/C sınıfındayım ama ilk derse yetişemedim gördüğünüz gibi, dedi.
-Ne kadar şanslısın Emir, benim de ilk dersim 5/C’ye… Artık sınıfa birlikte gireriz, dedi.
Artık okula yaklaşmışlardı. Otobüsten ineceklerdi ki bir ses duydu Emir. Birinin telefonu çalıyor gibiydi ve telefonu çalan kişi telefonuna bakmıyordu. Yürümeye başladılar ama ses halen devam ediyordu. Emir o esnada uyandı. Yaşadıklarının bir rüya olduğu belliydi ve okula geç kalmamıştı. Hızlıca giyindi, dışarıya çıktı. Servis birkaç dakika içinde geldi ve Emir’i aldı. Halen rüyanın etkisindeydi. Okula yetişemeyeceğini düşünüyordu. Nihayet okul göründü ve okulun bahçesine doğru ilerledi. Artık rüyasını unutmuştu ki bayrak direğinin yanında duran öğretmeni görünce irkildi. Bu, az önce rüyasında gördüğü öğretmendi. Yoksa yine rüyada mıydı? Artık ikinci rüyaya katlanamazdı. Usulca ilerledi. Tam öğretmenin yanından geçiyordu ki bir ses duydu:
-Hoş geldin Emir, tam zamanında geldin okula. Bakıyorum artık geç kalmıyorsun. Emir oracıkta donup kalmıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder