25 Nisan 2024 Perşembe

KAÇAK

 Halil Yiğit Şenol

Öğlenin kavurucu sıcağı yerini hafif bir serinliğe bırakmaya hazırlanıyordu. Gün batmak üzereydi. Yuvalarına dönme telaşındaki kuşların seslerine böcekler eşlik ediyordu. Rüzgâr esmiyordu. Gökyüzünde ara ara bulutlar kümeleniyor sonra yeniden dağılıyordu. Dağların ardından aceleci bir ay yüzünü göstermişti bile. 

Şehrin huzursuzluk veren gürültüsünden sonra bu manzara ona ilaç gibi gelmişti. Gün boyu temiz havayı teneffüs etmiş; ağaçlara, dağlara, bulutlara bakmıştı uzun uzun. Biraz yürümüştü de. Öğlen yaktığı ateş hâlen sönmemişti. Eline bir çubuk aldı ve ateşin közünü karıştırmaya başladı. Daha önce hiç burada gecelememişti. Bu kez de normalde gecelemeyi düşünmüyordu fakat şehre dönmek de içinden gelmiyordu. Bir süre neyi düşündüğünü hatırlamadan ateşle oynadı. Sonra ani bir karar vererek ateşi beslemek üzere yerinden kalktı. Yakınlarda bol miktarda kuru ağaç dalı ve çalı vardı. Bunlardan toplayacak, ateşi besleyecek ve geceyi burada geçirecekti. Fazla yorulmadan ateşin sabaha kadar yanmasını sağlayacak ağaç parçalarıyla geri döndü. Bu sırada güneş tamamen batmış hava da kararmaya başlamıştı. Böceklerin telaşı devam etse de kuşlar, artık sessizdi. Tabiatın tam ortasında, gittikçe kararan bir ormanda yalnızca onun yaktığı ateş parlıyordu. Ateşin alevleri dalgalandıkça etrafta zaman zaman ağaçların gölgeleri hareket ediyor gibiydi. Korkan biri değildi fakat öfkesini kontrolde zaman zaman yetersiz kalabiliyordu. İlk kez bir ürperti hissetti bulunduğu yerde. Ormanın karanlıklarından bazen çığlığa benzeyen hayvan sesleri, homurtular geliyordu kulağına. Sessizliğin içinde bu sesler yankılanıyor, içinde ürpertiler oluşturuyordu. Geceyi burada geçirmek, belki de iyi bir fikir değildi ama artık dönüş de imkansızdı. Sabahı beklemek zorundaydı. 

Vakit ilerledikçe artık korktuğunu kabul etmeye başladı. Her ses ve çıtırtı onu yerinden kaldırmaya, etrafı kolaçan etmeye yetiyordu. Böyle durumlarda ateşi biraz daha büyütüyordu. Gökyüzüne baktı, gökyüzü de ürperticiydi. Bulutlar çoğalmış, yıldızlar görünmüyordu. Umarım yağmur yağmaz, diye geçirdi içinden. Uyumak ve uyandığında aydınlığı görmek istiyordu. Uyumaya çalıştı ateşin yanında. Uyku tutmuyordu. Üstelik uzandığı yerde ateşten kaçan böcekler de görmüştü. Belki de zehirli böcekler. Burada olduğunu kimseye haber de vermemişti. Kendine ulaşamayanlar, evinde bulamayanlar belki telaşa kapılır aramaya çıkardı fakat burası onun kafa dinleme yeriydi ve kimseye söylememişti burada geçirdiği vakitleri. Uyumalıydı. Her şeyi zihninden atıp uyumalıydı. Biraz olsun kafa dinlemek için geldiği bu yerde kafası daha da yorulmuş bir biçimde dönecekti şehre. Burada gecelemek iyi bir fikir değildi. Düşünceler, pişmanlıklar peş peşe karanlıkta zihnine üşüşüyordu. Tam o sırada ağaçların arasından bir çift ışık gördü. Kendine doğru yaklaşıyordu. Yanan bir odun parçasını alarak o tarafa doğru tuttu. Bir çift ışık değil bir çift gözdü bu karanlıkta parlayan. İnsan gözü olmadığı belliydi. Kalbinin sesini duyuyordu. Hiç bu kadar korktuğunu hatırlamıyordu. Gelen, nasıl bir canlıydı halen bir fikri yoktu. Ateşi iyice büyüttü ve ateşin ardında beklemeye başladı. Ağaçların arasındaki canlı da nihayet iyice yaklaşmıştı. Ne yapacağını bilmeden öylece beklemeye başladı. 

Ne kadar zaman geçmişti gördüğü bir çift gözden sonra, neler yaşamıştı, bilmiyordu. Uyandığında hava aydınlanmış, ateş ise geçmek üzereydi. Ateşin uzağında kalan ayakları kaskatı kesilmişti. Usulca doğrulmak istedi fakat hemen yanı başındaki ağırlık ve sıcaklık buna hafif mâni oldu. Kocaman bir ev kedisi yanı başından halen mışıl mışıl uyuyordu. Onun doğrulduğunu görünce kedi de uyandı ve uykulu gözlerle baktı. Boynundaki tasmadan bunun bir ev kedisi olduğu ve hayli korktuğu belliydi. Elini kediye uzattığında kedi uysal bir şekilde başını ona doğru uzattı. Evinden kaçmış bir kediydi bu. Şehre dönüş yolunda arkadaşsız kalmadığı için mutluydu. Kedinin adını Kaçak, koydu. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder