Doğa Uzunpınar
Ekin Akçay
Elif Serra Yıldırım
Nehir Güver
Elif Naz Özden
Elif Dağdeviren
Şeyma Ateş
Beste Kaya
Şimdilerde doğduğum topraklarda sonbahar ne güzeldir, diye düşündü. Oysa bu ülkede ve bu şehirde sonbahara dair yaşanabilecek güzellikler ne kadar azdı. Mesela ayaklarının altında hışırdayan yapraklar yoktu. Mesela göç eden leylekler yoktu. Turşu yapan, elma kurutan, salça yapan kimseler de yoktu. Okul alışverişleri ile dolup taşan caddeler, sokaklar yoktu. Ama burada olan şeyler de doğduğu şehirde yoktu. Burada kargaşa ve gürültüden başka bir şey yoktu aslında fakat kargaşanın ve gürültünün her türü vardı. Binalar gökyüzüne kadar uzanıyor bazıları bulutları sıyırıyordu. Yollarda iğne atsanız yere düşmezdi. İnsanlar yürümekten çok koşuyor gibiydi ve taşıtlar gün boyu, gece boyu vızır vızır ilerliyordu. Yalnızca yerde değil gökyüzünde de benzer bir trafik vardı. Alışılacak gibi görünmüyordu bu hayata. Bu ülkeye, bu şehre geleli henüz birkaç gün olmuştu ve buradaki yaşam tarzını henüz kavrayamamıştı. Kaç gündür doyasıya yemek yememişti. Makarna ve salata dışında hiçbir şeye yaklaşamıyordu. Çünkü kendi ülkesindeki mutfak kültürünün en küçük kırıntısı bile yoktu buralarda. Zaten insanlar tıpkı sokakta yürüdükleri gibi yemek yiyordu. Olabildiğince hızlı yiyorlardı.
Zihninden hep düşünceler geçiyordu ve bir an bile düşünmeyi bırakamıyordu. Zihni hep meşgul olduğundan birkaç kez yanlış sokağa girmiş ve kaybolmaktan son anda kurtulmuştu. Zaten sokaklar hep birbirine benziyordu. İnsanlar da hep birbirine benziyordu. Bu kadar benzerlik içinde tek aykırı görünen kendisiymiş gibi hissediyordu. Çirkin Ördek Yavrusu masalını yaşıyor gibiydi bu ülkede. Sadece gündüzler değil geceleri de hayli yorucuydu onun için çünkü gece boyu da gürültüler bitmiyordu. Güç bela uykuya dalıyor sonra karmaşık rüyalardan kan ter içinde uyanıyordu. Bu düşünceler zihninde dolaşırken kaldığı yurdun kapısının önüne geldiğini fark etti. Yurda karşı bir aidiyet hissi yoktu. Ülkesindeki en ucuz otel bile onun için buradan daha cazipti. Buraya ait olmadığını her adımda hissediyordu. Fakat yapacak bir şey yoktu, buraya eğitim için gelmişti. Onca sınavdan geçmiş, onca başarı elde etmiş ve bu üniversiteye davet edilmişti. Pek çok arkadaşının hayaliydi bu. Kendisinin de hayali buydu fakat gerçekler hayallerindeki gibi değildi. Yurt dışını deneyimleyen bütün arkadaşları onu teşvik etmişti fakat kimse bu zorluklardan bahsetmemişti. Birdenbire acıktığını hissetti. Keşke üzerine tereyağı dökülmüş bir mercimek çorbası olsa ve yanında küçük bir salata bulunsaydı.
Annesi ne güzel yemek yapardı. Memleketinin ekmeklerini, ekmek kokusunu bile özlemişti. Fırınların önünden geçerken burnuna gelen ekmek kokularını hatırladı. Daha ilk günlerde bu kadar memleket özlemi fazlaydı. Fazla duygusallaşmıştı. Oysa neşeyle binmişti uçağa ülkesinden ayrılırken. Kendisini toparlamalı ve bu hayata ayak uydurmalı, hayallerini gerçekleştirmek için çalışmaya başlamalıydı. Kaldığı yurdun merdivenlerinden bu düşünce ile odasına doğru ilerledi. Odasında kendisinden başka biri daha kalacaktı fakat şimdilik yalnızdı. Odasının kapısını açtığında odada yeni birini gördü. Kendisiyle aynı yaşta görünen bu genç kızı görür görmez düşünceleri dağıldı. Bir oda arkadaşına sahip olacağı için sevindi ve heyecanla:
-Merhaba, dedi.
Bu kelimeyi duyan genç kız gülümsedi ve ayağa kalktı:
-Türk müsün?
İkisi de heyecanlanmıştı.
-Elbette Türk’üm. Adım, Gülce. Ankaralıyım.
-Benim adım da Rengin. Bugün geldim buraya ve kendimi çok yalnız hissediyordum az önceye kadar. Şimdi öyle mutlu oldum ki. Sanki Aksaray’da gibi hissettim kendimi. Aksaray’dan ilk kez çıktım şehir dışına ve buraya geldim.
Gülce:
-Tanıştığımıza sevindim, dedi. Şu birkaç gün ne kadar zor geçmişti benim için bir bilsen. Artık sen varsın ve yalnız değilim.
Sonraki günler Gülce ve Rengin için çok fazla sıkıcı değildi. Arkadaşlarıyla da usul usul tanışıyorlar, dil öğreniyorlar ve anlaşmaya çalışıyorlardı. Hatta zaman zaman kendi aralarında bile Türkçe konuşmadıkları oluyordu. Artık Gülce ve Rengin bu şehrin yemeklerine, sokaklarına, hayatına alışmaya başlamışlardı. Günler hızla geçiyordu. Rengin, Gülce’yi ülkelerine döndüklerinde Aksaray’da misafir edecekti. Gülce de Rengin’i Ankara’ya davet etmişti. Heyecanla ülkelerine dönecekleri günü bekliyorlardı. Bir yandan da dersler sona ereceği için üzülüyorlardı.
Nihayet okulun son günü gelmişti. Hazırlıklar yapılmıştı memlekete dönmek için. Gülce de Rengin de başarılı geçen bir seneden dolayı mutluydu. Artık bu şehrin, ülkenin yabancısı saymıyorlardı kendilerini ve çok iyi İngilizce konuşabiliyorlardı. Rengin, valizini tam olarak toplamadığı için sınıftan erken ayrılmıştı. Son ders bitmiş, herkes vedalaşmaya başlamıştı. Bu esnada dersin öğretmeni, Gülce’ye yaklaştı:
-Tebrik ederim Gülce. Bir sene boyunca odanda tek yaşadın. Çok uzaklardan farklı bir coğrafyaya gelmene rağmen bu başarıyı elde ettin.
Bu sözler Gülce’yi korkutmuştu. Hemen sınıftan ayrıldı. Koşarak odasına çıktı. Odasında sadece bir dolap, bir yatak ve kendisinin hazırladığı valiz vardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder