28 Kasım 2024 Perşembe

AKŞAM SANRISI

ZEHRA YILDIRIM, MERYEM KATIRCI


Akşama kalan dersleri oldum olası sevemedim. Bir yandan karnım acıkmış oluyor bir yandan da yorulmuş oluyordum fakat haftanın iki günü dersler uzadıkça uzuyordu. Herkesin evinde yemeğini yediği saatte ben halen sınıfımda derste oluyordum. Tek başıma değil elbette. Benimle aynı durumu paylaşan bir avuç kaderdaşım vardı neyse ki. Akşam derslerine de bir yere kadar dayanabilirdim fakat bu ders matematikse… Katlanılmaz bir azaba dönüşüyordu haftanın bu iki günü.  
Matematik dersi başlamıştı ama ben başlayamamıştım. Öğretmen soruları yazmıştı ama ben soruları göremiyordum. Öğretmen soruları çözmüştü, ben onları da göremiyordum. Zaman zaman önüme bir yemek tabağı geliyordu, içinde dolmalar olan, mantı bulunan, yaprak sarmaları olan…  Sonra öğretmenin sesiyle o tabak uzaklaşıp gidiyordu. Bazen bir çay bardağı düşünüyordum masada, elimi uzatınca pet şişeye dönüşüyordu. Akşam dersleri böyle bir havada ilerliyordu. Matematik dersi başlamıştı ve bitmek üzereydi. Ben çoktan bitmiştim. 
İkinci dersin tam ortasında sınıfın kapısı vurulmadan açıldı. Nefes nefese bir adam girdi içeriye. Bu adamı ilk kez görüyordum.  Hiçbir şey söylemedi ve sanki benden başka kimse de görmüyordu. Göz göze geldik fakat o ani bir hareketle duvardaki düğmeye bastı ve lambaları söndürdü. Ardından hızla kapıyı çarpıp gitti. Sınıf karanlığa gömülmüştü. Kimse bir şey söylemiyordu. Öğretmenimiz yerinden kalkarak lambayı yeniden açtı. Bu esnada sınıfın kapısını açarak az önce lambayı söndüren kişiye baktı. Kimse görünmüyordu. Sınıf kapısını kapattı ve kaldığı yerden sorular yazmaya, çözmeye devam ediyordu ki kapı yeniden açıldı. Yine kapı vurulmamıştı ve gelen yine aynı kişiydi. Kendi kendine:
-Perili sınıf mıdır nedir? Az önce söndürdüm buranın lambasını yine açılmış, diyerek lambayı söndürdü. 
Öğretmenimiz bir şeyler söylemeye çalışıyordu ama adam duymuyordu bile. Yeniden sınıfı karanlığa boğarak uzaklaştı adam. 
Öğretmenimiz şaşkındı. Benim de yemek hayallerim çoktan uçuşmuştu. Hatta bu hareketlilik yorgunluğumu da almıştı. Öğretmenimiz yeniden lambaları açtı. Bu kez tahtaya bir şey yazmadı. Bize de bir şey söylemedi. Sınıfın kapısını açtı ve beklemeye başladı. 
Çok geçmeden aynı adam nefes nefese sınıfa yine girdi. Sınıfa girerken besmele çekiyor ve söyleniyordu:
-Ya benim kafam çok karışık ya da bu sınıfta bir şeyler var. Adım gibi biliyorum, iki kez kapattım bu sınıfın lambasını. 
Bu esnada öğretmenimiz adama bir şeyler anlatmaya çalıştı fakat adam sınıf boşmuş gibi davranıyordu. Bizler de bir şeyler söylemeye çalıştık. Adam görmüyor, duymuyordu. Yeniden lambaları söndürdü ama bu kez çıkmadı dışarıya. 
Öğretmenimiz lamba düğmesinin yanına gitti yeniden ve lambayı açtı. Adam, bembeyaz olmuş, hareketsiz kalmıştı. Titrek parmağı ile düğmeye yeniden bastı ve kapattı lambayı. Öğretmenimiz bu kez lamba düğmesine üst üste basmaya başladı. Lamba, bir yanıyor bir sönüyordu. Bu esnada çığlık çığlığa adam koşmaya başladı koridorda. Dışarıya çıktığında halen bağırıyor, bir şeyler söylüyordu. Neyse ki ders bitmişti. Çantamı toparladım. Değişik bir gün olmuştu. Acaba evde akşam yemeğinde ne vardı? Belki dolma, belki sarma, belki mantı. Belki de dünden kalan mercimek çorbası. Hayır hayır, yeni ve sıcak bir şeyler olsun.  
Akşama kalan dersleri oldum olası sevemedim dedim ya. Artık bir şey de anlamıyorum bu derslerden ve derslerde garip şeyler oluyor. İyi miyim? İyiyim iyiyim. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder