ömer asaf koç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ömer asaf koç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Mayıs 2024 Cumartesi

ANNEM

 

Ömer Asaf Koç
Evimizin en değerlisi sensin
Sen olmasan anlamı yok bu evin
Kapıyı açtığımda görmek istediğim
İlk kişisin 

Sensin ödevlerimde bana yardımcı olan
Kahvaltımı hazırlayan
Beni okula yollayan
Bir çiçeği büyütür gibi
Büyütüyorsun beni
Yarınlara hazırlıyorsun
Ben nasıl sevmem annemi

4 Mayıs 2024 Cumartesi

KAFAMDA DELİ SORULAR

Ömer Asaf Koç

Yemyeşil güzel yaprakların var
Kahverengi elbisen
Her bahar önce çiçeğe duruyorsun
Sonra bize çiçeklerden meyve sunuyorsun
Söylesene güzel ağaç
Çiçekten meyve yapmayı
Nereden biliyorsun

PAMUK

 
Ömer Asaf Koç

Pamuk herkes için 
Ecza dolabında bir şey
Ama bizim için bambaşka bir şey

Pamuk bizim evin kuşu
En yaramazı bizim evin
Üstelik uçup konuyor
Her yere
Ulaşamadığı başka kimsenin

Ama üzgünüm bugün
Kuşumuzu vereceğiz başkasına
Yerine yeni bir kuş verecekler bize
Ama sever miyim onu bilmiyorum


27 Nisan 2024 Cumartesi

TAKKE



Reyyan Sibel Teke, Ömer Ali Çamcı, Ömer Asaf Koç, Mustafa Aktaş, Ömer Kerem Aydemir

1. Bölüm

Bayramları seviyordu çünkü bayram demek, şeker ve harçlık demekti. Ayrıca bayramda yemek çeşitleri artıyordu. Sarmalar, ayran çorbaları, hoşaflar, baklavalar, yufkalar, börekler… Yılın diğer günlerinde olmadığı kadar dolap doluyor, yemek masası hiç boş kalmıyordu. 

Yine bir bayram gelmişti. Bayramda sevilmeyen şeyler de vardı mutlaka. Erken kalkmak yorucuydu. Hele de kalabalığı sevmeyenler için bayram biraz sıkıntılıydı. Ne olursa olsun, kaçış yoktu ve bunlar da yaşanacaktı. Sabah erkenden uyandı, bayram elbiselerini giydi. Namaz takkesini aradı bir süre. Namaz takkesi kaybolmuştu. En son Kurban Bayramı’nda namaza giderken takmıştı başına. Bir süre aradıktan sonra annesine seslendi:

-Anne, namaz takkemi bulamıyorum. 

Annesi:

-Yatağının altına bak, dedi. 

Yatak, kocamandı ama gücü yetiyordu kaldırmaya. Yatağın altında nihayet namaz takkesini buldu. Gözüne farklı görünmüştü takke. Bıraktığı gibi değildi sanki. Hemen başına takarak namaza gitmesi gerekiyordu ancak o da ne? Takke, kafasına küçük geliyordu. Nasıl küçülmüştü ki aylar içinde bu takke? Takkeyi başından çıkardı, içine baktı. Ne olduysa o anda oldu. Takkenin içinde bir miktar kâğıt para vardı. Parayı cebine koydu. Takke, hâlen biraz küçük geliyordu başına fakat namaza gitmesi gerekiyordu. Namaza gitti, namaz sonrası bazılarıyla bayramlaştı. Kimileri harçlık verdi kimileri şeker.  Tam eve dönüş yoluna geçmişti ki takkesi yeniden başını sıkmaya başladı. Namaz da bittiğine göre artık takkeyi çıkarabilirdi. Takkeyi çıkardığı anda yerde kâğıt paralar saçıldı. Babası, olanlardan haberdar değildi. Şaşırdı, yerdeki paraları aldı ve bir kısmını caminin hemen önündeki yardım sandığına bıraktı. Oysa sabah çıkarken takkenin içindeki paraları almıştı. Biraz şaşkındı bu işten dolayı fakat belki de sabah hepsini almamışımdır takkenin içindeki paranın, diye düşündü. Eve döndüklerinde cebindeki takkeyi yeniden çıkardı ve başına taktı. Eskisi kadar sıkmıyordu bu kez. Kahvaltı yapmadan namaza gitmişlerdi. Kahvaltı yapmak için dedesine gitmeleri gerekiyordu. Yola çıktılar. Dedesine ulaştığında takke yeniden başını sıkmaya başladı ve takkeyi çıkardığında yine içinden para dökülmeye başladı. Bunu gören dedesi:

-Ooo, maşallah torunuma. Şimdiden bayram harçlıkları birikmiş. Dur, biraz da ben sana harçlık vereyim, dedi. 

Elini cebine attı ve bir miktar para da dedesi uzattı kendine. Artık ceplerinde yer kalmamıştı. Bütün cepleri parayla doluydu. Takkesini yeniden cebine koydu. Kahvaltı yaptılar, bayramlaştılar ve misafirler gelmeye başladı. Arada bir takkesini başına takıyor, takke sıkınca çıkarıyor ve paralar yerlere saçılıyordu. Durumu fark eden annesi:

-Paralarını neden cebine koymuyorsun? Takkenin içinde para saklanır mı evladım, dedi. 

Bu durumu annesine anlatamazdı. Annesi, çocuğum hayal görüyor, diye düşünürdü. Bir şey demedi annesine. Takkeyi ve paraları yeniden cebine koydu. Bir çözüm bulmalıydı bu işe. Sessizce kimsenin olmadığı bir odaya geçti. Paralarını çıkardı, saydı… Bir çocuğun yanında bulunmaması gereken çokluktaydı para. Deste yaptı ve çoraplarının kenarlarına yerleştirdi tüm parasını. Nasıl olsa sürekli takkeden para çıkıyordu. Takkesini yeniden başına taktı. Yeni misafirler gelmişti eve. Onlarla bayramlaştı. Onların büyükleri de harçlık verdi ama almak istemedi. Verilen harçlıkların takkeden çıkan paraya göre lafı olmazdı. Yine de büyükleri kırmamak için parayı aldı. 

Yaklaşık bir saat sonra başında bir rahatsızlık hisseti. Takke, dar gelmiyordu ama başına batan bir şeyler vardı içinde sanki. Takkeyi çıkardı ve elini başına götürdü. Eline gelen şeyi alarak baktı. Hayretten donakaldı. Elinde kocaman bir altın vardı bu kez. Gözlerini sildi, kapadı ve açtı. Evet, bu bir altındı. En azından kâğıt paralar kadar çok yer tutmaz, dedi içinden. 

Akşama kadar takkesini taktı ve çıkardı. Artık cepleri de altınla dolmuştu. Çoraplarının içinde zaten kâğıt paralar vardı. 

Akşam eve döndüklerinde kafasında sorular birikmişti. Bu takkeyi nereden almıştı ailesi? Daha önce kullanan var mıydı? Bu iş nereye kadar gidecekti? Ceplerini ve çoraplarının içini, çekmecesine boşalttıktan sonra babasının yanına gitti. Bir elinde takkesi vardı. Babasına:

-Bu takkeyi nereden aldınız bana, diye sordu. 

Babası, bu sorudan bir şey anlamadı. Yine de takkenin nereden geldiğini anlattı:

-Sen daha yeni dünyaya gelmiştin ve bir bayram vaktiydi. Dedene giderken yolda yaşlı bir amca bizi durdurdu. Seni biraz sevdi ve cebinden bu takkeyi çıkararak sana hediye etmek istediğini söyledi. Geçen bayrama kadar unutmuştuk takkenin yerini ancak geçen bayram bulduk ve sana verdik, dedi. 

-Peki, bu yaşlı amcayı daha sonra gördünüz mü? Tanıyor musunuz bir yerlerden, diye sordu. 

Babası:

-Tuhaf bir amcaydı, buralardan biri değildi. Zaten daha sonra da hiç görmedik, dedi. 

Kafasındaki sorular daha da çoğalmıştı. Takkeyi cebine koydu. Ailesine bunca para ve altını nasıl açıklayacaktı? Acaba inanırlar mıydı ona her şeyi anlatsa? Sustu. Odasının yolunu tuttu. Yorulmuştu. Uykusu gelmişti. 

2. Bölüm

Sabah kimseler uyanmadan önce o uyanmıştı. Takkesini yastığının altına koymuştu uyurken. Rüyasında bu takkeyi veren dedeyi görmüştü. Dede; rüyasında ona telaşlanmamasını, bu takkenin sıradan bir takke olmadığını, yaşadıklarını başkalarına anlatmaması gerektiğini söylemişti. Şayet başka insanlara bunları anlatırsa paraların kâğıda, altınların da gazoz kapağına dönüşeceğini söylemişti. Oysa o, bu sabah her şeyi annesine ve babasına anlatmayı düşünüyordu. İyice canı sıkılmıştı. Yüzünü yıkadı. Elbiselerini giydi ve mutfağa geçti. Evdekiler de uyanmışlardı. Takkesini yine başına taktı.

Annesi:

-Sen bu takkeyi çok sevdin galiba. Bugün takmasan da olurdu. İstersen yıkayalım, sonraki bayramda temiz kullanırsın, dedi. 

-Hayır, bu takke yıkanamaz anne, dedi. Bayram boyunca takacağım, belki bayramdan sonra bile kullanırım bunu, dedi. 

Annesi de babası da bu duruma anlam veremediler. Hızlıca kahvaltı yaptıktan sonra yine başında batan bir cisim hissetti. Odasına gidip takkeyi çıkardı ve kafasına elini götürdü. Bu kez eline gelen şey bir yakuttu. Nereye kadar gidecekti bu işin sonu? Bu kadar parayı, altını ne yapacaktı? Hadi onları harcadı diyelim, yakutu nasıl bozduracaktı? Artık takkeyi başına takmak istemiyordu. Takkeyi başında tuttuğu sürece hep bir şeyler çıkıyordu altından. Takkeyi cebine koydu. Yakutu, çekmecesine yerleştirdi ve içeriye döndü. Ailesinin yanına geldiğinde annesi:

-Artık takkeyi çıkarmışsın başından. Hani bunu hep takacaktın? Onu çamaşırların içine bırak da yıkayayım.

-Hayır, anne. O takkeyi bir daha hiç yıkamanı istemiyorum. Diğer bayramda da kullanacağım. Arada sırada başımda görürsen şaşırma.

Bu sözleri duyan annesi bir şeylerden şüphelendi ama boş verdi. Çocuk daha, diye düşündü. 

Akşama kadar normal hayatına devam etti fakat son yakuttan sonra biraz endişelenmeye başlamıştı. Akşam odasına girdiğinde önce servetini kontrol etti. Gerçek miydi bu yoksa sadece kendinin gördüğü bir hayal mi? Paralar, altınlar ve yakut yerindeydi. Takkesini yeniden başına taktı. Bir süre ödevlerine baktı. Bu kez takkenin içinde bir şey yoktu. Sevinmişti. Demek ki bu oyun bitiyordu. Takkesini başından çıkarmadan yatağına uzandı ve uyudu. Birkaç saat geçmişti ki başına değen bir sertlikle uyandı. Elini doğrudan takkeye attı, takkesini çıkardı. Gördüğüne inanamıyordu. Kocaman bir zümrüt… Yine başa dönmüştü işte. Zümrüdü de çekmecesine koydu. Nereye kadar devam edecekti bu iş? Uyumak istiyordu. Takkeyi görmek istemiyordu. Yatağının altına koydu. Artık gücü kalmamıştı. Bu olayı daha fazla ailesinden gizlemek de istemiyordu fakat gördüğü rüyada kimseye bu yaşadıklarını anlatmamasını söylemişti yaşlı dede. 

Uyumak istiyordu ama uyku tutmuyordu. Kendinde bir azap hissediyordu. Ailesinden gizli bir şeyler yaşıyor ve kimseye anlatamıyordu yaşadıklarını. Takkesini son kez başına taktı. Bu kez ne çıkacağını merak ediyordu. Sadece meraktan yapıyordu bunu. Yine uykuya dalmıştı ki uyandı. Takkesinin içine baktığında yine büyük bir şaşkınlık yaşadı. Gözlerine inanamıyordu. Gözlerini sildi yeniden baktı. Kocaman bir elmas vardı takkenin içinde. Bundan daha değerli bir şey nasıl olsa çıkmaz daha, diye düşündü. Vakit sabaha yaklaşmıştı. Odası aydınlanmıştı. Çekmecesinden bir makas aldı ve takkeyi makasla küçük parçalara ayırdı. 

Sabah, annesi onu çağırmaya geldiğinde makasla kesilmiş takkeyi görünce hayli korktu. Çocuğunu uyandırdı ve bunu neden yaptığını sordu. Gece boyu zaten uyumayan çocuk uykulu gözlerle annesine olup biteni anlattı. Annesi:

-Sen kötü bir rüya görmüşsün anlaşılan. Olur mu hiç böyle? Bir daha uyumadan önce saçma sapan filmler izleme, garip kitaplar okuma, dedi. 

Ne söylese annesi inanmıyordu. En sonunda annesi dayanamayarak:

-Göster bakalım öyleyse şu servetini beyefendi, dedi.

-Peki, anneciğim, diyerek çekmecesinin yanına gitti. 

Çekmeceyi usul usul açtı ve annesini çağırdı yanına:

-İşte burada, dedi. 

Annesi gözlerine inanamıyordu. Çekmece neredeyse tamamen doluydu. Gün boyu ne yapacaklarını düşündü annesi. Akşam, durumu babasına da söyleyecek ve bir çözüm bulacaklardı servete dair. 

Paralarda sorun yoktu fakat altınlar ve diğer değerli taşları nasıl harcayacaklarını düşünüyordu annesi. Evde bunları tutmak tehlikeli düşüncesiyle paraları bankaya götürmeye karar verdi. Paraları bankaya götürüp çocuğunun adına bir hesap açtırarak yatırdı. 

Artık çocuğun hesabında iyi miktarda bir para vardı fakat değerli taşlar ne olacaktı? Bunu eşiyle konuşup halletmesi gerekiyordu. 

Akşam olduğunda çocuğun babası eve dönmüştü. Annesiyle birlikte durumu hızlıca anlattılar. Baba:

-Parayı bankaya yatırmakla iyi yapmışsınız, şimdi de şu değerli taşlara bakalım, bu işten bir şey anlamadım ama, dedi. 

Çekmecenin yanına vardılar. 

Çekmeceyi açtıklarında karşılarında yalnızca renkli taşlar ve gazoz kapakları vardı. Anne, şaşırmıştı. Çocuk gözlerine inanamıyordu ki o rüya aklına geldi. Şöyle demişti ihtiyar, ona rüyasında:

-Şayet başka insanlara bunları anlatırsan paralar kâğıda, altınlar da gazoz kapağına dönüşür. 

Olayları ve rüyayı başından sonuna kadar tekrar anlattı çocuk. Ertesi gün anne ve baba yeniden bankaya gitti. Çocuğun hesabındaki para yerindeydi. 


9 Mart 2024 Cumartesi

UYKU

 
Ömer Asaf Koç
Sabahları çoğu zaman
Uyanmakta güçlük çekiyorum
Yataktan kalksam bile
Uykunun kollarından kurtulamıyorum

Diyorum ki biraz uyusam iyi olacak
Dönüp başımı yastığa koyuyorum
Bu kez de hiç ama hiç
Uyuyamıyorum



XOX

Ömer Asaf Koç


En sevdiğim oyun Xox
Arkadaşlarımla başladığım zaman bu oyuna
Zaman nasıl geçiyor anlamıyorum
Bir bakıyorum sabah
Bir bakıyorum akşam
Doğru eve koşuyorum
Çok ödevim olduğunu hatırlayıp
Ödevlerimin başına gidiyorum

17 Şubat 2024 Cumartesi

GARİP BİR HİKAYE

Mustafa Aktaş Dinçer Kara Zeynep Gökçe Yılmaz Ömer Ali Çamcı Ömer Asaf Koç
 

Afatsum, Remö, Asaf, Dinçer, Gökkuş aynı sınıfta öğrenim gören beş arkadaştı. Bir türlü ortak bir konuda fikir bildiremiyorlar sürekli görüş ayrılıklarına düşüyorlardı. Birlikte bir şeyler yapmak onlar için çok zordu fakat aynı sınıfta bulundukları için çoğu zaman ortak çalışmaları gerekiyordu.
Yapmaları gereken şey ortak bir hikaye yazmaktı ancak daha kahraman isimlerini belirlerken büyük bir kriz çıktı. Öğretmenleri her öğrencinin isminin tersinden okunuşunu bir kahraman olarak yazalım dedi fakat bazı öğrenciler buna karşı çıktı. Bununla da kalmadı fikir ayrılıkları bu kez hikaye mi yazalım masal mı yazalım konusunda görüş ayrılıkları meydana geldi.
Sonunda bu beş öğrenciden bazıları kendi isimlerini bazıları isimlerinin ters çevrilmiş halini bazıları da arkadaşlarının kendisine hitap ettiği isimleri kullanmakta karar verdiler. Ancak halen ortada bir konu yoktu.
Bu esnada Afatsum, sıranın altına girmiş, olaylardan tamamen kopmuştu. Zaten cepleri de taş doluydu. Taşlarla oyun oynamayı seviyordu. Remö ise elinde lazer kalemi bazen sıkılıyor bazen olaya dahil olmaya çalışıyordu. Dinçer, yakın zaman önce takmaya başladığı gözlüklerini arada düzeltiyor, Asaf’la gülüyor, bir şeyler düşünmeye çalışıyordu. Gökkuş ise ellerini birleştirmiş, çenesini ellerinin üzerine koymuş, bir masala başlayamamanın üzüntüsünü yaşıyordu ama gülümsemeyi de ihmal etmiyordu. Aslında Gökkuş, farklı sınıftaydı ama bu sınıfta bulunmak hoşuna gidiyordu. Keşke şu masalı yazabilseydik, diye içinden geçirirken Remö kenarda esniyor ve geriniyordu.
İlk ders, üst sınıftaki öğrencilerin masallarını okumuşlar, çok keyif almışlardı. Aslında bütün amaçları onlar gibi macera dolu bir masal yazmaktı ama bir türlü olmuyordu. Masal yazmak bir ekip işiydi. Ortak düşünce işiydi. Bu esnada Gökkuş:
-Yazdıklarımız ne zaman kitap olacak, diye sordu. Öğretmen, küçük bir açıklama yaparken Dinçer:
-Ben çizgi roman yazıyorum, dedi. Öğretmen:
-Yazıyor musun, çiziyor musun, diye sordu. Dinçer:
-Çizgi roman nasıl oluyorsa öyle yapıyorum, dedi.
Remö, çizgi roman işinin boş iş olduğunu söyledi ve Dinçer’in buna biraz canı sıkıldı. Afatsum, etrafında gelişen bu konuşmaları keyifle izliyordu. Şapkasını başına örtmüş, diş macunu reklamı yapar gibi habire tebessüm ediyordu. Yalnız o değildi diş macunu reklamı yapan arada herkes gülüyordu.
Tüm bunlar olurken aslında ilk ortak hikayelerinin ortaya çıktığının farkına varan Dinçer:
-Hikaye içinde hikaye yazıyoruz, dedi.
Nihayet ilk kez ortak bir iş yapmış gibilerdi üstelik hiç zorlanmadan ve doğal bir halde. İlk ortak hikayeleri ortaya çıktığında Afatsum bazen sıranın altında bazen sandalyenin üstündeydi. Asaf, Dinçer’le yan yana, Remö her zamankinden biraz daha keyifliydi ve Gökkuş “nasıl oldu bu iş” diye düşünmekteydi.

6 Ocak 2024 Cumartesi

KARAGÖZ

 Ömer Asaf Koç
İzlerken gülsem, kahkaha atsam da çoğu zaman
Bazen aklıma geliyor sizin hikâyeniz
Üzülüyorum
O zaman gülmeyi bırakıyorum

Yine de bir oyun olduğunu biliyorum her şeyin
Bana sorsalar kim senin en iyi kahramanın
Düşünmeden Karagöz derim
Karagöz benim adamım

30 Aralık 2023 Cumartesi

DÜNYANIN GÜZELLİKLERİ

 
Ömer Asaf Koç
 
Mavi ırmak ve göllerin denizlerin
Yemyeşil ormanın
Ağaçların var türlü türlü
Çam ağacı elma ağacı
Armut ağacı
Akasya
Çiçeklerin var türlü türlü
Gül, lale
Papatya

Evler de
Senin üstünde
Arabalar senin üstünde
Hayvanlar da senin üstünde
Dünya güzel böyle

11 YAŞINDAKİ KRAL


    Ömer Asaf KOÇ

    Saat gecenin on’u olmuştu. Yatma zamanı gelmişti. 
Odama gittim ve annemin bana aldığı müzik kutusunu açtım. Müzik kutusundan çıkan müzik notaları çok huzur veriyordu. Bu yüzden uyumadan önce bu müziği dinlemeyi çok seviyordum. Her nota ayrı bir uyku perisi çağırıyordu bana. Bu yüzden de daha çabuk uykuya daldım. 
    Sabah olup uyandığımda bir uçan balondaydım. Balona bir kuş kondu ve bana bir anahtar verdi, sonra uçtu gitti. Ben de yavaşça uçan balonu yere indirdim. Karşımda kocaman bir saray duruyordu. Anahtarın o sarayın kapısının anahtarı olduğunu düşündüm ama değildi. Baktım ki kapının yanında bir zil var. Zile bastım, kapı kendiliğinden açıldı. Karşımda bir mücevher sandığı vardı. Bir anda her taraftan oklar fırladı ama Allah’tan kimse yaralanmadı. Sonra bir kral geldi ve dedi ki:
    -Artık tacımı, sarayımı, mücevherlerimi sana devrediyorum, dedi. 
    -Ama 11 yaşındaki bir çocuk nasıl kral olur, dedim. Diğer ülkelerdeki çocuklar bu olayı çok kıskandılar. Fakat bu ülkedekiler 11 yaşındaki bu çocuğu yani beni kral olarak kabul ettiler ve kral oluşumu kutladılar. Kurulan bu ülkenin adı Türkiye idi. Güçlü olduğum için kazandım ve hep kazanacağını biliyordum. Öz güvenimi hiç kaybetmedim ve bu güzel ülkede yaşamaya devam ettim.
Bir süre sonra bana anahtar getiren kuş yeniden geldi ve anahtarımı alarak uçtu gitti. Aradı aradı en son eski kralı buldu ve eski krala anahtarı teslim etti. Eski kral anahtarı ile saraya geri döndü. Mücevher sandığını açtı, hazinesi daha da artmıştı. Aradan on sene geçtiği için eski kralı kimse tanıyamadı. 
Artık çocukluktan çıkıp genç olmuştum, eski Kral’ı görünce:
    -Siz kimsiniz, benim tacımı nasıl takarsınız, dedim. 
    Eski Kral:
    -Ben sana bu tacı veren kişiyim.
    Ben:
    -Emin misin, kapıdaki oklar seni öldürmüş olmalı..
    Eski Kral:
    -Hafızan beni unutmamış işte.
    Ben:
    -Gel o zaman, dedim, mücevher sandığının olduğu odaya gittik. Orada gizli oklar vardı ve ikimiz de tacı çıkartınca oklar ikimizi de vurdu ve oracıkta ikimiz de öldük. 
    Aniden annemin sesi duyuldu:
    -Hadi kuzum, kalk. Sabah oldu. Okul zamanı…
    Hemen gözlerimi açtım ve her şeyin rüya olduğunu anladım. 


23 Aralık 2023 Cumartesi

KIRMIZI GÖZLÜ KARGA

Ömer Asaf Koç 

Sabah okula gelirken
Karşıma bir karga çıktı
Yanından geçiyordum
Hiç korkmadı
 
İnsanlar gibi kargalar da farklıdır
Gagasına dokundum hala uçmadı
Üşümüştü sanki ıslanmıştı
Ben onu tanımadım o beni tanımadı
 
Artık kargalar ürkütücü değil
Çünkü dokundum birinin gagasına
Hatta baktım kırmızı gözlerinin içine
Neşeyle girdim sınıfıma

2 Aralık 2023 Cumartesi

BENİM HAYATIM

 

Ömer Asaf Koç

Yaşamak, çocuk olmak çok güzel
Ama okul olmasa
Yazarsın bir derste beş sayfa
Hiç bitmiyor nasılsa

Sadece derste değil
Bir de ödevler var evde
Bari evde rahat olsak
Ama nerde

Tatil tatil diyorlar
Ama rahat bırakmıyorlar
Tatil galiba okula gitmemek
Yoksa ödevler yine bilmiyor bitmemek

30 Eylül 2023 Cumartesi

SESSİZLİĞİN ŞİİRİ

 

Ömer Asaf Koç

Gün boyu derste

Oturdum sessizce

Herkes bir şeyler söyledi

Kimi pencerenin önüne

Kimi arka sıralara oturdu

Ben izledim sessizce olup bitenleri

Aldım defterimi elime

Bir şiir yazmak için

Sessizliğin şiirini