12 Aralık 2024 Perşembe

ŞAŞIRMAYAN MEBRURE

HÜLYA DOĞANCIK
RUKİYE TOKGÖZ


Yetmiş yıldır aynı şehirde, mahallede, evde yaşıyordu. Bayramlar geçmişti bu evde, ramazanlar, doğum günleri, cenazeler, yılbaşı kutlamaları, baharlar, kışlar yaşamıştı. Şaşırmayı unutmuştu artık. Hiçbir şey onu şaşırtmıyordu. Yetmiş yılda bir insanın başına gelebilecek her şeyi görmüş, duymuş bazılarını da yaşamıştı. Depremler yaşamıştı, trafik kazaları geçirmişti, hastanelerde kalmıştı bir süre. Bir kez hacca on kez de umreye gitmişti. Bunların hepsini hayat arkadaşı Abdurrezzak ile birlikte yaşamıştı. 
On çocukları dünyaya gelmişti ama ikisi yurt dışındaydı, biri uzay yolculuğuna çıkmış fakat dönmemişti. Geriye kalan yedi çocuk da hayırsız evlat çıkmıştı. Babalarına çekmişlerdi belki de. Aynı evde yaşamalarına rağmen bir kez olsun hâlini sormuyordu Abdurrezzak. Sessizdi, konuşmuyordu. Şimdi bir Köroğlu, bir Ayvaz kalmışlardı evde. Yani eşiyle kendisi. Haftada bir bina temizliği için gelenler dışında kapılarını çalan kimse yoktu. Reklam için arayanlar dışında telefonlarını arayan kimse de yoktu. Son zamanlarda bu aramalar da kesilmişti. 
Bir Köroğlu, bir Ayvaz kalmışlardı kalmasına ama geçimsizlik zirvedeydi. Bu yaştan sonra boşanmak akıldan geçebilecek bir kelime bile değildi ama artık birlikte yaşayamıyorlardı. Birbirlerinin yemek yemesinden tutun, horlamasına kadar hepsi sorundu. Aslında horlayan da yemek yerken gürültü çıkaran da Abdurrezzak amcaydı. 
Mebrure teyze yaklaşık on sene önce Abdurrezzak amcayı salona şutlamış, odasında yalnız yaşıyordu. Yalnızca yemek vakitleri aynı mekânda bulunuyorlardı. Aslında Mebrure teyze, boşanmak için çok uğraşmıştı fakat Abdurrezzak amca:
-Bu yaştan sonra beni âleme rezil etme kadın, zaten şurada üç günlük ömrümüz kalmış. Ya sen gideceksin tahtalıköye ya ben. İhtimal ben gideceğim çünkü ömrümü yedin, demişti. 
Bu üç gün, on yıldır bitmemişti ve Mebrure teyze de odayı ayırmakta bulmuştu çareyi. Sevgiye ihtiyacı vardı. Hem de çok ihtiyacı vardı. Odasını önce çiçeklerle donatmıştı ve bir süre onlarla konuşmuştu fakat sevdiği kadar sevilmediğini hissetmişti çünkü çiçekler bir süre sonra ölüyordu. 
Daha sonra bir kedi sahiplendi Mebrure teyze. Kedi, çiçeklere göre daha iyi gelmişti ona fakat o da bir mart ayı sabahında balkonun açık kapısından kaçmış, bir daha da dönmemişti. Belki de Abdurrezzak kovmuştu onu. Kim bilir, kıskanmıştı bir kediye gösterilen özeni, yakınlığı, sevgiyi.
Abdurrezzak amca başlarda böyle değildi. Kibar, anlayışlı biriydi. Hiç değilse ayda bir mutlaka Mebrure teyzeye çiçek alırdı, hediyeler alırdı fakat elli yaşından sonra bambaşka biri olmuştu. Aksi, huysuz, aniden öfkelenen, kıyafetlerini ayda bir değişen, düşüncesiz biri. Onun için Abdurrezzak o gün ölmüştü. Yalnız odasını değil dünyasını değişmişti belki de. Başka dünyalarda yaşıyorlardı. 
Belki de göreceği, yaşayacağı her şeyi yaşadığı için Mebrure teyze oldukça sağlıklıydı. Hastanenin yolunu bile unutmuştu. Abdurrezzak amca dışında tek sorunu vardı, şaşırmamak. Şaşırmayı unutmuştu Mebrure teyze. Duyduğu hiçbir haber onu şaşırtmıyor, son derece sakin karşılıyordu her şeyi. Belki de bunun sorumlusu da Abdurrezzak amcaydı. Hayır, sadece o değil, ona benzeyen yedi hayırsız evladın da katkısı vardı bunda. 
Şaşırabilse belki de hayat eskisi gibi neşeli gelmeye başlayabilirdi onun için. Yaşamak, bir eziyete hatta işkenceye dönüşmüştü. Sevgi kalmamıştı Mebrure teyzenin kalbinde. Abdurrezzak amcaya gelince, onun zaten kalbi yoktu ki. Yirmi senedir bir insan kalbi olmadan nasıl yaşar? Abdurrezzak yaşıyordu işte. 
Normalde Mebrure teyze yatsı namazından sonra uyur, sabah ezanına kadar hiç uyanmazdı ama o gece nedense uyku tutmamıştı. Hatta bir ara salonun kapısının önüne kadar gitmiş, Abdurrezzak amcanın horultusunu duyunca yeniden odasına dönmüştü. Kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Bir haber gelecek ve şaşıracak, birini görecek ve hayatı eskisine dönecek gibiydi. Oysa bunların hiçbiri mümkün görünmüyordu. Yatağına uzandı, Ayetelkürsi okudu. Dışarda hava garip görünüyordu. Perdeyi araladı ve gökyüzüne baktı, daha önce hiç görmediği kadar parlak bir yıldız vardı ve hareket ediyor gibiydi. Dilek tutsam mı, diye düşündü. Hatta Abdurrezzak’tan kurtulmak iyi bir dilek olabilir diye aklından geçiyordu ki estağfurullah, dedi. Yıldız zannettiği cisim hareket ediyor, sanki dünyaya doğru yaklaşıyordu. Yatağından kalktı, balkona çıktı. Hava oldukça güzeldi. Gecenin bu saatlerinde uyanık kalmayalı yıllar geçmişti. Oysa eskiden Abdurrezzak amcayla birlikte geceleri balkonda yıldızları seyrederlerdi. Çok eskiden tabii. On yıllar önce. Zihninden bunlar geçerken ışıklı cismin büyüdüğünü ve iyice yaklaştığını gördü Mebrure teyze. Gözlerini sildi, yeniden yeniden baktı. Cisim, balkona doğru yaklaşıyordu. Belki de uykusuzluğun etkisiyle oluyordu bunlar. Yerinden kalktı ve abdest alarak yeniden döndü. Işıklı cisim daha da büyümüştü fakat artık uyku zamanıydı. Zaten şaşıracak bir şey de değildi gördüğü. Son yıllarda uydular, roketler, dronelar… Gökyüzü eskisi kadar sakin olmamalı, diyerek yatağına uzandı. Tam uykuya dalıyordu ki balkon kapısını açık bıraktığını hatırladı. Balkon kapısına yöneldiğinde dışarıdaki aydınlık dikkatini çekti. Cisim, balkonuna inmişti. Etraf gündüz gibi aydınlanmıştı. Binalar, sokaklar, yollar görünmüyordu aydınlıktan. Bu esnada cisimden hareketli iki canlı indi. Biri çok yabancı gelmedi kendine. Dikkatlice bakınca bunun yıllar önce uzaya giden oğlu olduğunu fark etti. İlk kez şaşırıyordu. Yıllardır unuttuğu bu his, varlığını hatırlatmıştı. Şaşkındı. Nasıl da büyümüş, delikanlı olmuştu oğlu. Adını hatırlamaya çalıştı oğlunun fakat unutmuştu bile. Aslında o unutmazdı, oğlu unutturmuştu adını. Şaşkınlık içerisinde öylece beklerken yanına yaklaştı ışıklı cisimden çıkan iki kişi. Oğlunu iyice süzdükten sonra yanındaki kişiye baktı. İnsana benzemiyordu. Masallarda duyduğu perilere benziyordu oğlunun yanındaki kişi. Bir masal perisiydi belki de. Şaşkın, çok şaşkındı. Bu esnada oğlu:
-Anne, sonunda kavuştuk işte. Bu nişanlım Masal. Seninle tanıştırmak için geldim. Babam niye yok yanında, dedi. 
Mebrure teyze şaşkınlıktan bir süre konuşamadı. Oğluna çekinerek dokundu. Yüzünde, saçlarında elini gezdirdi. Masal’a da dokunmaya çalıştı fakat eli boşta kalıyordu. Şaşkınlık üstüne şaşkınlık yaşıyordu. Bu esnada oğlunun sorusunu hatırladı ve cevap verdi:
-Baban içerde horluyor. İçeri girin, sizlere bir şeyler hazırlayayım. Gelin kızımız ne yer ne içer? Biraz değişik görünüyor da…
Önde Mebrure, arkada oğlu ve müstakbel gelin mutfağa doğru yürümeye başladılar. Mutfağın kapısını araladıklarında etraftaki ışık daha da büyüdü. Önünde incecik bir yol vardı sadece. Etrafı göremediği için dikkatli adım atıyordu. Dönüp geriye baktığında oğlunu ve gelinini göremedi. Karşısında büyük, göz kamaştıran bir aydınlık vardı sadece. Uzakta biri duruyordu. Dikkatlice baktığında bunun Abdurrezzak olduğunu fark etti. Tıpkı elli yaşından önceki gibi genç ve kibar duruyordu Abdurrezzak. Elinde bir buket gül vardı ve gülümsüyordu. 
Üç gün sonra Mebrure teyzeden ses gelmediği için kapısını açan komşular, onu balkonda buldular. Bir eli kalbindeydi, diğer eli boşluğa uzanmış gibiydi. Gözleri açıktı ve bakışları şaşkın bir o kadar da mutlu görünüyordu. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder