6 Ocak 2024 Cumartesi

12

    Reyyan Sibel Teke, Zeynep Gökçe Yılmaz
    Her sabah aynı saatlerde uyanıyor, kahvaltısını yapıyor ve servisle okuluna gidiyordu. On bir yaşındaydı ve beş senedir hayatı hep böyleydi. Tatiller vardı elbette ama çabucak bitiyordu. Okula giderken tatili düşünüyordu, tatildeyken de okulu düşünüyordu. Okulda bazı dersler sıkıcıydı ama yine de okulu seviyordu çünkü okulda sevdiği arkadaşları ve öğretmenleri vardı. 
    Kafasında bu düşüncelerle okula ulaştı. Bahçeden içeriye girecekti ki kapının kenarında bir kağıt parçası gördü. Özellikle oraya tutuşturulmuş bir kağıttı bu üzerinde yazılar vardı. Dikkatini çektiği için kâğıda uzandı ve okumaya başladı. Kâğıtta sadece bir cümle yazıyordu: Bugün kendine dikkat etmelisin. 
Bu cümlenin kendisiyle alakasının olmayacağını düşündü önce. Sonra kötü bir şaka olarak düşündü. Kâğıdı yere atamadı. Tam bu kâğıdın kendisiyle ilgisinin olmadığını düşünüp rahatlayacaktı ki arka yüzüne baktığında adını gördü: Duygu’ya önemli bir not.
    Birden tepesinden buz gibi bir su aktarılmış gibi hissetti kendisini. Bu notu yanına alarak öğretmenine koştu. Öğretmeni notu alıp okuyunca gülümsedi:
    -Arkadaşların sana bir şaka yapmış Duygu, dedi. Fakat bu sözler onu rahatlatmaya yetmedi çünkü arkadaşları böyle bir şey yapmazdı. Üstelik yazılar bilgisayarla yazılmıştı. 
    Öğleye kadar kafasında bin türlü hikâye yazdı ve korktu. Arada bir çıkarıp notu okuyordu. Arkadaşlarına da bu durumdan bahsetti ama arkadaşları çok umursamayan bir tavırdaydılar. Hatta gizli gizli arkadan gülenler vardı. 
    Öğlen olduğunda onun bu üzgün halini gören arkadaşları öğretmenleriyle birlikte Duygu’nun masasına geldiler. Masanın üzerine güzel ambalajlı bir kutu koydular. Duygu’nun umurunda değildi kutu. Öğretmeni açmasını istedi. Duygu istemeye istemeye kutuyu açtı. Bir hediyeydi bu ve not vardı içinde. Notu okumaya başladı: İyi ki doğdun Duygu. Bugün kendine dikkat etmelisin çünkü 12 yaşına girdin. 

4 Ocak 2024 Perşembe

SIRADAN BİR GÜNÜN SIRADAN OLMAYAN OLAYLARI

     Akın Eliş, Atıf Kaan Salar, Meryem Er

    Artık ezberden yaşadığı sıradan günlerden biriydi. Öğleye doğru uyanmıştı. Yarım yamalak bir kahvaltıdan sonra kasabanın kenarındaki alana gidecekti ve arkadaşlarıyla akşama kadar maç yapacaklardı.  Yazları böyle geçiyordu genelde. Kimse kendisinden ev işlerine ya da tarla bostan işlerine yardım istemiyordu. 
    Yaz olmasına rağmen lastik ayakkabılarını çıkarmamıştı. Lastik ayakkabı ile yürümek de top oynamak da onun için ayrı bir keyifti. Ayakkabılarını giydi ve kasabanın dışına doğru yürümeye başladı. Kasabanın dışına geldiğinde tatlı pınardan birkaç yudum su içti. Yüzünü, saçlarını ıslattı. Nihayet arkadaşları görünmüştü. Birkaçı etraftan bulduğu taşlarla kale yerini belirliyor bazı arkadaşları da sahanın kenarlarına işaret koyuyordu. Arkadaşlarını görünce hızlandı ve onlara yardıma koştu. Zaten saha hazır gibiydi. Takım oyuncuları belirlendi, kaleciler belirlendi. Hakemsiz yaparlardı maçlarını. 
    Saha’nın ortasında maçı başlatmak için toplandıklarında yukardan topun kendisine doğru geldiğini fark etti. Ayağı ile topu tutmak istemişti ki top farklı yöne doğru savrulmaya başladı. Sadece top değildi savrulan. Ani bir fırtına başlamıştı durup dururken. Bu tarz bir fırtına hiç görmemişlerdi. Rüzgar adeta kumları önüne katmış savuruyor, dönüyor, yukarı aşağı püskürtüyordu. Kum fırtınası dedikleri bu olsa gerekti. Arkadaşları kumlardan görünmüyordu, aslında hiçbir şey görünmüyordu. Her taraf sapsarıydı. Rüzgar daire çiziyordu etrafında. Gözlerini güçlükle açıyor ama bir şey göremeyip kapatıyordu. Birkaç dakika sonra rüzgar durdu. 
    Sesler durdu. 
    Gözlerini usul usul açtığında güneşin ışıklarından rahatsız oldu gözleri. Gözlerini kısarak sağa sola baktı. Kendi etrafında döndü… Hiçbir şey yoktu etrafında. Arkadaşları yoktu, evler yoktu, kasaba yoktu, dağlar yoktu. Sapsarı bir düzlüğün ortasındaydı. 
    Telaşla sağa sola koştu. Hiçbir şey görünmüyordu. Sürekli ayaklarına kum doluyordu ve onu temizliyordu. Etrafın hiç değişmediğini fark edince biraz dinlenmek istedi. Önce oturdu, sonra sırt üstü yattı ve bağırdı:
    -Eneeeeeeees!
    Sesi yankılanmıyordu bile adeta kayboluyordu kumların arasında. Kendi sesini kendisi duymuyordu neredeyse. Derin bir nefes aldı yine bağırdı:
    -Furkaaaaaaan! Cevap veren yoktu. Son kez nefesini toparladı ve bağırdı:
    -Meeeeeert!
    Çaresizce gökyüzüne baktı. Güneş gözünü kamaştırıyordu ama tepesinde gezinen bir akbaba gördü. Akbaba, üzerinde daire çizerek dönüyordu. Gitgide de alçalıyordu. Anlam veremedi hiçbir şeye. Gözlerini kapadı. Ağlamak istedi ama ağlayamıyordu. Yumruklarını sıktı, gözkapaklarını sıktı, dişlerini sıktı…
    Gözlerini tekrar açtığında her yer karanlıktı. Gökyüzünde ay vardı. Futbol topuna benziyordu ay ve dönüyordu kendi etrafında. Yıldızlar, uzansa tutulacak kadar yakındı. Başının biraz üstünde dönüyorlardı. Yeniden bir fırtına başlamıştı. Üşüyordu, titriyordu her geçen dakika. Yine gözlerini açamaz oldu. Bir ara gözlerini kısarak açtı. Kar yağıyordu her yerden. Karlar savruluyordu. Neyse ki ayaklarımda lastik ayakkabım var diye düşündü. Olduğu yere büzüldü. Dinmesini bekledi fırtınanın. Yine etrafında daireler çiziyordu fırtına ama bu kez gövdesi yerden havalanır gibi oluyordu. Sonunda kendisini bir boşlukta hissetti. Gözlerini açtı, dönüyordu ve yukarılara doğru yükseliyordu fırtınanın içinde. Daire, yukarılara doğru genişledi, genişledi. Sonunda kendisini bir yere fırlattı. Nasıl olsa ya kuma düşeceğim ya da kara, diye düşünürken birdenbire düşmesi durdu. Siyah tüylü bir kuş kendisini sırtına almıştı. Bu az önce gördüğü akbabaydı. Akbaba saatlerce uçtu gökyüzünde. Artık normal dünya görünmeye başlamıştı aşağıda. Tarlalar, ağaçlar, evler de görünmeye başlamıştı. Üşümesi ya da terlemesi yoktu. Hatta keyif de almaya başlamıştı bu bedava uçuştan. Bir süre sonra kasabalarına ulaştığını anladı. Tanıdığı dağlar ve evler görünmüştü. Akbaba, sahanın tam üzerine geldiğinde kanatlarını silkeledi ve onu yere düşürdü. Yine her yer karardı. Gözlerini açtığında arkadaşları ayakkabılarıyla getirdikleri suyu yüzüne, ellerine döküyorlardı. 
    Konuşmak istedi, hiçbir kelimeyi hatırlayamadı önce. Bağırıyordu içinden ama sesi kayboluyordu.     Yanındaki topa baktı, ilerdeki kaleye baktı. Ayakkabılarına baktı. Enes eğilerek:
    -Bir top çarpması ile böyle yere düşeceksen daha bizimle oynamayacaksın, dedi. 
    Furkan söze girdi:
    -Sen kahvaltı yapmadan mı geldin yoksa, dedi. 
    Herkes bir şeyler soruyordu. Sadece Hasan bir şey sormadan boş boş bakıyordu yüzüne ve elini uzatarak yerden kalkmasına yardım etti. Doğruldu. Saha’nın dışına doğru yürümeye başladı. Geride bıraktığı arkadaşları maça başlamıştı bile. Dalgındı. 
    Ellerini ceplerine koydu, yola devam edecekti ki irkildi. 
    Sağ cebinden elini çıkardığında avucunda kum olduğunu gördü. 
    Kumu savurdu. 
    Sonra sol cebinden elini çıkardı. 
    Bir avuç kar vardı elinde. 
    Erimiyordu, onu da avucundan döktü. 
    Sessizce yürümeye devam etti. Evine ulaşmıştı. Pencerenin önüne oturdu. Önce uzaklara baktı, sonra gökyüzüne. Bir siyah kuş tepede dönüp duruyordu halen. Pencereyi açtı ve kuşa doğru bağırdı:
    -Hasaaaan!..

OKULUM


Zeynep Ada Karadaş

Canım okulum,
Benim okulum,
Sensin benim evim.
Sana geldiğim her gün
Yeni şeyler öğrenirim.

Canım okulum,
Benim okulum.
 
Öğretmenim anlatır,
Ben dinlerim.
Seninle hayat
Güzel okulum.


PARA

Emir Celal Çat

para nedir ki
alırsın satarsın
sanki bir renkli kağıda
yığmışlar sembolleri

gelecekte belki
ihtiyacımız olmayacak
bu renkli kağıtlara
çünkü her insanda
olacak biraz para

BİR YIL BÖYLE GEÇTİ

 
 
    Meva Vural
    2023 belalarla gelmişti. Şubat ayının hemen başında yaşadığımız büyük facianın üzerinden bir yıl geçti neredeyse. Sadece deprem değildi yaşadığımız sorunlar, sıkıntılar… Savaşlar, iklim felaketleri, hep kötü haber, hep kötü haber... 
    2023’te bizi mutlu eden olaylar neler diye düşünsem bulmak, zor. 
    Düşünmek bile yorucu. 
    Üstelik bunların tümü salgından sonrasının yorgunluğu üzerine yaşadıklarımız. Bir yılda geride bıraktığımız felaket sayısı on yılda yaşanabilecek kadar fazla aslında.
    Şimdi temiz bir sayfa açıldı takvimlerde. 2023 geride kaldı ve 2024 başladı. 
    O kadar olumsuzluk yaşandı ki geride kalan süreçte artık iyimser düşünmek bile çok güç. 
    Kar yağmıyor, çoğu bölgemiz kurak. Şimdiden yaz mevsiminin nasıl olacağını düşünmek ürkütücü. Bir yandan da başka felaket yaşamayalım diye dua etmekten başka bir şey elimizden gelmiyor.
    Tez vakitte bolluk, bereket, huzur ve sağlık gelsin artık yaşadığımız coğrafyaya.

BALIK

     Semih Karataş
    
    Yakın çevremden bana sürekli çok çabuk sinirlendiğimi söylüyordu. Hatta yeni tanıyanlar bile, biraz sinirli gibisin, diyorlardı. Buna benzer sözleri duymaya alışmıştım ama abarttıklarını düşünüyordum. Hadi canım, sen de, diyordum bana bunları söyleyenlere. Zamanla onlara hak vermeye başladım. 
    Evet, sinirliydim galiba. Biraz, çok değil ama sinirliydim. Sinirimi nasıl yatıştırırım, nasıl sakin olabilirim diye araştırmaya başladım. Sinirli insanlar nasıl davranır, siniri yatıştırmanın yolları nelerdir, gibi başlıklara bakıyordum sürekli. Bu araştırmalarım sonucunda nedense verilen önerilerden balık tutmayı gözüme kestirdim. Balık tutmaya çıkacaktım ve sakinleşecektim. 
    Çarşıya indim, balıkçı malzemeleri satan bir yer buldum. Dükkana girdim:
    -Selamünaleyküm.
    -Aleykümselam...
    Doğrudan doğruya derdimi anlattım satıcıya. Satıcı:
    -Abicim, senin için şu malzemeleri öneririm, dedi. Deneyimim olmadığı için önerdiği malzemeleri aldım. Mevsim yazdı. İlk işim bir tekne kiralamak oldu. Tekneyi kiraladım ancak balıkçılık konusunda hiç bir şey bilmiyordum. Oturdum, bu konuyu da araştırdım. Yakınımda balık tutabileceğim yerleri keşfetmeye çalıştım. Balık tutma yöntemlerini de öğrendim.
    Artık kendimi hazır hissediyordum bu iş için. Çalıştığım yerden bir gün izim aldım. Teknemi de taşıyarak balık yakalayabileceğimi düşündüğüm yere ulaştım. Denize açıldım. Oltamı keyifle suya savurdum. Deniz durgundu. Etrafta da pek kimseler yoktu. Saatlerce bekledim oltamın başında. Öğrendiğim bütün teknikleri denedim ama bir türlü balık gelmiyordu. Bu esnada yanımdan arada tekneler geçmeye başladı. Bakıyordum, onlar balık tutmuş... Ben neden tutamıyordum?
    İyice sıkılmıştım. O sırada bir balığın sudan başını uzattığını gördüm. Bu nasıl oluyordu? Oltama takılmayan balık benimle alay edercesine suyun yüzünde bana bakıyordu. Üstelik bana doğru da ilerliyordu. İyice yaklaşan balık bana bakarak konuşmaya başladı:
    -Sana çok önemli bir şey diyeceğim. Ben senin ağabeyinim, dedi. Bana ne oluyordu? Sinirimi yatıştırmak için gelmiştim buraya. Artık ben de kendimi kaybetmiş gibiydim:
    -Evet, ben de Messi’yim, dedim ve bu geveze balığı yakalamak için hamle yaptım. Balık o anda kayboldu. Madem balık, ağabeyim olduğunu düşünüyor o halde onu yakalamanın anlamı yok, diyerek dönmeye karar verdim. 
    Yorulmuştum. Garip bir gündü yaşadığım. Hiçbir şey düşünmek istemiyordum.
    Bir güzel uyku çektikten sonra ertesi gün iş yerime gittim. 
    Herkes yüzümdeki tebessümün sırrını merak ediyor ve soruyordu. Bense tebessümlü olduğumun farkında bile değildim. Sinirlisin, diyen de olmadı o günden sonra. Sanırım balık tutmaya gitmek işe yaramıştı. 

ÇARESİZ

 
 Elif Erva Candan
 
Bazen çok isterim
Kafamdaki sesleri susturmayı
Bazen çok severim
Etraftaki sesleri duymayı
 
Bazen ise gıcık olurum
İkisine de
Uyumak isterim sadece
Ama uyurken de geliyorlar aklıma
O kurtulmak istediğim 
Binlerce düşünce

3 Ocak 2024 Çarşamba

AĞIR HASTA

   Aydın Çınar Yıldırım

    Herkesin birbirini tanıdığı küçük bir sahil kasabasıydı burası. Denizin hemen kenarında yılan gibi uzanan demiryolu bu kasabanın dış dünya ile tek bağlantısıydı. Her akşam tren aynı vakitte gelir ve giderdi uzaklara. Her sabah insanlar birbirlerine selam verir, hâl hatır sorar, ayaküzeri muhabbet eder ve birilerine mutlaka selam gönderirlerdi. 
    Vakit akşamdı ve insanlar zaten yürüme mesafesinde olan evlerine doğru tatlı bir telaş içindeydiler. Kasaba istasyonunda tren her zaman olduğu gibi kısa bir süreliğine durmuştu ancak ilginç bir şey olmuştu. Trenden bir yabancı inmişti. Kasabalılar ilk kez görüyordu bu genç adamı. Yirmi, yirmi beş yaşlarında hafif kilolu bu adam sanki günlerce uyumamış izlenimi veriyordu etraftakilere. Küçücük bir çantası vardı elinde.  Tüm kasaba yabancı genci görür görmez adeta yerine çivilenmiş gibiydi. Kasabada zaman durmuş gibiydi birkaç dakikalığına. Genç istasyondan kasabanın içine doğru yürüdüğünde insanlar meraklı gözlerle bir yandan onu izlerken bir yandan da hareketlenmeye başladılar. Kasaba kahvehanesinde müşterilere çay dağıtan kişi bir yandan gözünü genç adamdan ayırmadan çay bıraktığı masaya şöyle diyordu:
    -Geçen hafta ölen Mehmet amcanın torunlarından biri olabilir bu genç.
Çayı bıraktığı masada oturan üç kişinin birden yüzlerindeki merak perdesi kalkmıştı. Üçüne de mantıklı gelmişti yabancıya dair yapılan bu yorum. Biri devam etti:
    -Evet evet… Mehmet amca gibi yürüyor bu delikanlı. Hem onun gibi boyu, görünüşü. Yakına gelirse biraz daha belli olur. 
    Genç bu esnada iyice kasabaya girmiş, Mehmet amcanın evine doğru yönelmişti. Kasabalıların kafasındaki şüphe bulutları onun her adımında biraz daha uzaklaşıyordu. Nihayet genç Mehmet amcanın kapısının önünde durdu. Pencerelere, kapıya baktı. Elindeki küçük çantadan arayarak bir anahtar çıkardı ve içeriye girdi. Onun içeriye girişiyle kasaba her günkü normal yaşantısına dönmüştü ancak bu kez de şöyle sorular dolaşıyordu kulak kulağa:
    -Mehmet amcanın neyi oluyor bu genç?
    -Mehmet amca pinti ve varlıklı biriydi acaba miras için mi geldi?
    -Kaç gün kalacak acaba?
    Günlerdir yanmayan Mehmet amcanın evinin lambası o gün sabaha kadar yandı. Sabahın ilk ışıklarıyla genç evden çıktı ve kasabayı dolaşmaya başladı. İnsanların birbiriyle selamlaştığını görünce o da yolda rastladığı yaşlılara, çocuklara selam vermeye, hâl hatır sormaya başladı. İnsanlar önce sormaya çekindiler ama herkesle selamlaşan bu genç Mehmet amca gibi soğuk biri değildi. Genç, fırından bir simit aldıktan sonra kahvehaneye geldi ve çay istedi. Kahvehane sahibi dünkü kehanetini ispat ettirmek istercesine çayı bırakırken:
    -Hoş geldin delikanlı. Sanırım sen Mehmet amcanın torunusun. Rahmetli iyi yaşadı. Yalnız bizim kasabanın değil bu bölgenin en geç vefat eden insanıydı rahmetli. Yürüyen tarihti… Kurtuluş Savaşı’na bile katılmış, Cumhuriyet’in ilanını görmüş. Mekanı cennet olsun… Baban yurt dışındaydı değil mi, diye devam etti. 
    Genç bir yandan çayını yudumlarken:
    -Evet, dedi. Babam yurt dışında ve ben yaşlı annemle yaşıyorum. Dedemin evini ziyaret etmemi ve bize bıraktıklarını almamı annem istedi. Ben de geldim. Sevdim bu kasabayı. Birkaç gün kalır, giderim, dedi. 
    Kahvehane sahibi gencin sohbetini beğenmişti. Hemen oturdu yanına sorulara devam etti:
    -Sen ne işle meşgulsün. 
    Genç sustu, bir süre sonra başını kaldırmadan:
    -Hastayım ve işsizim, dedi. Üstelik tedavi masraflarım çok fazla ve hepsini karşılayamıyoruz…
Derin bir suskunluktan sonra çaycı başka masalara çay dağıtmak üzere yerinden kalktı, yüzündeki merak ve tebessüm yerini hüzne bırakmıştı. Bir yandan çay dağıtıyor bir yandan da içinden: Aslan gibi delikanlı. Dedesi onun yerine de mi yaşadı acaba, diyordu. Bir süre gencin yanına hiç uğramadı. Genç çayını ve simidini bitirdikten sonra çay ücreti vermeye yöneldi ancak çaycı ondan ücret almadı. 
Genç öğleye doğru girdiği evinden o gün daha hiç çıkmadı. Çaycı ise boş durmadı. Öğrendiği bilgileri bütün kasabaya yaydı. Akşam oldu, tren yine geldi ve gitti. İnsanlar evlerine döndü. Güneş battı ve yeniden doğdu. 
    Ertesi sabah genç aynı saatlerde kasabadan biri gibi selam vere vere kahvehaneye yine elinde bir simitle geldi. Çaycı bu kez çayı bırakır bırakmaz masaya oturdu ve sordu:
    -Dün soramadım, hastalığın neydi senin delikanlı?
    -Kanser… 
    Çaycı gözlerini yere dikti ve:
    -Tedavi için ne kadar gerekiyor, diye sordu. Delikanlı:
    -Çok para abim, dedi. Çok para… 
    -Yine de bir miktarı vardır bu çok paranın, dedi çaycı. Delikanlı bir yandan çayını içerken:
    -Bir milyon kadar gerekiyor işte, dedi. Gözleri doldu ve çayı da simidi de yarım bırakarak sahile doğru yürüdü. Ardından bakan çaycının gözleri dolmuştu.
    Akşama kadar çaycı gelene gidene durumu anlattı. Kasaba halkı kendi arasında bir çözüm bulma çabasına girdiler ve bu parayı denkleştirebileceklerini düşündüler. Kasabanın muhtarları bir araya gelerek bu genç için sabahtan akşama kadar bir yardım kampanyası tasarladılar. Hesaplarını yaptıktan sonra, ekonomik durumu iyi olanların desteğiyle bu gence tedavi parası toplamaya başladılar. Genç akşama kadar sahilde oturmuş, dolaşmış ve akşam yeniden evine dönmüştü. 
Akşamın ilerleyen saatlerinde kapı çalındı. Genç önce çocuklar zile basmıştır, diye düşündü ama ısrarla çalan kapıyı açmaya çıktığında karşısında sekiz on kasabalıyı gördü. İçeri buyur etti. 
Kasabalılar kibar ve güler yüzlü insanlardı. Bir süre konuştuktan sonra ziyaret sebeplerini söylediler ve ertesi güne kadar tedavi ücretinin tamamlanacağını söylediler. Genç, duygusallaştı. Ziyarete gelenlerin hepsine sarıldı ve teşekkür etti. 
    Ertesi sabah para toplanmıştı ve tedavi için gerekli ilacın siparişi verilmişti. Geriye bir ay beklemek kalıyordu. Bu bir ayı burada geçirmesi gerekiyordu gencin. Annesine telefon açarak durumu gözyaşları içinde anlattı ve ümitle ilacın gelmesini beklemeye başladı. 
    Aradan bir hafta geçmişti ve artık sabahları kahvehaneye geç geliyordu genç. Bir sabah gelemedi. Bir haftada gence alışan kasabalı merak etmişti onun durumunu. Akşama kadar beklediler ama gelen olmayınca evine gitmeye karar verdiler. Yedi sekiz kişi dakikalarca kapıyı çaldı ancak kapı açılmadı. Bir şeyler olduğu belliydi. Kötü bir şeyler olduğu belliydi. Bir yandan merak bir yandan hüzünle kapıyı kırarak açmayı başardılar. İçeriye girdiklerinde yatak odasında gencin soğumuş bedeniyle karşılaştılar. Kimse konuşmuyordu. Hıçkırıklar boğazlarda düğümlendi. Ağlamamak için direniyordu kocaman adamlar. Sonunda tutamadılar gözyaşlarını. Yanaklarından gözyaşları süzülürken sehpanın kenarındaki nota ilişti birinin gözleri:
    Bu kadar erken gideceğimi ben de tahmin etmiyordum, ümidim vardı. İlaç zamanında gelecekti ve iyileşecektim. Annemi de bu kasabaya getirip birlikte yaşayacaktık ama şimdi, şu dakikalarda artık ümidimin tükendiğini hissediyorum ve sizlere bu notu bırakıyorum güzel insanlar. Size de yük oldum, sizi de üzdüm. 
    Hakkınızı helal edin. 
    Cenaze işlemleri başlamadan önce annesine haber verdi kasabalılar. Annesi cenaze için gelecekti. Yurt dışındaki babasını da annesi aradı ve seneler sonra kasabaya gelmek için yola çıktı. 
Bir haftalık bu misafir adeta kasabalının gönlünde taht kurmuştu. 
    Gencin eşyalarını toparlayanlar çekmecelerden birinde Mehmet amcadan kalan yüklü bir miktar para bulmuştu. 
    Anne ve baba kasabaya gelince bu para onlara verildi ancak ikisi de bu parayı almadı. Kasabaya bir okul yapılmasını ve okula dede ile torunun isminin verilmesini istediler. 

DOĞA

Sude Gökçe Çelen

Doğa her şeyim benim
Çok severler çocuklar
Kuşları ağaçları
Doğayı da korurlar



MUTLULUK

Sude Gökçe Çelen
Mutluyum ben dünyada
Mutlulukla yaşarım
Kitapları okurum
Uçurtmaların peşinden koşarım
Ben böyle mutluyum