Ahmet Kerem Şahin, Eymen Arda Aydemir, Elvin Erva Koçyiğit
Akşamın nasıl geldiğinin farkında değildi. Günlerden salıydı ama Cuma kadar yorulmuştu. Keşke Cuma olsaydı ve yarın hiçbir şey yapmadan, perdeleri kapatarak akşama kadar uyusaydı. Uyumak… Ne güzel bir kelimeydi ama yıllardır doya doya uyumaya hasretti. Cumartesi, Pazar, ara tatil, yaz tatili… Hiçbiri doyasıya uyumaya yeten bir fırsat sunmamıştı kendine. Günlerden salıydı. Akşam gelmişti gelmesine ama herkes akşam olunca evine gider, yemeğini yer, dinlenirken o ancak gece yarısı evine gidebiliyordu. Şikâyet etmeye hakkı yoktu bu ışıltısız hayatı kendisi seçmişti. Onu birtakım testlere tabi tutmuşlar, sınavlardan geçirmişler ve sonunda aydınlık bir gelecek vaadi ile bir programa dâhil etmişlerdi. Bu program bittiğinde artık dünya üzerindeki sayılı seçilmiş kişilerden biri olacaktı. Başlangıçta her şey güzeldi. O seçilmişliği yaşıyordu. Arkadaşlarıyla da uyum içindeydi ancak zaman geçtikçe seçilmemişlerin hayatı ona daha cazip gelmeye başlamıştı. Hayatını yorucu hale getiren şeylerden sadece birisiydi bu.
Kafasının içinde bu düşünceler dolaşırken kendini sistem binasının önünde buldu. Binanın içinde kendi gibi arkadaşları vardı ve kimse kimseye selam vermiyordu. Kimse kimsenin farkında da değildi. Sadece dolaşıyordu insanlar. Her zamanki odasına geçti ancak her zaman olmayan bir şey oldu. Odasında Tepegöz oturmuş Dede Korkut’la Yüzüklerin Efendisi’nin dedikodusunu yapıyordu. Bir süre kulak misafiri oldu. Lafı bölmemek için dışarı çıktı, bahçede dolaştı ve gördüklerinin bir hayal olduğuna karar verdi. Daha az çalışmalıydı. Böyle giderse daha neler neler görürüm, dedi içinden. Sistem binasının etrafında bir tur atıp yeniden odasına girmeye karar verdi. Tam odasının önünden geçerken pencereden içeriye baktı halen odasında Tepegöz oturmuş Dede Korkut’la Yüzüklerin Efendisi’nin dedikodusunu yapıyordu.
Bu kez biraz ürkerek girdi içeriye. Aslında birilerine durumu haber vermek istedi ancak kendisiyle alay edilmesinden korktu. Birkaç fotoğraf alıp bunu basına verebilirdi ama bu gerçek miydi ki? İçeriye girdiğinde bu kez Dede Korkut ona dönerek:
-Beyim hangi obadansın, Oğuz’un hangi boyundansın? Yüzyıllardır destan söylerim, efsane anlatırım seni buralarda hiç görmedim. Oğulcuğum kimlerdensin, dedi.
Bu esnada kapı gürültüyle açıldı ve Deli Dumrul nefes nefese içeri girdi, kendisini işaret ederek:
-Bre yiğit senin bana borcun var mıdır? Buraya gelirken hangi köprüden geçtin? Benim köprümden geçtinse 30 akçe borcun vardır, geçmedinse bir dayak ve 40 akçe borcun vardır, dedi.
Yaşadıkları artık ona normal gibi geliyordu. Düşündü. Bir köprüden geçmişti fakat bu Deli Dumrul’un değildi. Deli Dumrul’a yönelerek:
-Senin köprüden istesem de geçemem, benim atlar senin köprüyü yıkar Beyim, dedi. Deli Dumrul, dellendi. Üzerine doğru yürümeye başladı. O esnada Tepegöz araya girmeye hazırlanıyordu. Dede Korkut ise biraz endişeli gözlerle olanları seyrediyor bir yandan da:
-Gençler, size yakışıyor mu, diye müdahale etmeye çalışıyordu. O sırada zil sesini duydu. Zil sesi yaklaştıkça Deli Dumrul, Dede Korkut, Tepegöz dalgalanmaya başladılar. Birkaç sallantıdan sonra ortan kayboldular. Günlerden salıydı ama önceki salılara hiç benzemiyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder