Merve Hoşgiz
Her gece gökyüzüne baktığında yıldızların ona bir şeyler fısıldadığını hayal ederdi Suna. Bu yüzden gündüzlerden çok geceleri severdi. Bulutlu geceleri sevmezdi çünkü yıldızlara hasret kalırdı böyle gecelerde. Yıldızlar, onun için uzaklarda yaşayan, konuşabilen, gülebilen değişik bir çiçek türüydü. Çiçek, diyemiyordu aslında ama en yakın tarif buydu. Canlıydı yıldızlar ve kendisine söylemek istedikleri bir şeyler vardı.
Yıldızlar acaba ona ne söylüyordu? Yıldızların seslerini duyduğu günden beri merak ettiği tek şey buydu. Bazı yaz gecelerinde pencere önünde uyuyakaldığı oluyordu. Keşke uzak ve yüksek dağlara çıkıp dinleyebilseydi onları. Ya da bir uçan balonla yükselebilseydi gökyüzüne doğru. Uçak ya da helikopter olmazdı çünkü bu araçların gürültüleri yıldızların fısıltısını bastırırdı. Çok merak ediyordu, yıldızlar ona ne söylüyordu?
Başka dillere merak saldı bir süre. Belki yıldızlar başka bir dilde konuşuyordu. Fakat bu fikrinden çabucak vazgeçti. Yıldızların dili Yıldızca olmalıydı. Bu dile dair de hiç kimse bir şey bilmiyordu.
Çocukluğu böyle geçti Suna’nın. Kimselere soramadığı sorular vardı kafasında. Büyüdükçe yıldızların fısıltılarının azaldığını hissediyordu. Her yıl biraz daha uzaklaşıyordu yıldızlar ondan. Artık iyice büyüdüğünde yıldızlar ona fısıldamayı bırakmıştı. Onun için yıldızlar artık çekirdeğinde oluşan füzyon sonucunda açığa çıkan enerjiyi uzaya ışınım biçiminde yayan, ışıklı gök cisimlerinden her birinin adıydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder