meryem er etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
meryem er etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Mayıs 2024 Perşembe

İYİ Kİ VARSIN

Fatıma Meryem Er

Seni sevenler kadar
Senden nefret edenler de var
Ben seni sevenlerdenim
Fakat bu sevginin de bir sınırı var

Kimileri sensiz gün geçirmiyor
Kimileri yemek yemiyor senin yüzünden
Kimileri krize giriyor
Senin yokluğunu düşünmek kötü
Her anı seninle geçirmek de kötü ama
İyi ki varsın yine de
Çantamdaki çikolata

25 Nisan 2024 Perşembe

BİR DAKİKA

Meryem Er

Ağabeyi ondan sadece bir dakika büyüktü. Bir dakika dünyaya geç gelmiş olmak insan hayatı için bu kadar sorun olmamalıydı ama oluyordu. Bu bir dakika başkalarının on yaş büyük ağabeyinden daha büyük bir ayrıcalık vermişti ağabeyine. Sofraya oturduklarında:

-Ben senden büyüğüm, diyerek önce o başlıyordu yemeye. 

Bilgisayarda kısa bir işi olsa bile öncelik her zaman ağabeyinindi. Ağabey demek istemiyordu bu bir dakika için ama ağabeyi hep kendini büyük, yukarda bir ağabey olarak görüyordu. Yapacak bir şey yoktu. 

Aynı okuldaydı ağabeyi ile ama neyse ki aynı sınıfta değildi. Bilsem’i seviyordu çünkü onun için Bilsem, ilahi adaletin yansıdığı bir yerdi. Ağabeyi ile girdikleri Bilsem sınavında, o Bilsem’i kazanmış ağabeyi ise çok anlamlı bir puanla Bilsem’e girememişti. Bir puan daha alsaydı ağabeyi, burada da başına bela olacaktı ama neyse ki bir puanla kaybetmişti bu sınavı. 

Çok merak ediyordu ilerleyen yıllarda bu “bir dakika”nın ağabeyinin ya da kendisinin hayatında ne gibi farklıklara yol açacağını. 

Aslında annesi ve babası onların ikiz olduğunu söylüyor, büyük küçük ayrımı yapmıyordu fakat ağabeyinin tek sığınağıydı bu bir dakika. Her fırsatta söylüyordu:

-Ben senden büyüğüm. Bir dakika olsa bile büyüğüm. 


14 Mart 2024 Perşembe

MİÇO'NUN SERÜVENLERİ 3

    

 Atıf Kaan Salar, Umut Bulut, Meryem Er

     Metal Kapı
    Miço’nun eğlenecek, masallara inanacak vakti yoktu. Elinde bozuk bir pusula vardı ama barınağı yaşanabilir hale getirmişti. Bir süre dinlenmeli, kendine macera aramamalıydı ama pusula da hiç aklından çıkmıyordu. Arada pusulaya bakıyor, ibresinin hiç hareket etmediğini görünce yeniden cebine koyuyordu. Deredeki suya küçük bir kanal kazarak kulübesinin yanına içme suyu getirmeliydi bir an önce. Her seferinde su içmek için dereye inmek yoruyordu. Birkaç gün çalışarak kapısının önüne tatlı suyu getirmeyi başarmıştı. Çeşmesinin hemen yanına ağaçlar dikti ve küçük bir de gölet yaptı. İlerde bu göleti büyütüp yüzebilirim, diye düşünüyordu fakat o kadar uzun süre adada kalmak korkunç bir düşünceydi.
    Kapının önüne suyu da getiren Miço artık sıkılmaya başlamıştı kimsesizlikten. Hatta bir ara bir basket potası yapmayı düşündü ağaçlardan birine ama top yoktu. Hindistan cevizlerini potadan atmayı düşündü fakat israf olurdu bu. Kurumuş meyveleri ve kurumuş Hindistan cevizlerini atabilirdi potadan. Böyle garip, saçma şeyler düşünürken cebinde unuttuğu pusulanın bir kertenkele gibi kımıldadığını hissetti. Pusulayı çıkardı, ibre yerinde durmuyor, saat gibi hızla dönüyor bir yandan da titriyordu. Günlerdir hiçbir şeyden korkmayan Miço, pusulanın bu halinden korktu önce. Sonra yeniden eline alarak pusulayla birlikte ilerlemeye başladı. Pusula, Miço yürüdükçe dönme hızını ve yönünü değiştiriyordu. Sonunda pusula aniden titremeyi ve dönmeyi kesti. Bu esnada papağan da Miço ile dolaşıyordu. Miço, bu anlamsız şeylerden sıkılmıştı. Yere oturdu. Bu lanet olası adada daha fazla kalmaktan korkuyordu. İnsan görmemek ve yalnızca bir papağanla konuşmak onu iyice delirtmişti. Evet, belki de delirdiği için görüyordu, duyuyordu bu şeyleri. Robinson, papağan, mavi sakallı kaptan bunların hepsi birden onu bulmuş olamazdı. Bir an önce bu masalsı hikâyenin içinden çıkmalıydı. Gerçek ne ise onu bulmalıydı. Bu düşünce ve öfkeyle elindeki pusulayı potaya fırlattı. Belki pota, belki pusula belki bu hikâye yalandı. Pusula, düştü ve yeniden titremeye, kendi etrafında fırlanmaya başladı. Üstelik düştüğü yerde metalsi bir ses de çıkarıyordu döndükçe, titredikçe. Miço, bu masalsı, rüyamsı şeylerden uzak durmaya çalıştıkça ha bire içine dalıyordu. Kalktı, pusulayı aldı. Bir çubuk bularak yeri kazmaya başladı fakat kazılacak gibi değildi. Çok sert bir zemin vardı ayakların altında. Belki toprak kurumuş, sertleşmiştir düşüncesiyle bir kova su döktü buraya. Ne çamurlaşma oldu, ne de ıslanma. Biraz daha sağı solu eşelerken Miço kulp gibi, kol gibi, düğme gibi bir şeye rastladı. Tam olarak neydi bu, anlamadı fakat merak ediyordu. Pusula tamamen sessizliğe bürünmüştü. Papağan da ortalıkta görünmüyordu. Kulpa benzeyen bu şeyi biraz oynatınca az kaldı suratına çarpacak bir cisim yana doğru açıldı. Bir kapıydı burası ve açılmıştı ardına kadar. İçerden soğuk bir hava dışarı üflüyordu. Uzanıp bakmaya çalıştı ama karanlıktı her yer. Az önce suratına çarpmak üzere olan kapıyı yeniden güçlükle yerine oturttu ve kulübesine meşale yapacağı bir şeyler bulmak üzere yöneldi. Bu esnada papağan dönmüş kenarda sessizce Miço’yu izliyordu.
    Miço, her gördüğü kapıdan geçmek zorunda mıydı? Her gördüğü gemiye kaçak binmek zorunda mıydı? Her gördüğü kitabı, defteri okumak ve onlara inanmak zorunda mıydı? İşte yine bir tercihle karşı karşıya kalmıştı. Oysa artık hayatı bir düzene binmek üzereydi. En azından kulübesi vardı, arkadaşı vardı. Epey malzeme de biriktirmişti. Şimdi durup dururken bu gizemli kapı nereden bulmuştu Miço’yu. Pusulayla bulduğu not geldi aklına “ Pusulayı kullanmayı öğrendiğinde bana teşekkür edeceksin.” Galiba ilk kez pusula işe yaramış ve önüne bir kapı açmıştı fakat kapının ardında neler vardı? Görecekleri Miço’yu memnun mu edecekti yoksa hayal kırıklığına mı uğratacaktı. Bunları düşünürken acıkmıştı da. Kulübesinden küçük bir yolluk hazırladı kendine. Meşale yapmak için ne kadar mavi sakal varsa etrafta bunları topladı ve bir değneğin üzerine sardı. Papağanı aradı gözleri fakat papağan uzaktan Miço'yu seyrediyor, yerini belli etmemeye çalışıyordu. Miço tekrar metal kapının önüne geldi, meşalesini yaktı ve kapıyı araladı. İçerisi karanlık değildi. Göz alıcı bir mavi ışık vardı içerde ve hafif ılık bir rüzgâr esiyordu. Meşaleyi kapının önüne bıraktı. Ürkek ama heyecanlı adımlarla ilerlemeye başladı. Bir şey vardı onu içine doğru çeken, çağıran. Büyülenmiş gibiydi.

4 Ocak 2024 Perşembe

SIRADAN BİR GÜNÜN SIRADAN OLMAYAN OLAYLARI

     Akın Eliş, Atıf Kaan Salar, Meryem Er

    Artık ezberden yaşadığı sıradan günlerden biriydi. Öğleye doğru uyanmıştı. Yarım yamalak bir kahvaltıdan sonra kasabanın kenarındaki alana gidecekti ve arkadaşlarıyla akşama kadar maç yapacaklardı.  Yazları böyle geçiyordu genelde. Kimse kendisinden ev işlerine ya da tarla bostan işlerine yardım istemiyordu. 
    Yaz olmasına rağmen lastik ayakkabılarını çıkarmamıştı. Lastik ayakkabı ile yürümek de top oynamak da onun için ayrı bir keyifti. Ayakkabılarını giydi ve kasabanın dışına doğru yürümeye başladı. Kasabanın dışına geldiğinde tatlı pınardan birkaç yudum su içti. Yüzünü, saçlarını ıslattı. Nihayet arkadaşları görünmüştü. Birkaçı etraftan bulduğu taşlarla kale yerini belirliyor bazı arkadaşları da sahanın kenarlarına işaret koyuyordu. Arkadaşlarını görünce hızlandı ve onlara yardıma koştu. Zaten saha hazır gibiydi. Takım oyuncuları belirlendi, kaleciler belirlendi. Hakemsiz yaparlardı maçlarını. 
    Saha’nın ortasında maçı başlatmak için toplandıklarında yukardan topun kendisine doğru geldiğini fark etti. Ayağı ile topu tutmak istemişti ki top farklı yöne doğru savrulmaya başladı. Sadece top değildi savrulan. Ani bir fırtına başlamıştı durup dururken. Bu tarz bir fırtına hiç görmemişlerdi. Rüzgar adeta kumları önüne katmış savuruyor, dönüyor, yukarı aşağı püskürtüyordu. Kum fırtınası dedikleri bu olsa gerekti. Arkadaşları kumlardan görünmüyordu, aslında hiçbir şey görünmüyordu. Her taraf sapsarıydı. Rüzgar daire çiziyordu etrafında. Gözlerini güçlükle açıyor ama bir şey göremeyip kapatıyordu. Birkaç dakika sonra rüzgar durdu. 
    Sesler durdu. 
    Gözlerini usul usul açtığında güneşin ışıklarından rahatsız oldu gözleri. Gözlerini kısarak sağa sola baktı. Kendi etrafında döndü… Hiçbir şey yoktu etrafında. Arkadaşları yoktu, evler yoktu, kasaba yoktu, dağlar yoktu. Sapsarı bir düzlüğün ortasındaydı. 
    Telaşla sağa sola koştu. Hiçbir şey görünmüyordu. Sürekli ayaklarına kum doluyordu ve onu temizliyordu. Etrafın hiç değişmediğini fark edince biraz dinlenmek istedi. Önce oturdu, sonra sırt üstü yattı ve bağırdı:
    -Eneeeeeeees!
    Sesi yankılanmıyordu bile adeta kayboluyordu kumların arasında. Kendi sesini kendisi duymuyordu neredeyse. Derin bir nefes aldı yine bağırdı:
    -Furkaaaaaaan! Cevap veren yoktu. Son kez nefesini toparladı ve bağırdı:
    -Meeeeeert!
    Çaresizce gökyüzüne baktı. Güneş gözünü kamaştırıyordu ama tepesinde gezinen bir akbaba gördü. Akbaba, üzerinde daire çizerek dönüyordu. Gitgide de alçalıyordu. Anlam veremedi hiçbir şeye. Gözlerini kapadı. Ağlamak istedi ama ağlayamıyordu. Yumruklarını sıktı, gözkapaklarını sıktı, dişlerini sıktı…
    Gözlerini tekrar açtığında her yer karanlıktı. Gökyüzünde ay vardı. Futbol topuna benziyordu ay ve dönüyordu kendi etrafında. Yıldızlar, uzansa tutulacak kadar yakındı. Başının biraz üstünde dönüyorlardı. Yeniden bir fırtına başlamıştı. Üşüyordu, titriyordu her geçen dakika. Yine gözlerini açamaz oldu. Bir ara gözlerini kısarak açtı. Kar yağıyordu her yerden. Karlar savruluyordu. Neyse ki ayaklarımda lastik ayakkabım var diye düşündü. Olduğu yere büzüldü. Dinmesini bekledi fırtınanın. Yine etrafında daireler çiziyordu fırtına ama bu kez gövdesi yerden havalanır gibi oluyordu. Sonunda kendisini bir boşlukta hissetti. Gözlerini açtı, dönüyordu ve yukarılara doğru yükseliyordu fırtınanın içinde. Daire, yukarılara doğru genişledi, genişledi. Sonunda kendisini bir yere fırlattı. Nasıl olsa ya kuma düşeceğim ya da kara, diye düşünürken birdenbire düşmesi durdu. Siyah tüylü bir kuş kendisini sırtına almıştı. Bu az önce gördüğü akbabaydı. Akbaba saatlerce uçtu gökyüzünde. Artık normal dünya görünmeye başlamıştı aşağıda. Tarlalar, ağaçlar, evler de görünmeye başlamıştı. Üşümesi ya da terlemesi yoktu. Hatta keyif de almaya başlamıştı bu bedava uçuştan. Bir süre sonra kasabalarına ulaştığını anladı. Tanıdığı dağlar ve evler görünmüştü. Akbaba, sahanın tam üzerine geldiğinde kanatlarını silkeledi ve onu yere düşürdü. Yine her yer karardı. Gözlerini açtığında arkadaşları ayakkabılarıyla getirdikleri suyu yüzüne, ellerine döküyorlardı. 
    Konuşmak istedi, hiçbir kelimeyi hatırlayamadı önce. Bağırıyordu içinden ama sesi kayboluyordu.     Yanındaki topa baktı, ilerdeki kaleye baktı. Ayakkabılarına baktı. Enes eğilerek:
    -Bir top çarpması ile böyle yere düşeceksen daha bizimle oynamayacaksın, dedi. 
    Furkan söze girdi:
    -Sen kahvaltı yapmadan mı geldin yoksa, dedi. 
    Herkes bir şeyler soruyordu. Sadece Hasan bir şey sormadan boş boş bakıyordu yüzüne ve elini uzatarak yerden kalkmasına yardım etti. Doğruldu. Saha’nın dışına doğru yürümeye başladı. Geride bıraktığı arkadaşları maça başlamıştı bile. Dalgındı. 
    Ellerini ceplerine koydu, yola devam edecekti ki irkildi. 
    Sağ cebinden elini çıkardığında avucunda kum olduğunu gördü. 
    Kumu savurdu. 
    Sonra sol cebinden elini çıkardı. 
    Bir avuç kar vardı elinde. 
    Erimiyordu, onu da avucundan döktü. 
    Sessizce yürümeye devam etti. Evine ulaşmıştı. Pencerenin önüne oturdu. Önce uzaklara baktı, sonra gökyüzüne. Bir siyah kuş tepede dönüp duruyordu halen. Pencereyi açtı ve kuşa doğru bağırdı:
    -Hasaaaan!..

21 Aralık 2023 Perşembe

BAYRAĞIM

Meryem Er

Bir gün hayallerimi gerçekleştirirsem
En çok seni mutlu etmek istiyorum
Seni en yükseklerde görmek istiyorum
Beyaz kırmızı renginle
Yıldız ve hilalinle
 
Bir gün büyük bir basketbolcu olursam
Okunurken İstiklal Marşımız
Senin en yükseğe çekildiğini görmek istiyorum
Sevinç gözyaşlarıyla
Seni selamlamak istiyorum
 
Bayrağım
Onurum, gururum…
Ne olursam olayım
Senin göklerde dalgalanman
Benim tek çabam

7 Aralık 2023 Perşembe

ÇİÇEK

Meryem Er


Üç yapraklı bir çiçek olmak isterdim
Yemyeşil çimenler içinde
Üç yaprağımın rengi de başka olsun isterdim
Sarı, mor, pembe

İnsanların bilmediği
Uzak çok uzak bir dağda 
Üç yapraklı bir çiçek olmak isterdim
Özgürce yaşamak için yukarılarda

30 Kasım 2023 Perşembe

BENİMLE OYNAMA

Meryem Er

Ya misafirlikte 
Ya otobüs durağında
Bazen evde bazen parkta
Her yerdesin 
Ne kadar uzak durmaya çalışsam da senden
Benimlesin

Gelip hatırlatıyorsun kendini
Kendi kendime kalınca
Lütfen benimle daha fazla oynama
Ey oyun

19 Ekim 2023 Perşembe

BİR GÜN BİTECEK Mİ



 Meryem Er
Okul bitmiyor okulda
Okuldan çıkıyorum ödevler
Eve geliyorum ödevler
Uyumak üzereyken
Hatırlıyorum ödevler
Sabah uyanıyorum
Unuttuğum ödevler
 
Bitmiyor bir türlü
Verilen ödevler
Her dersin ödevi başka türlü
Kimi resim istiyor kimi yazı
Problem veriyor kimi
Bizim derdimiz yok gibi
 
Bir gün bitsin diye hepsi
Yapıyorum verilen bütün ödevleri
Ama biri bitince
Hemen başlıyor diğeri 

12 Ekim 2023 Perşembe

ÜZÜCÜ KEDİ MANZARALARI

Fatıma Meryem Er
Kediler mi bilmiyor trafik kurallarını
Yoksa insanlar mı umursamıyor onları
Yollarda, kaldırımlarda
Her gün görüyoruz ezilmiş canları
 
Yolda bir kedi ölüsü görmek
Bizler için çok üzücü
Onların umursanmadığını bilmek
Daha da üzücü



5 Ekim 2023 Perşembe

YAĞMUR

Meryem Er

Yağmur yağdıktan sonra
Etrafa yayılan kokuyu seviyorum
Ve oluşan gökkuşağını
 
Sokaklar yeniden hareketlenmeye başlıyor
Her yağmurun ardından
Serçeler çıkıyor yuvalarından
 
Bense her yağmur sonrası
Yenilenmiş görüyorum dünyayı
Yıkanmış, arınmış, temizlenmiş
Götürmüş tüm kötülükleri




28 Eylül 2023 Perşembe

SALINCAK

             Fatıma Meryem Er, Akın Eliş

Dünyaya geleli bir sene olmuştu ve artık annesini, babasını, ablasını tanıyordu. Hatta ara sıra ziyarete gelen insanları da tanıyor ancak bazen hiç tanımadığı birileri geldiğinde korkuyor, ağlıyordu. İlk zamanlar çok zor olmuştu onun için sadece tavanı izlemek, birilerinden yardım beklemek. Annesi onu kucağına almak için üzerine eğildiğinde yüzü kocaman görünüyordu veya babası onu kucağına aldığında kendini kuş gibi yukarılarda hissediyordu. Artık alışmıştı bu durumlara zaten kendisi de sürünmekten kurtulmuş küçük küçük adım atabiliyordu. Susadığını, acıktığını, terlediğini haber verebiliyordu büyüklerine. Ablasının bakışlarından önceleri çok korkuyordu. Yanında kimse yokken ablası gelip dakikalarca kendisini izliyordu ama artık onun da kendisini sevdiğini anlamıştı.

İlk aylarda ev çok sıkıcıydı ta ki bir gün annesi onu anneannesine götürünceye kadar. Güneş ilk kez tenine değdiğinde nasıl ısınmış, korkmuş ve ağlamıştı. Şimdi ise güneşi seviyordu. Ona göz kırpıyordu. Güneş görünmez olup da her yer karardığında üzülüp ablasını arıyordu gözleri.

Epeydir hareketli bir hayat yaşıyordu. Sabah annesi, karnını doyurduktan sonra arabasına yerleştirerek yola çıkıyordu ve akşama kadar anneannesinde vakit geçiriyordu. Anneannenin evi masal gibiydi. Dedesi arada bir kayboluyor, bazen de yanağından makas almayı ihmal etmiyordu.

Anneanne güçsüzdü dedesine göre. Bazen kendisini taşırken zorlandığını hissediyordu.

Güneşli bir öğle vakti, anneannesi ve dedesiyle dışarıya çıktılar. Bazen dedesi taşıyordu onu bazen anneannesi. Sonunda kuş ve çocuk seslerinin çok olduğu yeşil bir alana geldiler. Kendisinden daha küçük kimse yoktu etrafta. Çocuklar, kadınlar, amcalar önünden geçiyor, korkuyordu. Ağlayacak gibi olduğunda anneannesi onu pışpışlıyordu.

Sonunda anneannesi onu yatağına benzeyen ama daha küçük, salınan bir yere oturttu ve belinden de bağladı. Bir yandan tek eliyle tutuyor bir yandan sallıyordu ama düşmekten korkuyordu. Birkaç kez sallandıktan sonra artık anneannesi tutmayı bırakmış, yanındaki bir teyzeyle sohbete dalmıştı. Buraya etraftaki insanlar park diyordu. Kendisi henüz konuşamıyordu ama parkta olduğunu anlamıştı. Birkaç kez daha salındıktan sonra yüreği ağzına gelmişti, uçuyor gibiydi ama düşecek gibi ileri ve geri sallanıyordu. Ağlamaya başladı. Anneanne hemen salıncağı yavaşlattı ve elini tutarak pışpışladı. Artık kendisi de bu işten keyif almaya başlamıştı.

Dakikalarca sallandı. Bazen hızlı, bazen yavaş. Eve dönüş yolunda uyumuş olmalı ki akşam gözlerini açtığında annesini gördü karşısında.

Acıkmıştı.

BASKET TOPUM

Meryem Er

Her sabah uyanınca
Göz göze geliyoruz basketbol topumla
Hiç uyumadan günlerce
Nasıl zıplamayı beceriyor anlamıyorum
 
Hiç küstüğünü görmedim bana
Ne zaman atsam potaya
Dönüp geri geliyor bana
Hem de zıplaya zıplaya