NURGÜL ASYA KILCI
ZEYNEP YURTTAŞ
KAAN ERDOĞAN
MEHMET ZAHİD ÖKTEN
MİRAÇ KAĞAN GÜLER
TAHA METİN YILDIRIM
SELİM KURT
TUNAHAN CEYLAN
Elinden gelen başka bir iş yoktu. Mesela sıvacılık yapamazdı, tarımla uğraşamazdı, hayvan besleyemezdi. Bunların hepsi hem tecrübe istiyordu hem de beden kuvveti. Yapabileceği tek iş esnaflıktı. Ticarete atılmalı ve tez zamanda köşeyi dönmeliydi. Cengiz amca yıllar boyu her işi denemiş fakat hiçbirinde başarılı olamamıştı. Aslında onun başarısızlığının nedeni fazla dürüst olmasıydı. Hak ettiğinden fazla ücret almamıştı hiçbir işten. Bazı işleri de ücretsiz yapıyor, bunun için paraya gerek yok, diyordu. Etrafında onun bu özelliğini bilenler hep ona aptal muamelesi yapıyordu, üstelik tüm işlerini de ona hallettiriyorlardı çünkü Cengiz amcanın sözlüğünde “hayır” kelimesi yoktu. Acıkan biri olduğunda Cengiz amcaya geliyor ve şöyle diyordu:
-Bana yemek ısmarlar mısın, karnım çok aç.
Cengiz amca cebinde para olmasa bile mutlaka o kişiye bir ziyafet çekiyordu. Borç buluyor, borçlanıyor ama yine de o kişiyi tok olarak gönderiyordu.
Ya da bahçesi, bostanı ekilecek olan biri Cengiz amcaya geliyor ve ona diyordu ki:
-Benim canım hiç çalışmak istemiyor. Nasıl olsa boş adamsın. Sevabına şu bahçeye bir düzen versen, tohumları eksen, bellesen.
Cengiz amca bahçe bostan işlerinden anlamamasına rağmen günlerce sürse bile o kişinin işini mutlaka görüyordu. Üstelik yemek ve su istemeden.
Şimdi ticarete atılmalıydı ve çok para kazanmalıydı. Geride bıraktığı yılları telafi etmeliydi. Ticaretten iyi anladığını bildiği Kayserili bir arkadaşıyla günlerce konuştu, dinledi ve sonunda bir firmanın düdüklü tencerelerini satmaya karar verdi. Tencereleri firmadan ücretsiz alacak ve sattıktan sonra üzerinden prim alarak tencerenin ücretini firmaya verecekti. Kaç tencere satarsa o kadar çok kazanacaktı. Bunun için bir dükkana da ihtiyaç yoktu. Sabahın erken saatlerinde eline birkaç tencere alacak, sattıkça gidip yeni tencereler temin edecekti. Üstelik sattığı tencerelerin yarı fiyatı kendisine prim olarak verilecekti. Düşündü, günde on tencere satarsa ayda üç yüz tencere yapıyordu. Belki ilerde tencereleri kendisi bile imal edebilirdi.
İlgili firmayla ayaküstü konuştu anlaştı ve ilk etapta üç tencereyi alarak firmadan ayrıldı. Kapı kapı dolaşıp tencereyi tanıtması gerekiyordu. Bir süre ilerledikten sonra ilk binanın önünde durdu tam zile basacaktı ki içerden gelen sesleri duydu. Karı koca birbirine bağırıyordu. İstemediği halde biraz kulak misafiri oldu. Kavganın sebebi düdüklü tencereydi. Kadın tüm gücüyle bağırıyordu:
-Bana sormadan ne tenceresi aldın sen? Bu tencere bir kez bile kullanılmaz. Verdiğin paranın onda biri bile etmez. İnsan bakmaz mı alacağı eşyaya.
Bu sözleri duyan Cengiz amca hızla bu kapıdan uzaklaştı. Birkaç adım daha atmıştı ki girmeye niyetlendiği kapının önünde onlarca ayakkabı gördü. Üstelik kapı açıktı. Üç tencerenin üçünü de burada satarım, diye düşündü. Tam kapıdan adım atıyordu ki kendisine doğru uzatılan helvayı fark etti. İki eli de dolu olduğu için helvayı almakta zorluk çekti. En son tencerelerden birinin içine helvayı koydu ve utanarak geri döndü. Dönerken de sessizce helvayı uzatan kişiye:
-Allah rahmet eylesin, dedi.
Helvayı uzatan kişi gözleri yere bakar vaziyette cevap verdi:
-Hep o düdüklü tencere yüzünden. Rahmetli, mutfakta iken patlamış ve kapak başına gelmiş. Şimdi o firmayı dava etmeyi düşünüyoruz.
Bu cümleyi duyan Cengiz amca elindeki tencereleri arkasına doğru itti ve ayrıldı.
Morali bozulmuştu iyice. Bu kadar olumsuzluk, nasipsizlik biraz fazlaydı onun için. Bir süre daha ilerledi. Gözüne kestirdiği ilk evin kapısında durdu. Zile bastı fakat içerden herhangi bir tepki gelmedi. Zile bir kez daha bastı, bir süre bekledi bir kere daha bastı. Nihayet içerden sesler gelmeye başlamıştı. Kapı usulca açıldı ve ardında yaşlı bir adam göründü. Kalın, kocaman gözlükleri vardı adamın. Elinde bir de bastonu vardı. Kocaman göbeği, pijamasının düğmelerini zorluyordu. Cengiz amcaya hiçbir şey sormadan elinde tuttuğu şekerliği uzattı ve:
-İyi bayramlar çocuğum, şekerini buradan alabilirsin. İstediğin kadar alabilirsin. Harçlık da vermek isterdim ama emekliyim ben kusura bakma dedi.
Cengiz amca cevap vermeyince:
-Sen ne kadar utangaç bir çocuksun, şu poşetini uzat bakalım, diyerek tencerenin içine iki tane bayram şekeri koydu.
Cengiz amcanın dili tutulmuştu sanki. Bayrama daha kırk gün vardı. Şekerler de Ramazan Bayramı’ndan kalmıştı ihtimal. Bir an üç tencereyi de oraya bırakmak ve dönmek istedi fakat firma ya tencereleri ya da satış ücretini bekliyordu.
Yürüyecek gücü kalmamıştı. Az ilerde bir park gördü. Parka doğru gitti ve boş bir banka oturdu. Yanına da tencereleri dizdi. Bu esnada helvayı hatırladı ve helvayı tam yerken bir ses duydu:
-Amca kaça satıyorsun bu tencereleri?
Bu ses yabancı değildi ama sesin sahibini hatırlamıyordu. Sorusuna cevap alamayan adam devam etti:
-Düdüklü tencere yüzünden az kalsın yuvamız dağılıyordu. Bana şimdi güzel ve kaliteli bir tencere lazım. Bunlar iş görür mü?
Cengiz amca bu sözler üzerine sesin sahibini hatırladı. Az önce kavga seslerinin geldiği evden tanıyordu bu sesi.
Tencerenin fiyatını söyledi. Kalitesi hakkında bilgisi olmadığını ama iş görecek bir tencere olduğunu ilave etti. Üstelik tencere alan ilk müşteriye iki şeker de hediye edeceğini söyledi. Adam, şekerleri görünce tencerenin kalitesini sorgulamayı unuttu ve istenen ücreti ödeyerek koşar adım evine doğru gitti.
Cengiz amca şaşkındı. Helvayı yemeye devam edecekti ki yine bir ses duydu:
-Bu tencere patlamaz değil mi?
Cengiz amca:
-Patlamaz merak etmeyin. Oldukça kaliteli bir ürün.
Fakat bu sesin sahibini de bir yerlerden tanıyordu. Dikkatlice bakınca az önce kendisine helva ikram eden kişiyi tanıdı.
-Öyle ise bir tane alayım, dedi sesin sahibi.
Cengiz amca ikinci tencereyi de satmıştı. Hem de oturduğu yerde. Artık helvayı yiyip kalan tek tencereyi de firmaya götürmeliydi. Bu iş ona göre değildi galiba.
Helvayı bitirmişti nihayet. Kalan son tencereyi eline alıp kalkıyordu ki az önce kendisine şeker veren dedeyi gördü karşısında. Dede bir tencereye baktı bir de Cengiz amcaya:
-Ben seni tanıyorum çocuk ama nereden tanıyorum bilmiyorum.
Cengiz amca bozuntuya vermedi.
-İnsan insana benzer dedeciğim.
Bu yakınlığı duyan ihtiyar devam etti:
-Bayramdan sonra düğünümüz var ve ev eşyası topluyoruz. Sen ne satıyorsun? Yanındaki kutuda ne var?
Cengiz amca:
-Düdüklü tencere, dedi.
Fiyatını bile sorma ihtiyacı hissetmeden dede devam etti:
-Aldım gitti.
Cengiz amca üçüncü tencereyi de satmıştı. Morali artık düzelmişti. Kayserili arkadaşının söylediği hiçbir şey işe yaramamıştı. Kendisi daha iyi bir tüccardı galiba. Nasibin peşine düşmemek lazımdı. Nasip gelip insanı buluyordu. Bu park onun nasibinin adresiydi. Belki üç beş tencere daha getirir ve bu parkta akşama kadar satardı. Keyifle firmanın önüne geldi. Tam kapıdan içeriye girecekti ki bir yazı gözüne çarptı: “Cumaya gittik, ne zaman döneceğimiz belli değil.”
Günlerden pazartesiydi. Üç tencere parası Cengiz amcanın cebindeydi. Paranın yarısını kapının altından içeriye doğru itekledi. Kimsenin hakkına girmek istemezdi. Oysa ilk kez bir işte başarılı olmuş ve para kazanmıştı. Tam yerden doğrulacaktı ki kafasına düşen düdüklü tencere ile olduğu yere yıkılıverdi.
tencerenin nasibi
YanıtlaSil