Atıf Kaan Salar, Umut Bulut, Akın Eliş
Bu onun kaderiydi. Normalde boyu kısaydı ama her sene önce ilk sıralara oturuyor daha sonra öğretmenleri onu arka sıralara gönderiyordu çünkü yaramazdı. Çok yaramazdı. Sevimlilikle karışık bir yaramazlıktı onunki. Bütün öğretmenleri sever, esprilerine güler ancak onu arka sıralara göndermeyi de ihmal etmezlerdi.
Sınavlara dair kendince şöyle bir felsefe geliştirmişti:
50’den şaşma, 60’ı aşma. Ancak onun için 50 bile mucize bir nottu ve çoğunlukla sevimlilikten puan alıyordu. Geçme notu 50 ise neden 50 puanlık daha yorulayım ki, diye düşünüyordu ama yine de yoruluyordu. Geçebilecek notu yakalayabilmek onun için çok yorucuydu.
Çantası çok ağırdı ve doluydu. Çantasında tornavida, pense hatta su anahtarı bile taşırdı. Yediği çikolataların ambalajları, içtiği suyun şişesi de çantasındaydı. Onları biriktirip dönüşüme göndermeyi ihmal etmezdi. Aslında ince düşünceli biriydi ama öğretmenler onu anlamıyordu.
Yine sınav dönemi yaklaşıyordu ve yine aynı şeyleri yaşayacaktı. Bazı arkadaşları 99 aldığında öğretmenine neden 100 olmadığını sorarken kendisi 50’ye razı bir biçimde bekleyecekti. 60 da alsa fena olmazdı.
Arkadaşları çoktan yazılılara çalışmaya başlamıştı bile. O ise son günlerde hep aynı şeyleri düşünüyordu:
Dünyanın kaç yıl daha ömrü kaldı? Kış geldiğinde mahallerindeki kedi nerede uyuyacak?
İlk kez notlarından dolayı kendisinde bir eziklik de hissetmeye başladı. Tamam, öğretmenleri onu seviyordu. Daha üç gün önce okulda bozuk bir musluğu çantasındaki anahtar sayesinde tamir etmişti. Arkadaşları da seviyordu çünkü sürekli onlara tost, meyve suyu ısmarlıyor, okula gelirken bahçelerden meyve toplayarak hepsine ikram ediyordu. Ailesi üzülüyordu ama seviyordu onu. Düzelir, notları da yükselir diyorlardı. Bir şeyler yapmalı ve bu kez 60’ı aşmalıydı.
Akşam eve gidince önce sınav takvimine baktı. Üst üste yığmışlardı hepsini. Beden eğitimi dersinden bile sınav vardı. Müzikten de. Ama bu derslerin öğretmenleri de 60 üzerinde not vermemişlerdi hiç. Hatta en yüksek notları bu derslere ait olanlardı. Bu kez 60’ı aşmalıydı ve bir şeyler yapmalıydı.
Dönem başında dağıtılan kitapları aramaya başladı. Birini yatağının altında buldu, diğerini kıyafetlerinin arasında. Birini balkonda görmüştü, gitti onu da getirdi. Üst üste yığdı hepsini. Yabancı dilde yazılmış bir kitabı inceler gibi sayfaları çevirdi. Saat ilerliyordu ve sayfalar arasında dolaşmaya devam ediyordu. Annesi onun bu çabasını görmüş ve yanaklarından inen iki damla sevinç gözyaşını sessizce silmişti. Annesini görmedi ha bire kitaplara bakmaya devam ediyordu. Saat ilerliyordu ve çok yorulmuştu.
Sınava geç kalmamak için erkenden evden çıktı. Koşar adım okula vardı. Çantasındaki kalem ve silgiyi bulmak için epey zorlandı ama buldu. Yazılı kağıdı önüne konduğu zaman şaşkındı. İlk kez sınıfta kimseye bakmıyor, hatta sınav kâğıdını uzatan öğretmene bile bakmıyordu. Zaten tanımadığı bir öğretmendi. Tüm soruları cevaplaması beş dakika sürdü. Kağıdını öğretmenine teslim etti. Öğretmen, beklemesini işaret ederek kağıdı beş dakikada okudu ve kocam rakamlarla 5 yazdı kenarına da 100’ü eklemeyi unutmadı. Bu öğrencilik hayatında ilk kez oluyordu. Konuşmak istedi, bütün kelimeleri unutmuş gibiydi, çok mutluydu.
Sonra bir sesle irkildi:
-Haydi oğlum, okula geç kalıyorsun!..
Bu onun kaderiydi. Normalde boyu kısaydı ama her sene önce ilk sıralara oturuyor daha sonra öğretmenleri onu arka sıralara gönderiyordu çünkü yaramazdı. Çok yaramazdı. Sevimlilikle karışık bir yaramazlıktı onunki. Bütün öğretmenleri sever, esprilerine güler ancak onu arka sıralara göndermeyi de ihmal etmezlerdi.
Sınavlara dair kendince şöyle bir felsefe geliştirmişti:
50’den şaşma, 60’ı aşma. Ancak onun için 50 bile mucize bir nottu ve çoğunlukla sevimlilikten puan alıyordu. Geçme notu 50 ise neden 50 puanlık daha yorulayım ki, diye düşünüyordu ama yine de yoruluyordu. Geçebilecek notu yakalayabilmek onun için çok yorucuydu.
Çantası çok ağırdı ve doluydu. Çantasında tornavida, pense hatta su anahtarı bile taşırdı. Yediği çikolataların ambalajları, içtiği suyun şişesi de çantasındaydı. Onları biriktirip dönüşüme göndermeyi ihmal etmezdi. Aslında ince düşünceli biriydi ama öğretmenler onu anlamıyordu.
Yine sınav dönemi yaklaşıyordu ve yine aynı şeyleri yaşayacaktı. Bazı arkadaşları 99 aldığında öğretmenine neden 100 olmadığını sorarken kendisi 50’ye razı bir biçimde bekleyecekti. 60 da alsa fena olmazdı.
Arkadaşları çoktan yazılılara çalışmaya başlamıştı bile. O ise son günlerde hep aynı şeyleri düşünüyordu:
Dünyanın kaç yıl daha ömrü kaldı? Kış geldiğinde mahallerindeki kedi nerede uyuyacak?
İlk kez notlarından dolayı kendisinde bir eziklik de hissetmeye başladı. Tamam, öğretmenleri onu seviyordu. Daha üç gün önce okulda bozuk bir musluğu çantasındaki anahtar sayesinde tamir etmişti. Arkadaşları da seviyordu çünkü sürekli onlara tost, meyve suyu ısmarlıyor, okula gelirken bahçelerden meyve toplayarak hepsine ikram ediyordu. Ailesi üzülüyordu ama seviyordu onu. Düzelir, notları da yükselir diyorlardı. Bir şeyler yapmalı ve bu kez 60’ı aşmalıydı.
Akşam eve gidince önce sınav takvimine baktı. Üst üste yığmışlardı hepsini. Beden eğitimi dersinden bile sınav vardı. Müzikten de. Ama bu derslerin öğretmenleri de 60 üzerinde not vermemişlerdi hiç. Hatta en yüksek notları bu derslere ait olanlardı. Bu kez 60’ı aşmalıydı ve bir şeyler yapmalıydı.
Dönem başında dağıtılan kitapları aramaya başladı. Birini yatağının altında buldu, diğerini kıyafetlerinin arasında. Birini balkonda görmüştü, gitti onu da getirdi. Üst üste yığdı hepsini. Yabancı dilde yazılmış bir kitabı inceler gibi sayfaları çevirdi. Saat ilerliyordu ve sayfalar arasında dolaşmaya devam ediyordu. Annesi onun bu çabasını görmüş ve yanaklarından inen iki damla sevinç gözyaşını sessizce silmişti. Annesini görmedi ha bire kitaplara bakmaya devam ediyordu. Saat ilerliyordu ve çok yorulmuştu.
Sınava geç kalmamak için erkenden evden çıktı. Koşar adım okula vardı. Çantasındaki kalem ve silgiyi bulmak için epey zorlandı ama buldu. Yazılı kağıdı önüne konduğu zaman şaşkındı. İlk kez sınıfta kimseye bakmıyor, hatta sınav kâğıdını uzatan öğretmene bile bakmıyordu. Zaten tanımadığı bir öğretmendi. Tüm soruları cevaplaması beş dakika sürdü. Kağıdını öğretmenine teslim etti. Öğretmen, beklemesini işaret ederek kağıdı beş dakikada okudu ve kocam rakamlarla 5 yazdı kenarına da 100’ü eklemeyi unutmadı. Bu öğrencilik hayatında ilk kez oluyordu. Konuşmak istedi, bütün kelimeleri unutmuş gibiydi, çok mutluydu.
Sonra bir sesle irkildi:
-Haydi oğlum, okula geç kalıyorsun!..