Meva Vural, Elif Erva Candan, Elif Reyyan Küçüktepe
Dünyada havadan önce
suyla temas etmişti. Sudan kurtulmak için yukarıya doğru hareket etti nihayet
suyun yüzünde durdu. Yine ilk kez oksijeni hissetti. Eliyle havayı tutmaya
çalıştı, tutamadı. Yukarıya baktığında gördüğü beyaz kümelerin ne olduğunu
anlamaya çalıştı. esMea Dünya’ya
düştüğü için mutluydu ancak aracının sular altında kalması onu korkutuyordu. Ya
hep dünyada kalırsa?
Bu sırada Japonya’da
sabah olmaya başlamış, insanlar büyük gürültünün ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Her zamanki göktaşlarından biri olduğunu düşünerek çok da merak etmediler.
esMea, suyun
bulunduğu yerden ayrılarak karaya ayak basmıştı. Burnuna düşen hafif pembe
renkli yaprağın nereden geldiğini anlamaya çalıştı. Her yerde kocaman pembe
ağaçlar vardı ve yaprağın onlardan düştüğünü fark etti. Yaprağı parmaklarının
arasında inceledi. Bunun enerjiye çevrilip çevrilemeyeceğini düşündü ancak çok
hoşuna gitmişti, kıyamadı.
İlerledikçe değişik
şekilde yapılar görüyordu. Güneş’in ısısını ve ışığını da ilk kez hissediyordu.
Ayaklarının altında bazen toprak bazen yeşil bitkiler hışırdıyordu.
Burası Tokyo’ya
yakın bir köydü. Yıl, 2050’nin ilkbahar aylarıydı. Çok az insan yaşıyordu ve
yaşayanlardan sadece biri çocuktu.
Küçük Emu’nun
büyüklerin yanında hep canı sıkılıyor, oynayacak, vakit geçirecek birilerini
arıyordu. Çok yalnızdı. Sayısı iyice azalan hayvanlarla Emu’nun oynamasına izin
verilmiyordu.
Büyükler gündelik
işlerine başlamıştı Emu sıkılmış bir şekilde camdan bakarken ilk kez farklı bir
şey gördü. İnsana benzeyen bir şey evlerine doğru yaklaşıyordu. Yaklaşan şeyi
yakından gördükçe Emu korkmaya başlamıştı. Emu esMea’dan ne kadar korkuyorsa
onu pencere önünde gören esMea’da ondan korkmaya başladı. esMea’nın elinde halen pembe sakura yaprağı vardı. Pencereye doğru
onu uzattı, Emu tebessüm etti. O andan itibaren ikisinden de korkular bir kuş
olup uzaklaştı. Emu evdekilere bir şey söylemeden dışarı çıktı ve bir süre
esMea ile bakıştılar. Emu, esMea’yı süzdü. İnsana çok benziyordu ancak metalik
bir yapısı vardı. Kaşları, kirpikleri yoktu ama saçları vardı. Hareketleri de
çok hızlıydı. esMea da kendi gezegeninde yaşayanlara benzetmişti Emu’yu ama Emu
daha güzeldi.
Emu sevimli bir
üslupla:
- Ben Emu, sen kimsin?
Dedi. esMea, Emu’dan gelen sesleri anlamadı. Veri bankasını taradıktan sonra
bunun bir iletişim dili olduğunu anlayarak ona cevap verdi:
- Ben esMea. Jb550 adlı gezegenden geliyorum.
Bu cümlelerle
başlayan dostluk uzadı. Artık Emu’nun da bir arkadaşı vardı. Emu, esMea’yı
ailesiyle de tanıştırdı. Tüm
köylülerin gönlünü fetheden esMea, bir süre sonra gezegenini özlemeye başladı. Geceleri gökyüzüne bakıyor, Jb550’den
ne kadar uzakta olduğunu hesaplamaya çalışıyordu.
Günler, haftalar
böyle geçti. Bir sabah Emu uyandığında esMea’yı göremedi. Tüm köyü aradı ama
nafile… Köydeki en büyük sakura ağacının yanına yorgun argın oturduğunda ağacın
kenarında bazı izler gördü. Bu izler esMea’nın ayak izlerine benziyordu. Ağacın
dalına asılı bir gri bir metal parçası farketti, esMea bu metal parçası üzerine
küçük bir mektup yazmıştı:
Ailem beni aramaya
çıkmış ve beni burada buldular. Seni unutmayacağım Emu. Bir yolun Jb550’ye
düşerse mutlaka beni bul. Allah’a emanet olasın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder